Yalnızlık; mektup!
Yalnızlık; toprak kokusu.
Ölü bir yağmurun yorgun nefesinde hayıflandığında toprak, anlaşılmamış ve kana bulanmış doğurganlığı için… o zaman payımıza başını dizlerine dayamış bir tenhalık düşer. Bir şeyler söyleme şansın olursa. SUS! Kalbini unut, yaşadığın ve yaşamadığın mevsimler aşkına, pişmanlık gözyaşlarını öğüterek kuş seslerinde, kendini bulmak unutmanın fetvasından geçer.
Dokun ve dinle “sessizliğin nabzını” Çünkü o an yalnızlıktasın… Kutsamıştır dudaklarına kement vurmuş ve sessizliğe yer bırakan cümleler.
Dokunmaktır işte kalbine yalnızlık, tenhalığın ağlayışı yankılandığında bedeninde. Öyle bir ağlayış ki, bu hem doğuş hem de ömrünle sürüklenen bitişin öyküsüdür.
Şimdi konuşmayı sağır bir akşamın ellerine emanet kıl.
SUS! Sessizlik ürkecek içindeki hırçın ırmaklara düşerse sesin.
Susarak dinle, ‘özle’ susarak çıldır ama bu bir ibadettir, kendinden geçirerek kelimelerin şifresini çözen.
Kar düşerse anılarının sayfalarına, sende birikmiş koruduğun kıyamadığın o sır yüklü suskunluğun üşürse, bir rüzgâr esse dalgınlığının enginliğine, buğulanırken gözlerin, sabah açtığında kapısını hayatının, zaman titrek dudaklarıyla serpiyorsa anlarını adımlarına ve sonra… İçini oyan bir tuhaflık seni çekiyorsa kendisine, ibadettesin, yalnızlıktasın, yalnızsın.
Yalnızlıkta dünya dursa da sen durmadan dönersin. Ve bir şarkının en ince yerinde kanar ses. Şarkı solar. Hayat o an sende solan şarkı, ketum susku!
Çıldırmak nedir o an? Aklın diline hâkimiyetsizliği, bilinenler denizinde.
Ve yalnızlık bir bildiridir. İkna olmayan bilinenlere göç eylemeyi işaret eder. Açmadan yelkeni çıldırışa çekmektir sesini kıyısına.
Gözyaşı ılıkça tenini yıkar en uzak her şeyin.
Yıldızlar ölür, yasını tutar dağ edalı bir hüzün. Bir nehir dersin ama dalgasını kucağına çeker. Kendinde nefesini tutarsın hıçkırığının, ağlasan da ağlamazsan da. Ve sonra bir mektup olursun, tutuk yâda bitimsiz. Ama anlatma istemidir sende hasret kaldığına yâda anlatmak istediğine.
Yumsan gözlerini anılar cehennemi canlanır gözlerinde. Yanan bir şehirde büyümeyi öğrenmemiş emeklerken vurulan çocukluğun kirpiklerinden bir yağmur sonrası olup akar, toprak kokusu olursun.
Yalnızlık; mektup!
Yalnızlık; toprak kokusu.
Çiy damlası düşer yapraktan, dağın elleri değerken bir şarkıya. Gece hasrete salar kendini. Kaybolmuş bir çocukluğun ne der hıçkırığında yalın ayaklarıyla prangasına vurursa çaresizlikte.
Çiy damlası kayar yapraktan… Yaprak kurur toprak sevinirken. Ama toprak da kurur yaprağın kuruyuşuna sevinirken. Bilebilmek, düşünebilmektir bunları yalnızlık.
Saçların bir bulut iken, rüzgârın dalgaların esişi, sürmedir gözlerinde, nehirler ekilir yüreğine.
Bir uzak iklim serzenişinde özlemeye başladığın andır yalnızlık…
Saçların bulut
Rüzgâr bende
Nehirler ekilir yüreğime
Susarsan yalnızsın.
Kabul edişten çok yüzsüz bir tümcede yitersin. Kemirirken isyanını körelen bir miat yığarsın ruhuna. Coşkusuz ve yılgın bir tebessüm giyinir yüzüne mecalsizliğin gölgesini saldığı yüreğinden. Ya da konuşursan yalnızlığın basamağından uçurumun dalına tutunursun yine. İki şeydir haritasının uçları şu kahrolası derin tekilliğin. Susmak ile konuşmak arası ince bir nüans. Bir şeydir iki şey arasında kalan iki şeyinde sınırlarına dokunarak var olan. Bu yüzden bir bilmecedir yalnızlık.
Bulut, rüzgâr, nehir, iklim, özlem… Ama yalnızız.
Hiç dinlediler mi sessizliğin nabzını…
Bir kuş nasıl ağlar
Ve gözyaşının hem şifasını hem gazabını
Ve kim bilebilir yalnızlık ölürken
Kime bırakır mirasını
Kategori: