AKRABA MI, ARKADAŞ MI?

Sibel Karakız kullanıcısının resmi
Necla kendi halinde bir devlet memuru. Her aybaşında gerek kendi gerekse eşinin maaşından bir miktar tasarruf ederdi kendince. Bazen çocuklarının geleceğini düşünerek, bazen de ne olur ne olmaz, diye. Damlaya damlaya göl olur misali hatırı sayılır bir tasarrufu olmuştu. Doksanlı yılların devalüasyonunda kendi payına düşeni almıştı Necla da. Gerek dövizin artması, gerekse fonların iyi para getirmesi Necla'nın tasarrufunu kak kat yükseltmişti.

Artık bu tasarrufu değerlendirmenin zamanı geldi’ diye düşündü. Aklında küçük bir arsa veya bir daire almak vardı. Bu düşüncesini eşi Ali Rıza'ya anlattı. Eee erkek bu! Paranın kokusunu alırsa, aklına gelen ilk şey ne olur? Tabii ki arabasını değiştirmek! Necla ne kadar dil döktüyse, "bu araba bize yeter, yapma etme" dediyse de nafile söz geçiremedi kocasına.

Ali Rıza günlerce arabaları araştırdı. O bayii senin bu bayii benim. Sonunda kararını verdi. O çok beğendiği kırmızı arabayı aldı. Necla çaresiz elinde avucunda ne varsa verdi kocasına.

Tabii o dönemler arabalar bir hayli pahalı. Yani neredeyse bir ev parası. Eski arabalarını satmalarına ve ellerinde avuçlarında ne var ne yok vermelerine rağmen yine de paraları yetişmemişti. O firmanın bir bankayla anlaşması varmış, geri kalan kısmını da altı aylık taksitlere böldürerek ödeyeceklerdi. Öyle de oldu. 

Araba geldi evin önüne. Çok da güzel, yakut kırmızısı. Necla hiç sorgulamadı, her ne kadar istediği bu değilse de arabayı o da beğenmişti. Hayırlı olsun demekle yetindi. Gezdiler dolaştılar çocuklarıyla. Tabi bir kenarda da hiç paraları kalmamıştı. Hatta kalan borçları o kadar yüksekti ki ay başını zor getiriyorlardı. Necla bunu kendine dert etmiyordu. Nasıl olsa altı ay, sayılı gün çabuk geçer diye düşünüyordu. Böylece üç ay kadar zaman geçmişti.

Bir gün kapıları çaldı. "Kim ooo" 

"Ev sahibiniz…"

Necla kapıyı açtı, ev sahibini içeriye buyur etti. Hoşbeş, hal hatırdan sonra kahveler içildi. Ev sahipleri görücüye gelen çiftler gibi yerlerinde rahatça oturtuyorlardı. İkide bir birbirlerine bakıp işaretleşiyorlar, "sen söyle" dercesine birbirlerine ağız göz hareketleri ediyorlardı. Sonunda kocası cesaretini topladı ve lafa girdi:

"Bizim buraya gelme nedenimiz bu daireyi satacağımızı size bildirmekti. Kusura bakmayın, bunca yıl sizden razıyız ama bizde bir iş kuracağız. Onun için çıkmanız gerekiyor" 

Necla ve Ali Rıza birbirinin gözlerinin içine bakıp donakaldılar. Bir süre sonra, kendini toparlayan Necla: 

"Ev sizin eviniz. İster satar, ister kiraya verirsiniz" dedi. Ali Rıza lafa girdi. "Biz durumu aramızda değerlendirelim. En kısa zamanda size döneriz.” dedi. 

Ev sahibi celallendi birden: "Ama acilen çıkmalısınız. Bir ihaleye katılacağız onun için de bu evi derhal elden çıkarmamız gerekiyor!" 

Ali Rıza: "Tamam” dedi, “başka bir ev bulur bulmaz taşınırız” 

Ev sahipleri gittikten sonra Necla ile Ali Rıza ellerini ovuşturmaya başladılar. Ne olacaktı şimdi? Kiraya çıkacak parayı nereden bulacaklardı? İstanbul'du burası. Zordu. İstanbul'da kiraya çıkmak demek; üç kira değerinde depozito vermek, birkaç ay peşin kira, emlakçı komisyonu, evin boyası badanası, taşınma parası derken acilen yüklü bir paraya ihtiyaçları vardı. Tam köşeye sıkışmışlardı. 

O gece Necla uyuyamadı. Bir çözüm bulmalıydı. Sonunda aklına iyi bir fikir geldi: “Arabayı satmak ve bu evi satın almak!” Araba fiyatıyla dairenin fiyatı hemen hemen aynıydı. Nasıl olsa kiraya çıkacak paraları da yoktu. Sabah kalkınca bu fikrini eşine anlattı. Tabii ki eşi bu fikri beğenmedi. Olur mu hiç? Birkaç ay olmuştu hayalindeki arabaya bineli. "Zarar ederiz' hikâyeleri bahaneydi. Necla çok dil döktü:

“Bak” dedi, '"kira da vermeyeceğiz, yine para biriktiririz. Sen yeni araba alıncaya kadar ben kendime çorap dahi almayacağım. Bu evi alalım rahatımız bozulmasın" 

Ali Rıza direndiyse de, başka çare yoktu. Sonunda Necla’nın fikri onun da aklına yatmıştı. Ev sahibiyle konuşup anlaştılar. Arabayı hemen satılığa çıkardılar. Ama hesap etmedikleri bir şey vardı. Her ne kadar birkaç aylık araba olsa da ikinci eldi ve aldıkları fiyatın çok altında fiyat biçiyorlardı. Yapacak başka bir şey de yoktu. Arabayı sattılar. Arabanın parasını ev sahibine verdiler. Geri kalanını ise birkaç güne kadar vereceklerine söz verip işlemleri gerçekleştirdiler. 

Asıl sorun kalan parayı nereden bulacaklarıydı. Hemen ödeyemezlerdi de. Çünkü bankaya olan borçları da devam etmekteydi. Ali Rıza akrabalarına çok güveniyordu. "Gönderirler ne olacak" dedi ve telefona sarıldı. Aldığı cevap aynen şuydu: 

"Benim param yok ama istersen yengenin bilezikleri var onları bozdurup göndereyim" 

Ali Rıza: "Yok abi bizim için yengemin bileziklerini bozma" dedi ve kapattı telefonu. Necla aldı telefonu eline. O da kendi yakın bir akrabasını aradı. Anlaşmışlar gibi aynı şekilde o da: "Benim param yok, istersen yengenin bileziğini bozdurup göndereyim" cevabını aldı. Ali Rızanın cevabına benzer cevapla o da kabul etmedi bu teklifi. Çünkü aslında yengenin bilezikleri demek evin huzurunun kaçacağına dair bir mesaj idi. Kısaca vermek istemediklerinin kibarcasıydı. Necla telefonu kapattı ve gülme krizine girdi. Bir türlü konuşamıyor, durumu anlatamıyordu. Ali Rıza konuşmalardan anladığı kadarıyla paranın gelmeyeceğini anlamıştı ama ne olup bittiğini anlayamamıştı. Necla'nın sinirleri bozulmuştu. Hâlâ gülmeye devam ediyordu. Daha sonra her ikisinin de aynı cevabı almasından ötürü gülme krizi tutmuştu. Dakikalarca güldükten sonra yeniden acı gerçekle yüz yüze geldiler. Her ikisi de çaresizdi. Her biri bir köşeye çekildi öylece düşünüyorlardı. Hiç konuşmadılar dakikalarca. Sadece ev sahiplerine kalan borçtan dolayı verdikleri sözü nasıl yerine getireceklerini düşünüyorlardı. O arada telefon çaldı. Arayan Necla'nın kadim dostu, İnci'ydi. Necla'nın moralinin bozuk olması sesine yansımıştı. İnci Necla'nın moralinin bozuk olduğunu hemen anladı. "Neyin var" diye sordu. Necla: 

"Sorma arkadaşım" dedi, ardından durumu kısaca izah etti. sesi titriyordu. İnci:

"Eee ne olmuş yani bu kadarcık para için mi kendini paralıyorsun, bana bir hesap numarası verin, para yarın hesabınızda olur.” dedi. 

Necla bu teklifi kabul etmese de, İnci diretti. "Bak Necla” dedi, biz bugüne kadar birlikte ağladık, birlikte güldük. Dar zamanda imkânımız var iken birbirimize yardım etmiyorsak ne demeye arkadaşız biz?" 

Necla mahcup bir şekilde İnci’nin teklifini kabul etti. Böylece bu dostlukları tescillenmiş oldu. Yıllar, uzun yıllar geçti. Ayrı ayrı illerde gezdiler her ikisi de işlerinden dolayı. Ama ne dostlukları bitti ne de iletişimleri. Hâlâ çok iyi iki dost. İki kardeş gibiler. Akrabalar sağ olsun, yerlerinde olsun. Böyle dostluk ise tüm dostların başına gelsin.

Ha bu arada o akrabalara da selam osun. Şunu biliyorlar ki, kendileri aynı durumda olsalar, Necla o bilezikleri satar gönderirdi de, sizin bundan haberiniz dahi olmazdı.

Karakız...

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...