Nermin ve Kemal'in AŞKI

Sibel Karakız kullanıcısının resmi
Kemal, Sivas'ın Zara ilçesine bağlı küçük bir köyde büyüdü. Liseyi bitirene kadar ise Zara ile köyü arasında mekik dokudu. Başka illere pek gitmişliği yoktu. Derslerinde çok başarılıydı.

 Liseyi bitirdiği yıl, Trabzon'da bir üniversiteyi kazandı. Sevincini annesiyle paylaşmak istedi. -Babasını iki yıl önce kaybetmişti.- Yedi kardeşten en büyüğü ve de annesinin ilk göz ağrısıydı. Annesi ona çok düşkündü. Kocasının ölümünden sonra bu daha da yoğunlaştı. Kemal koşarak üniversiteyi kazandığını gösteren belgeyi annesine gösterdi: 
    "Ana bak, üniversiteyi kazandım.” dedi, “Trabzon'a gidiyorum." Annesi nedense sevinemedi. Çünkü onun uzağa, hele Trabzon'a gitmesi taraftarı değildi. Rengi kaçtı, suratı düştü aniden. Kemal annesinin sevineceğini, kendisiyle gurur duyacağını beklerken onun bu soğuk davranışı karşısında yıkıldı.
    "Anacım neden böyle yapıyorsun? Başkalarının anası olsa sevinçten uçardı? Oysa sen bana bir suç işlemişim gibi davranıyorsun." Anası gözleri ıslak ıslak:
    "Gitme oğlum üniversiteye, burada, yanımda kal. Lise senin neyine yetmiyor. Köyümüzde işlerimizi kim yapacak? Kardeşlerin henüz çok küçük. Buralarda bir iş bulup çalış. Hem birbirimizden ayrılmamış oluruz." diyordu. Ayrıca Kemal’i ikna etmek için:
    "Bak teyzenin kızı Feride de büyüdü. Gül gibi kız, biz elimizi çabuk tutmazsak başkaları kapacak." diye bir yandan da onu evlenmeye teşvik ediyordu. Kemal ise annesine saygıdan kusur etmez, hatta onun bir dediğini ikiletmezdi. Alnını yere dikti ve derin bir nefes aldı. 
   "Ana" dedi. Ellerini annesinin omuzlarına koyarak. Söze nereden başlayacağını bilemedi. Sonra omzuna sarıldı. Annesinin başını göğsüne doğru çekti ve baş örtüsünün üstüne bir öpücük kondurdu. 
    "Anacım, öl de öleyim. Tamam, Feride güzel, terbiyeli, becerikli bir kız. Hem onu ben de çok seviyorum. Ama bacım Fatma'dan hiçbir farkı yok benim yüreğimde. Başka bir gözle bakamam ona. Ne olursun bir daha da bana bundan söz etme. Benim başka hayallerim var. Üniversite okumak, iyi bir iş sahibi olmak istiyorum." 
Annesi ani bir hareketle, öfke içinde kendini uzaklaştırdı Kemal’den. Kaşlarını çattı, ellerini karış şeklinde açarak bir çocuk boyunu gösterircesine, 
    "Sen ve Feride daha şu kadardınız, biz sizi evlendireceğimizi söyledik." dedi ve elini Kemal’in başına götürerek, işaret parmağıyla başına bastırdı. "Hâlâ bunu şu kalın kafana sokmadın mı? Diye sesini yükseltti. Kemal de aynı ses tonuyla:
    "Olmaz ana, bu defa olmaz! Ben bu üniversiteye gideceğim ve Feride'yle de evlenmeyeceğim." diyerek uzaklaştı oradan.
     Kayıt tarihi yaklaşınca Kemal'in ısrarı daha baskın çıkıyordu. Annesi çaresizdi. Trabzon'a gitmesine engel olamadı, Kemal Trabzon'a gidip okuluna kayıt yaptırdı. Yurda kaydını yaptırdı. Yeni yeni arkadaşlar edindi. Başını dersten kaldıramıyordu. İlk yıl zorlansa da, bir sonraki yıl ortama ayak uydurdu, rahatlamıştı. Trabzon’u, halkını sevmişti, esnafla hemen kaynaştı. Kendi memleketine benzemese de doğasına, esprili insanlarına hayran kalmıştı.
Üniversitenin üçüncü yılıydı... Birçok arkadaşı kendilerine sevgili bulmuştu. Birlikte gezip eğleniyorlardı. Kemal ise annesinin emeklerini boşa salmamalıydı. Onun gönül işlerine ayıracak zamanı yoktu. Böyle düşünüyor ve tüm ilgisini derslerine veriyordu. Ama insan hayatta nelerle karşılaşacağını bilemezdi.
     Okuduğu üniversitenin karşısına Milli Eğitim Bakanlığı tarafından dikiş nakış kursu açıldı. İlk başlarda birkaç bayanla başlayan kursa, daha sonraları genç kızlar da yoğun bir ilgi gösterdi. Eylül ayının sonlarıydı. Hava serin ve rüzgârlı. Ağaçlar rüzgârın etkisiyle yapraklarını savura savura döküyordu. Kemal sararmış yaprakların üzerine basa basa okuluna doğru ilerliyordu. Yol ıssızdı. Yolun karşısında genç bir kız, dikiş nakış kursunun olduğu binaya doğru koşuyor, uçuşan yapraklar bir kuş gibi başına konuyordu adeta. Gözü takıldı birden Kemal’in. Upuzun sarı maksi eteği, omuzlarına dökülen kızıl ve dalgalı saçlarıyla havada savrulan yapraklar gibiydi. Kızı görünce kalbine ılık bir şeylerin doluştuğunu fark etti. Dona kaldı birden.
    "Bu ne güzelliktir Tanrım!" dedi kendi kendine. "Yaprakların ağaçtan düştüğü gibi, bu güzel kız da gökyüzünden düşen bir melek mi yoksa?" 
Kız Kemal'i fark etmedi bile, koşar adımlarla kursun kapısından içeriye girdi. O gece derse veremedi kendini Kemal. Aklı kızda kalmıştı. İlk defa başına geliyordu. Masanın başına oturuyor, kitaplarını açıyor, olmuyor olmuyordu. Bir türlü ders çalışmayı başaramıyordu. O gece gördüğü güzelliğin resimlerini çizdi, ders çalışacağı kâğıtlara. Kendince aşk şiirleri yazdı. Hemen hemen hiç uyuyamadı. Sabah erkenden kalktı, kursun kapısında kızın yolunu bekledi. Salına salına geliyordu… Çok güzeldi. ‘Dünyada böyle bir güzellik yok!’ diye geçirdi içinden. Kapının önünde durdu. Kız kapıdan geçerken göz göze geldiler. Kız da etkilenmişti Kemal'den.
Birkaç gün Kemal kızı takip etti. "Nerede oturuyor? Başka biri var mı hayatında…?" gibi sorulara cevap aradı. Hayatında başka birinin olmadığına iyice emin olunca da, onunla konuşmaya karar verdi. Kız evine giderken peşinden gitti. Çakılla kaplı bir yola girdi. Kemal'in kalbi yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu. Kemal’in ayak seslerini duyan kız da, aynı şekilde heyecandan neredeyse bayılacaktı. Kıza yaklaştı: 
    "Merhaba, ben Kemal" dedi. 
    "Ben de, Nermin." 
   "Memnun oldum." 
    "Ben de" 
Tokalaştılar. Her ikisinin de elleri titriyordu. Bir süre sadece bakıştılar, ne konuşacaklarını bilemeden. Kemal:
    "Vaktiniz varsa birlikte biraz yürüyebilir miyiz?" dedi.
    Kız heyecandan cevap veremedi. Sadece bir tebessümle,” evet” dercesine başını salladı.
    Bir çay bahçesine gittiler. Karşılıklı oturup, ailelerinden, havadan sudan şeyler konuştular. Artık hemen hemen her gün birbirlerini görüyorlardı. Nermin annesine de bahsetti Kemal'den. Hatta Kemal’i götürüp annesiyle tanıştırmış ve annesi de onu çok sevmişti. Arkadaşlıklarına bir tür onay vermişti. Kısa sürede aşkları büyüdü. Dillere destan oldu. Kemal'in arkadaşları Nermin’e “yenge” diye hitap ediyorlardı. Nermin'in arkadaşları ise Kemal'e enişte... Öyle büyük aşkla seviyorlardı ki birbirlerini, hiç kimseden saklama gereği dahi duymuyorlardı. Okul bitinceye kadar bu böyle devam etti. 
    Okul bitiyordu. Kemal Trabzon'dan ayrılmak istemiyordu. Bir yandan da harıl harıl iş aramaya başladı. Bir kamu kuruluşunun sınavla memur aldığını öğrendi. Sınava girdi ve kazandı. İş de bulmuştu. Artık evlenmelerine bir mani kalmamıştı. Kemal:
   "Bir an evvel memlekete gidip, aileme senden bahsedip onaylarını almalıyım. Sende burada hazırlıklarını yap. Bir haftaya kalmaz anamı da alır dönerim" dedi. 
    “Tamam, canımın içi. Sabırsızlıkla bekleyeceğim seni.”
Vedalaşıp gitti Kemal. Aradan hafta geçti, ay geçti. Ne kendisi döndü ne de bir haber. Bir sabah postacı bir mektup getirdi Kemal’den. Heyecanla açtı.
    "Beni affet, baş edemedim. Seninle evlenmeye ailemi razı edemedim" diye başlıyordu mektup. Nermin mektubun sonunu okuyamadı. Hıçkırıklara boğuldu. Günlerce yemeden, içmeden kesildi. Hastalandı. Aşırı kilo kaybından dolayı hastaneye yattı. Hastaneden çıkıp biraz toparlanınca, Annesi onu Samsun'da teyzesinin yanına gönderdi. Biraz değişiklik iyi gelir diye düşünüyordu. Ama nafile... Nermin orada kendini bir odaya kapatıyor, saatlerce gözyaşı döküyordu. Kemal'le geçirdiği güzel günleri hayal ediyordu. Ona olan özlemini bir türlü bastıramıyordu. Rengi solmuş, gülen yüzünden eser kalmamıştı. Teyzesi “iyi gelir, biraz kendine gelir” diye bir yakınının düğününe götürmek istedi onu. Nermin her ne kadar istemese de, teyzesinin ısrarlarına daha fazla direnemedi. İstemeye istemeye gitti. Masada oturanlar, gelinle damadın aşklarının ne kadar büyük olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. Bunları duyunca Nermin’in üzüntüsü bir kat daha artmıştı. Gözyaşlarına engel olamadı ve koşarak lavaboya gitti. İçeride kimse yoktu. Bu biraz rahatlattı onu. Avazının çıktığı kadar sesli sesli ağlamaya başladı. İsyan etti. "Allah'ım, Allah'ım benim suçum neydi, bizim suçumuz neydi ki kavuşamadık!" diye dakikalarca ağladı. Ta ki peşinde teyzesinin geldiğini görene kadar.
Kemal, memlekete gidince annesi ona baskı yapmış, "Feride'yle evlenmezsen sana hakkımı helal etmem, evlatlıktan ret ederim!” demişti.
Bu sözler Kemal'i kararından vazgeçirememişti. O da restini çekmiş bavulunu hazırlamıştı. 
    "Ben yarın Trabzon’a gidiyorum.” dedi annesine, “siz isteseniz de istemesiniz de Nermin'le evleneceğim!" 
    "Kabul etmiyorum, sen Feride'den başkasıyla evlenemezsin!" 
Sabah erkenden Kemal aç susuz yola koyuldu. Ne kimseyle vedalaştı ne de haber verdi. Arkasından "Kemal abiii, Kemal abiii!" diye bağıran bir ses duydu. Sesi tanıdı hemen. Kardeşi Ali’den başkası olamazdı. Koşmaktan nefes nefese kalmıştı. Karnını tutuyordu. Konuşmaktan zorlanıyordu. Zor bela "anam, anam" diyebildi. Biraz daha kendini toparlayınca: "Anam fenalık geçirdi. Bayıldı. Çok kötü durumu. Hemen eve dönmelisin" diyebildi. 
     Her ikisi de koşar adımlarla tekrar eve döndüler. Yatağından Kemal'i bulamayan annesi fenalık geçirmiş, bayılmıştı. Annesini hastaneye kaldırdılar. Tansiyonu yükselmiş, kısmi felç geçirdiğini söyledi doktoru. Kemal sesini çıkaramadı. Annesinin felçli yaşamasına belki de ölümüne neden olmak istemiyordu. Annesi birkaç gün içinde iyileşince apar topar Feride'yle Kemal'e düğün yaptılar. Düğünden sonra Feride'nin yüzüne dahi bakmadı Kemal. 
Sivas'ın geleneklerine göre düğünden bir hafta sonra gelin ve damat, gelinin anne-babasına el öpmeye giderlerdi. Yola koyuldular. Her iki köy de birbirine yakın, yürüme mesafesindeydi. Köye yaklaşınca Kemal: 
   "Sen devam et.” dedi, “beni bekleme, sıkıştım, şu çalıların arasında tuvalet ihtiyacımı gidereyim sana yetişirim" 
Feride'yi babasının evine yalnız gönderdi. Kemal, kaçmayı planlamıştı. Koşar adımlarla köyün dışındaki ana yola yetişti. Yoldan geçen araçlara otostop çekti. Bir kamyon onu aldı ve Sivas'a kadar götürdü. Oradan doğruca otogara gitti. İlk otobüsle aktarmalı da olsa Trabzon'a vardı ertesi gün. İlk işi Nermin'i aramak oldu. Nermin'in Samsun'a gittiğini duyunca yıkıldı. 
Nermin'e bir mektup geldi. Mektup Trabzon'da bir akrabası aynı zamanda da sırdaşı olan Kamile'dendi. Umutsuz bir şekilde yavaş yavaş açtı zarfı. İçindekileri okuyunca neşelendi, bu defa da sevinçten hıçkıra hıçkıra ağladı. Kamile, "Kemal geri döndü. Her yerde seni arıyor. Bir an evvel seninle evlenmek istiyor. Çabuk Trabzon'a dön" diye yazmıştı.
   Kemal, kalktığı gibi soluğu otogarda alıyordu. Samsun'dan gelen otobüslerin yolunu bekliyordu. Gelen otobüste son yolcu inene kadar bekliyor, Nermin'i göremeyince elini cebine koyup boynunu büküp çaresizce geriye dönüyordu. Üçüncü gündü... Bu kez inen yolcuların arasında Nermin de vardı. Cam kenarında oturmuştu; görmüşlerdi birbirlerini. İkisi de sabırsızlanıyordu. Bir an evvel kavuşmak, sarılmak istiyorlardı birbirlerine. Nermin adeta koşarak, diğer yolcuların üzerinden atlamak istercesine indi otobüsten. Kemal, kollarını açmış bekliyordu onu. Birbirlerine öyle bir sarıldılar ki, gözleri kimseyi görmüyordu. Yolcular "yol verin de bizde geçelim." Demeleriyle ancak kendilerine gelebildiler. Utandılar.
   Aradan birkaç ay geçti. Kemal Nermin'in ailesiyle konuştu. Durumunu anlattı. “Nermin'i ömrümün sonuna kadar mutlu edeceğim. Onu asla bırakmayacağım!” diye söz verdi. 
Bu büyük aşk karşısında ne Nermin'in ailesi durabilirdi ne de Kemal'in. Sade bir düğün yaptılar. Küçük bir ev tuttular kendilerine… İki kızı ve bir oğulları oldu. O kadar mutlu yaşıyorlardı ki, evlenecek olanlara onların mutluluğu örnek veriliyordu.
Aradan uzun yıllar geçti. Kemal çalıştığı o kamu kuruluşunda müdür emeklisi oldu ve şimdi Nermin'le torunlarını sevmekle meşguller.
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...