Yüzüne renk gelmiş, rüzgârda uçacak gibi duran vücudu et bağlamıştı.
Kıyametin koptuğu an, otobüse bindiği ve umut içinde dağları seyrederek “Kurtuldum.” dediği an olduğunu çok sonraları anlayacaktı. İnsanın alışkanlıklarından uzaklaşması sanıldığı gibi kolay değildi. İlk günler kızgınlıkların verdiği öfke içinde geçse de sandığı gibi olmuyordu işte.
Kendine ait bir hayatı geride bırakmak, en kötü hayatı yaşamaktan daha zordu. Bunu yaşamayanlar anlayamazdı, biliyordu. Mantosunu giyip botları ayağına geçirdi. Güneş olmasına rağmen acı bir soğuk kulaklarını sızlattı. Atkıyı sardı iyice. Toplam üç dört kez çıkmıştı çarşı pazara. İşsiz, parasız, evsiz ve sorumsuzdu aylardır. Hoş bundan dolayı rahatsız olmaması gerekiyordu.
Bankaya girdi önce. Hesabında çok az kalan paradan çekti. Sonra pazara gitti. Dolaştı pazar yerini. Pazar yeri düzensiz tezgâhların üstüne konan kalitesiz meyvelerle rastgele doldurulmuş, yerler kırmızı çamur içindeydi. Birkaç pazarcı ateş yakmış, donmuş ellerini ısıtıyordu. Tezgâhın birine yaklaştı. Pazarcı bağırdı:
“Seçmece yok. “
“Nasıl yani?”
“Böyle, işine gelirse.”
Pazarcı yarısı çürük meyveleri çaktırmadan poşete doldurup poşetin ağzını bağlamıştı. Poşeti açtı, içindeki çürük meyveleri çıkardı tezgâha koydu.
“Bak yarısı çürük, bir kez daha sat bunları gözün doysun.” dedi. Pazarcı ardından bağırdı:
“Seçeceksen manava gideceksin. “
Sokaklar boştu. ‘Bu insanlar ne yapıyor anlamıyorum.’ diye düşündü. Çarşıdaki çiçekçileri dolaştı, açık yerde çiçek satan var mı, diye dolandı durdu. Bir demet sarı sarı, top top açan nergis alacaktı. Koklayınca sarsılırdı insanın içi. Çiçekçiler yapma çiçekler satmaya çalıştı. Çaresiz yürüdü. Yılbaşı kimsenin umurunda değildi. Şehrin ortasında bir hareket göremedi. “Demek müzik grubu falan da yok. Niye eğlenmiyor kimse?” dedi seslice. İçi acıdı. ‘Buradaki belediye neye yarıyor?’ diye düşündü. “Ölü bir kent burası, mezarları evleri olmuş farkında bile değiller.” dedi sinirle. Çok üzgündü. Kızı burnuna koktu nergis gibi. Kızının doğum gününde bir demet nergis bulamayışının kederiyle eğdi başını yere. Akçay geçti gözünün önünden. İşlettikleri pansiyondaki yaz kış açan çiçekler sonra. Feminist kadın derneğindeki kızlar bilse ne derlerdi? ‘Hoş onlar her vakit diyecek bir şey bulurlardı. Evde kalmış kız kuruları çekemediler beni.’ diye düşündü. “Çifte sömürü altındasın. Birincisi çok çalışıyorsun, ikincisi eşit hakların yok kocanla.” diyerek altını oymuşlardı işte evliliğinin. Ne demişti Faruk? “Bu kızlar toplumun sorunlarından bihaber, sana zarar verdiklerini görmüyorsun. Toplumsal eşitsizliğin nedenini ben oluşturmuyorum.” Dudak bükmüştü o vakitler. Ani bir kararla Faruk’u aradı.
“Faruk, merhaba.” Tanıdığı Figen’in sesini duyunca şaşırdı.
“Naber şekerim, iyi misin? Nergis iyi merak etme. ‘Annem kucak dolusu nergis alırdı.’ diye tutturdu. ‘Biz de Faruk’la gittik çiçek aldık ona. Doğduğu gündeki gibi. Hani hepimiz hastaneye bir buket nergisle gelince kızının adını kokusundan etkilenerek Nergis koymuştun ya! Gelenek devam ediyor anlayacağın.”
“Pardon da Fulya, Faruk’un telefonu niye sende? “
“Aaa şekerim Faruk söylemedi mi? Evlendik biz onunla. Bir iki yardımcı tuttuk pansiyona. Çok mutluyuz, merak etme. Haydi iyi bak kendine. Aradığını söylemeyeyim istersen. Baayy! “
Başı döndü, bir banka oturdu. Poşeti açtı. Ne zaman üzülse bir şey yerdi. Soydu portakalı. İçi buz tutmuştu. Diğerini, sonra diğerini soydu. Buzdu içi. Hıçkırdı. “Bütün portakallar buz tutmuş, bütün portakallar! Ve üstelik nergis bile satan yok. Aman Tanrım aman Tanrım.”