Babam, üç amcam ve halama

Necmettin Yalçınkaya kullanıcısının resmi
İnsandı babam. Uzun boylu. Ela gözlü. Yakışıklı. Annem çok kıskanırdı onu. Rahat yüzü göstermezdi. Toprak Su’da sürveyandı. Gölet ve drenaj kanalları yapardı. Pazartesi işinin başında olur hafta sonları eve dönerdi. Özlerdik onu, özletirdi kendini. Mahallede herkes severdi onu.

Kredisi bize de yansırdı. Yıllar sonra askerden bir izin dönüşü yitirdim babamı. Kalp krizi ayırmıştı onu sevdiklerinden. Yüzündeki gülümsemesi duruyordu, gözleri açık kalmıştı. En çok da o koydu bize. Torbalı Devlet Hastanesinde ölüm erken uğramıştı evimize. Cenazesi çok kalabalıktı. İzmir ağlıyor, gökyüzü ağlıyordu... Nenem gelip başında ağladı. “Keşke” dedi, “Hasan öleceğine, benim kızım öleydi!” Koskoca Galo Dedem gözyaşı döktü. Onu ağlarken hiç görmemiştim. Babam göçüp gitmişti bu dünyadan, ama kokusu ve sesi hep asılı kaldı evimizin bir köşesinde. Amcamlar yokluğunu hissettirmedi bize bir süre babamın. Hep yanı başımızda oldular, destek verdiler.
 
Mehmet amcam babamın bir büyüğü, güleç biriydi. Ceketinin iç cebinde çocuklar için hep çikolata ve şeker taşırdı. Küçük çocuklar onu görünce: “Koşun çocuklar Şeker Dedemiz geldi!” diye bağırırlardı neşeyle. Kısaydı boyu, gözleri ışıldar, eliyle sevgi dağıtırdı. Babamdan sonra onu yitirdik.
 
İskenderun’da bahriyeli asker olmuştum. Bir gün ismim anons edildi. Ziyaret yerine koştum. Gelen Hüseyin amcamdı. Elinde bir demlik çay vardı. Bir banka oturduk. Sevgiyle içtik. Cebinden bir mendil dolusu saat çıkardı. “Seç, beğen, al” dedi. Kurmalı saat yerine pilli olanı alıp taktım koluma. Birkaç ay sonra usta birliğime Ankara’ya gittim. Gitmez olaydım keşke! Kolumdaki saat, Ankara’nın soğuk, ayaz gecelerinde donarak çatladı. Yıllar sonra da Hüseyin amcam da yıldızlara gitti. Xızır’ın başka bir işi vardı, belki de ondan koruyamamıştı babamı ve amcamı.
 
 Daha önce Fadime  ve Selvi halamı toprağa vermiştik zaten. Fadime halam kısa boylu, güleç yüzlü biriydi. Çok sevecendi. Etrafına gülücük dağıtırdı... Selvi halamın varlığını ise ilk annemden duymuştum. "Oğul" demişti, "senin bir de Selvi halan var. Boyalı Köyü'ne gelin gitti, Gök İbrahim'le evlendi.-gözleri gök rengindeymiş- Sonra İzmit'e göç ettiler. Uzun yıllardır görmedim." Yıllar sonra kapımızın zili çaldı. Koşup ben açtığımda bir kadın ve elinden sıkıca tuttuğu küçük bir oğlan çocuğu karşımda duruyordu. kadın beni kendine doğru hızla çekti. "Ben sana kurban olurum" dedi. Babam kadının sesini duyunca yerinden fırladı. "Selvi bacım" diye bağırdı. Çocuk da kuzenim Yetkin'den başkası değildi. Bir yabancı gibi bakıştık önce, annemin "sarıl" komutuyla yakınlaştık birden...
 
Yusuf ve İsmet amcam kalmıştı hayatta. Bir de halalarım.  İsmet amcam, karısı Saime’yi yitirdikten sonra bir yanı yarım kalmıştı. Kızlar da evlenince, kendine yeterince bakamaz olmuştu. Emekli olmuş, tüm yaşamı neredeyse evle kahve arasında geçiyor olmuştu. Kahve sığınılacak bir limandı onun için. Rahatsızlandı birden. Ameliyat oldu, çocuklar hastalığını sakladılar ondan. Bilmedi, nasılsa atlatırım sanıyordu. İkizi olan İpek halam yanındaydı hep. O da birkaç yıl önce kocasını kaybetmişti. Çocukları olmamıştı, yalnızlığını tek yumurta ikizi İsmet’le paylaşıyordu.
“İso,” dedi halam, “ben bir evime gideyim. Bahar temizliğimi yaptıktan sonra gelirim yine.” Gitti. Gidiş o gidiş. Birkaç gün haber alınamadı kendisinden. Çilingirle birlikte kapısı açılıp girildi evine. Soba borusu elinde, kalp krizi geçirip yıldızlara gitmişti o da.
İsmet amcam çok üzüldü canının bir yarısı İpek’e çok. Hastayken birkaç kez aradım İsmet amcamı.
“İyiyim” dedi, “çok yazmasın. Yazıktır sana!” diyerek sonlandırdı telefon konuşmasını. İnanmadım kuzenim Hülya’yı aradım:
“ Abi” dedi, “babam Mehmet, Hasan ve Hüseyin amcamı ve canının yarısı İpek halamı sayıklıyor hep. Uyanınca onlardan bahsediyor, çok özlemiş… Bir yanı özlem bir yanı tütün kokuyor hep. Yüzü solgun, ama gözleri ışıl ışıl parlıyor hâlâ.” Durumu ağırlaşınca Hülya alıp götürüyor onu doktora. Çünkü Tülin kocasının görevi yüzünden Erzurum’da... Kontrolleri yapıldıktan sonra doktor:
“Bizim yapabileceğimiz bir şey kalmadı” diyor, “bu saatten sonra ışın tedavisi de fayda etmez. İyisi mi eve götürün. Son günlerini evinde, sevdiklerinin yanında geçirsin.”
“Baba” diyor Hülya, içindeki acıyı saklayarak. “Doktor, ‘babanızın durumu çok iyi... Işın tedavisi bile gerekmez,’ dedi.”
İnanıyor hemen. Yüzüne bir sevinç gelip oturuyor. Gözleri etrafına sevgiyle bakıyor. Birkaç gün sonra bana ölüm haber ulaştı:
“ Amcamız, babamız yıldızlara koştu!”
 
Adana’dan Anos halam kızıyla gelmiş izmir'e. Tüm akrabalar ve komşular başucunda gözyaşı döküyor amcamın. En çok Anos halam ağlıyor. Kardeşsiz kalışına, yalnız kalışına... uzak şehirlerde ayrı ayrı yaşadıklarına hayıflanıyor.
 
Şimdilik bir amcam kaldı hayatta. Yusuf amcam diğerlerine benzemiyor. O cebinde çikolata, şeker taşımaz. Onun çok karısı oldu. Gözüne gözlük, koluna karılarını takıp gezmeyi sever o. Varsın olsun. Yeter ki hayatta olsun.

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...