Sevgili Eşim Gülşen’e Veda

Hıdır Karakuş kullanıcısının resmi
biz

Büyüklerimiz bu durumu geleneksel kurallara bağlamak için biraz uğraştılar, tam kitabına uymadıysa da idare ettiler, sonra çocuğumuz oldu, hayatın zorluklarını daha fazla hissetmeye başladık. Sevgi karın doyurmazdı, karnımızı doyurmak için düştük İstanbul’un yollarına. Hayat koşulları acımasızdı, karın doyurmak kolay değildi, beceri gerekirdi, eğitim, meslek bilgisi, üretim döngüsünün işleyişinin farkında olmak gerekirdi, bizse bunlardan mahrum, inatla hiç birine aldırmadan kendi bildiğimiz gibi, içgüdülerimiz ve duygularımız doğrultusunda yaşamaya çalıştık. Nerede bir itiraz, nerede bir muhalefet, nerede bir başkaldırı varsa enini sonunu düşünmeden düştük peşine. Yasakları çiğner, kaçakları saklardık, boyumuzdan büyük işlere kalkar, altında kalırdık, kitap okumaya kalkar, yasak şeyleri öğrenmeye çalışırdık.

 Derken 12 Eylül darbesi oldu. Baskıları, şiddeti kapımıza dayandı. Kabul etmek, boyun eğmek olmazdı. Ben cezaevine, Gülşen temizlik şirketine çalışmaya… Çocuklar toz toprak, çamur içinde oynayarak yolumuzu beklemeye koyuldu. Ben 12 Eylül hapishanesinde genel gidişata göre idare etmeye çalışırken, Gülşen bir yandan çocuklara bakmaya, bir yandan temizlik işlerinden ekmek parası kazanmaya, bir yandan da beni görebilmek için çabalıyor. Bu kadar zorlukla baş ediyor da bir daha beni göremeyecek korkusuna kapılıyor. Yaşamın zorluklarından şikâyet etmedi de, beni kaybetme korkusundan, çevrenin acımasız suçlamaları, duyarsız, hoyrat, haksız yaklaşımlarından şikâyet etti. Haklıydı, emeğiyle çalışıp yaşam mücadelesi verirken, kadın olduğu için, başında koca yok diye, haksız suçlamalara, geleneksel, gerici feodal değer yargılarına maruz kaldı. Geleneksel gerici değer yargılarına direnmek zorunda kalıyordu. Eğitimsizdi, işitme engelliydi ama inatçıydı, cesurdu, pes etmedi. Vazgeçmedi.

Zaman ilerlerken, hayatın zorluklarına, başarısızlıklara, hayal kırıklıklarına alışmaya, geri yanlarımızı aşmaya, hatalarımızdan öğrenmeye çalışırken, her şeye baştan başlamaya çalışırken, hayatımızda altından kalkamayacağımız bir deprem yaşadık. 1975 Ağustos sıcağı, yüreğimizi kavuran bir ateş gibi, aklımızı başımızdan alan bir yangın gibi, memleketi saran bir yangının içine düşmüş gibi, yirmi yaşında kızımızı, bir tanecik sevgili kızımızı, inatçı boyun eğmez, ısrarcı isyankâr, asi kızımızı, Şehriban’ı kaybettik. Vurulmuştu dersimin kuytuluk bir dağ yamacında, paramparça olmuş 13 fidan gibi, ağustos güneşinin yakıcı güneşinin altında yanmış kavrulmuş 13 taze fidan gibi. Bir gün gelip de bu kadar çaresiz, bu kadar zayıf düşebileceğimi düşünmemiştim hiç! Bunun altından nasıl kalkılırdı? Bu yükü nasıl taşırdık? Hiç bilemezdik. Ne bir dost eli vardı yaramızı saran, ne bir yoldaş dayanışması yüreğimizi ısıtan, hayat buz kesmişti, üzerimizde depremin tozu toprağı, yaşamaya tutunmaya çalışırken, yine kendi kaderimizle baş başa, kendimizce bir direniş geliştirdik. Sevgiden birbirimizi sevmekten vazgeçmeyip, yine birbirimize tutunmaya çalıştık. Yine boyumuzu aşan mücadelelere girdik, çocuk sahibi olduk yeniden, taşıdığımız yükün altında ezilirken, yükümüzü biraz daha ağırlaştırdık, yine kendi bildiğimiz gibi yaşamaya, kafamıza estiği gibi hareket etmeye devam ettik. Çok şey görüp yaşadık, büyümedik bir türlü, çocukça düşünüp safça yaşamaya devam ettik. Her zorluğun üstesinden gelmeye çalıştık kendimizce. Üstesinden geldiğimizi sandık zorlukların, ayağa dikildik, itiraz ettik. Yeniden, bize yabancı gelen, onaylamadığımız her şeyle kavga eder olduk yeniden.

 Tam başardık sandığımız bir zamanda, kanser denilen bu illet geldi yapıştı yakamıza. Geldi yapıştı Gülşen’in yakasına, kanserle savaşa tutuştu bu seferde, pes etmedi, teslim olmadı, inatçıydı, cesurdu, vazgeçmedi mücadele etmekten, tam üç yıl sürdü bu mücadele. Ancak ne çare, düşman kendi bedenindeydi, içten fethetmişti, kanserli hücre üretiyordu durmadan, baş edemedi bir türlü kendi bedeniyle. Bugün bu kışın ayazında, yıldızlara karşı, tüfek çatmış kadın partizanlar gibi, bir mola vermiş gibi, usulca geçip giderken aramızdan, ben şahidim, siz de şahit olun ki, ne utanacak bir şey yaptı, ne bir pişmanlık duydu. Amma zaman yetmedi, çok şey yapmak isterdi daha, ben şahidim, dört duvar arasına çekilip oturmadan bir şeyler yapmak isterdi hayata dair, çok şey bilmek isterdi daha, çok şey öğrenmek isterdi. Bütün olumsuzlukların, başarısızlıkların sebebini bilmek isterdi. Eğer Gülşen, birçok eksik, yarım kalmış şeyle geçip gidiyorsa aramızdan, bu aynı zamanda benim yetersizliğim, bizlerin eksikliği ve yetersizliğidir. O zor çalışma koşullarına rağmen çalışıp yaşam mücadelesine var gücüyle katılırken, aynı zamanda ekmeğini ve güçlükle kurduğu sofrasını, her koşulda arkadaşları, Dostları ve çevresiyle cömertçe paylaştı. Eğer başaramadığı şeyler varsa, dostların, arkadaşların, çevresinin desteği eksik kaldığı içindir. dilim döndüğünce anlatmak isterim Gülşen’i lakin bunu layıkıyla becerebileceğimi düşünmüyorum, Gülşen aramızdan ayrılırken hiç olmazsa şunu söylemek isterim ki, o beni uyaran, çocukça safça düşüncelerimi gidermeye çalışan, benim hayalperest, aceleci başına buyruk hallerimi önlemeye, sınırlamaya çalışan bir arkadaş, sevgisini şefkatini cömertçe sunan bir yâr, korumak isteyen bir ana, aşırılıklarımı cezalandıran bir adalet gibi hep yanımda, arkamda, önümdeydi. Ona layık olduğu ölçüde, her zaman yumuşak ve sevecen davranmayı başardığımı düşünmüyorum, çok isterdim ancak başaramadığımı bilmenin acısıyla konuşuyorum. İstemesem de onu kırdığımı, incittiğimi biliyorum. Beni zaman zaman kabalaştıran, hatalı davranmama sebep olan şartların dayattığı yanlışlarım için üzgün olduğumu birçok kez itiraf ettim. Onu incitmemek, onurunu ve saygınlığını korumak için hem kendimle hem de çevremle mücadele etmeye çalıştığımı da söylemek isterim. Bu konuda takdiri bizi yakından tanıyan dost, akraba ve arkadaşlarıma bırakıyorum.

 Kısaca özetlemeye çalıştığım hayat serüvenimizi tam anlamıyla dile getirmekten acizim. Bugün Gülşen’i uğurlarken omzumdaki yükün bir kat daha artığını, hem kendi adıma, hem Gülşen adına, hem de Şehriban adına bu yükü taşımak zorunda olduğumu biliyor, bunun ağırlığı altında ezilmeden layıkıyla taşımayı arzu ediyorum. Gülşen’i uğurlarken bugün huzurunuzda ona verdiğim sözlerin hepsini gerçekleştiremediğim için üzgün ve mahcup olduğumu söylemek isterim. Biliyorum ki işler istediğim gibi, sana anlattığım gibi, kendimi ve seni inandırmaya çalıştığım gibi yürümedi. Biz hayatın gerçeklerine, zamanın ve değişimin hızına yetişemedik, yetersiz kaldık. Tasarılarımız yarım, yapmak istediklerimiz eksik kaldı. Daha gidilecek çok yolumuz vardı. Biliyorsun ki bütün düşüncelerimde sonuna kadar samimiydim, sana hiç yalan söylemedim, rol yapmadım, ihanet etmedim, onaylasan da onaylamasan da hep olduğum gibi göründüm, göründüğüm gibi oldum.

Dostlar…

 Bugün Gülşen’i uğurlarken günah çıkarmak değil amacım, hayatımın eleştirisini, öz eleştirisini yapmak isterim ama bunu tam anlamıyla beceremem. Yarım yamalakta olsa bir şeyler söylemek istedim. Hem kendi adıma hem de Gülşen adına söylemek isterim ki uğruna mücadele ettiğimiz değerler insan olabilmenin, insanca yaşayabilmenin değerleriydi. Bazen yolumuzu şaşırsak da, kılavuzsuz kalsak da bizi eninde sonunda doğru yöne götürecek değerlerdi. Kendisine saygısı olan insanın, emeğine sahip çıkmak isteyen insanın değerleriydi. Bedeli ağır olsa da bundan dolayı pişmanlık duymadık, sadece başarılı olamadığımız için üzüldük, Gülşen adına söylemek isterim ki, kansere yenik düşmüş olsa da insan olma mücadelesinde yenik düşmedi, bunun için her zaman emek harcadı. Bugün bu emekçi devrimci anayı, bu yüreği coşkulu, dost canlısı, arkadaş canlısı devrimci anayı, bu enerjisi tükenmez, çalışkan, zeki, cesur anayı, bu yüreği haksızlıklara karşı öfkeyle dolu, bu nice haksızlıklara uğramış ama boyun bükmemiş, pes etmemiş saygıdeğer dostu, değerli insanı kaybetmenin acısı, hüznü yüreğimi burkuyor, can evimden yaralıyor. Onun bedenini tahrip eden kanser belasına karşı aciz kalışımın, çaresizliğimin altında eziliyorum. Birlikte paylaştığımız hayatımızın acı tatlı hatırasını layıkıyla taşımak isterim. Bu gün benimle birlikte Gülşen’i uğurlamak için dayanışma gösteren, acımı paylaşan, akraba dost ve arkadaşlarıma, sevgimi saygımı minnet duygularımı sunarım.

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/22/2024 - 21:29
01/27/2024 - 22:27
01/02/2024 - 00:43
08/05/2023 - 16:21
07/31/2023 - 22:44
07/29/2023 - 19:58

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...