Eygi Vesilesiyle -Balık Hafızalılar İçin- 50 Yıl Sonra “Kanlı Pazar”[*]

Temel Demirer kullanıcısının resmi
“Ve tanrıya itaat ettiğimizi sanırken, aslında insanlara itaat ediyoruz.”[1]

Mehmet Şevket Eygi’nin ölümü üzerine Twitter’dan mesaj yayımlayan AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ülkemizin yetiştirdiği en önemli mütefekkir ve münevverlerden biri olan Muhterem Mehmed Şevket Eygi Beyefendi’nin vefatını derin bir teessürle öğrendim,”[2] deyip; onu ilk tanıdığı yerin Babıali’deki Bedir Yayınevi olduğu vurgusuyla, “Kalemin yanında en önemli özelliklerinden bir tanesi de estetik anlayışıydı. Müslüman’ın estetiğine çok dikkat etmesini ifade ederdi,”[3] dedi!
“Estetik anlayışı”(?!); “Bilmiş olunuz ki, büyük fırtına patlamak üzeredir. Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekûn savaş kaçınılmaz hâle gelmiştir. İmtihan günleri gelip çatmıştır. Kaderden kaçmak, kurtulmak ne mümkün... Komünizm küfrüne karşı derhâl silahlan. İslâm’da askerlik ve cihad ihtiyari değildir, mecburidir. Allah ve ona kulluk borcunun içinde cihad farizasının da bulunduğunu bir an bile unutma. Stalin ve benzeri deccallerin piçleri olan kızıl veletler sokaklara dökülüp Türkiye’yi yıkmak isterlerse bütün Müslümanları karşılarında bulmalıdırlar... Onlarda taş, sopa, demir, molotof kokteyli mi var? Biz de aynı silahları kullanmaktan aciz değiliz... Herkes vazifeye koşsun, herkes komünizm küfrüyle savaşa hazırlansın. Komünistler ve onları destekleyen hain şahıs ve müesseseler kahr edilsin... Bir Müslüman yüz komüniste bedeldir. Müslümanlar, komünizmle çarpışan devlet kuvvetlerine yardımcı olsunlar... Not: ‘Bir şeyler’ olursa, silahlar patlar patlamaz, vazifeye koşmağa çalışacağız. İnşallah kızıl kafirlerin, Deccal uşağı dinsizlerin tepelerine birer intihar uçağı gibi ineceğiz,” satırlarıyla müsemma Mehmet Şevki Eygi bu satırları 68’lerin 6. Filo’yu protestolarına ilişkin olarak kaleme almıştı! Ne estetik ama!
Ve “50 sene sonra, ‘silahlanma’ ve ‘kafirlere ölüm’ çağrıcı başı gerici dinci ‘kafir’, ‘İstanbul Beyefendisi’ ilan edildi! Günümüz neo-liberali, eski siyasal İslâmcı Ahmet Hakan örneğin, bu gerici saldırganı, ‘tam bir İstanbul beyefendisi’ olarak tanımladı. ‘İncelikli zevklerin peşinde’ olduğunu yazdı.”[4]
Sakın ola kimse unutmasın, unutturmasın; bunlar, ABD aşığı İslâmcı şiddetin örneğidir!
* * * * *
Hatırlayın: ABD’nin 6. Filosu Ekim 1967’de Türkiye’ye gelecekti. Bunu öğrenen devrimci gençler bir dizi protesto hazırlığı yaptı. İTÜ, Yıldız Teknik ve ODTÜ Talebe Birlikleri, 7 Ekim 1967’de ABD’yi protesto eden ve karaya çıkışlarını engellemeyi amaçlayan bir miting düzenlediler. Geç saatlere kadar beklendi fakat 6. Filo’dan hiçbir asker karaya çıkmadı.
Aynı günlerde Türkiye Milliyetçi Öğretmenler Konfederasyonu Genel Başkanı Selahattin Arıkan, “Solcuların işi azıtmaları hâlinde kahraman Türk ordusu müdahale edecek ve Yunanistan’da olduğu gibi komünistlerin hakkını avuçlarına sokacaktır,” açıklamasında bulunmaktaydı. 17 Temmuz 1968’de ise protestoya katılanları yakalamak için İTÜ Öğrenci Yurdu’na polis baskın yaptı ve İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisi Vedat Demircioğlu pencereden atılarak katledildi.
İki yıl sonra 10 Şubat 1969’da 6. Filo Dolmabahçe’ye bir kez daha geldi. Ülkenin önemli illerinde yapılan ilk protestolardan sonra öğrenci ve işçi örgütleri 16 Şubat 1969’da İstanbul’da “Emperyalizme ve sömürüye” karşı miting düzenleme kararı alırlar. Yürüyüş Beyazıt’tan başlayıp Taksim Meydanı’nda sona erecektir. Tüm yasal izinler alınır ama yürüyüş günü yaklaştıkça devletin kışkırtmaları artar. Gerçekleşmesi düşünülen bu eylemle elbette başta ABD emperyalizmi olmak üzere yerli işbirlikçileri de yakın ilgilidirler. “Dinimize, bayrağımıza hakaret ediliyor” kışkırtmalarıyla başta Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) olmak üzere birçok faşist örgütlenme 14 Şubat’ta bir miting düzenlerler.
“Bayrağa saygı” adı altında yapılan bu mitingde emperyalizm karşıtlarına ölüm çağrıları yapılarak şunlar söylenir: “Ey Müslümanlar! Pazar günü Taksim’de komünistlerin mitingi var. Allah’ını seven, dinini seven, karısının namusuna sahip çıkmak isteyen herkes, Pazar günü saat 14.00’te Taksim’de solcuları, komünistleri öldürmek için gelsin.” Her geçen gün gerginlik yükseltilmektedir.
Mehmet Şevket Eygi de, ABD 6. Filo’suna siper olmak üzere İslâmcı Türk gençlerine cihat çağrıları yapmaktadır.
İlerici-devrimci gençlerin çağrısıyla gerçekleşen yürüyüş ise 16 Şubat 1969 günü Beyazıt Meydanı’nda başlar. İşçi ve emekçilerin de destek verdiği yürüyüşe 30 bin kişi katılır. ABD 6. Filo’sunu protesto etmek üzere Sultanahmet, Sirkeci, Karaköy, Tophane üzerinden Taksim istikametine doğru yürüyüşe geçilir. Yürüdükçe sayıları artan ve 40 bine yaklaşan eylemciler, “Emperyalizme hayır, sosyalizme evet!”, “Köylüye toprak yok, ABD üslerine toprak çok!”, “Vietnam’da barınamayan, Türkiye’de tutunamaz!” vb. sloganları atmaktadırlar.
Yürüyüş devam ederken, “Dinimize sövdürmeyiz” diyenler de ellerinde silahlarıyla Beyazıt Camii ve Taksim Meydanı’nda toplanmışlardır. Yaşanacak bir kargaşada yanlışlık olmasın diye katliam tüm detaylarına kadar planlanmıştır. Saldırı esnasında gerici ve faşistler zarar görmesin diye polisler tarafından kendilerine silah ve sopalarla beraber mavi kurdeleler dağıtılmıştır. Gerici ve faşistler Marmara Oteli’nin önünde eylemcilere saldırır. Bu katliamda TİP üyesi işçiler Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan katledilirken yüzlerce kişi de yaralanır.
Böylesine organize bir saldırı sonrasında ise sadece 4 kişi yargılanır. Bu kişiler de ellerinde bıçakla insanları bıçaklarken fotoğrafı çekilenler veya bu fotoğraflarda duruma müdahale etmezken görülen polis memurlarıdır. Bu kişilerden sadece ikisi tutuklansa da tutukluluk süreleri birkaç ayı aşmaz.
* * * * *
1969’da yaşanan/yaşatılanların hikâyesi, 1946’lara, camiye asılan “Welcome” mahyasına kadar uzanırken; 1969’u anlamak için önce 1946’yı anlamalıyız…
“Nasıl” mı?
1944 Kasım’ında ölen, Türkiye’nin ABD Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesini Türkiye’ye getirme bahanesiyle yola çıkan Missouri zırhlısı, 5 Nisan 1946’da İstanbul’a geldi. I. Dünya Savaşı’ndan kalma Yavuz, Sultanhisar ve Demirhisar gemilerince Çanakkale’de karşılandı.
Missouri, Kızkulesi önünde “Welcome” (Hoş geldiniz) pankartıyla selamlandı… Gelişinin anısına PTT, “Missouri” adlı 3 pulluk bir seri yayınladı… Şerefine TEKEL de 50 sigaralık özel sigara üretti… Gelişi anısına, Hereke halı fabrikasında 18 küçük halı üretildi… Gelişi öncesinde Karaköy-Beşiktaş sahili arasındaki evler ve Beyoğlu’ndaki bazı binalar boyatıldı… Jest olsun diye Taksim’e büyük bir Missouri resmi kondu… ABD mürettebatının hoşuna gitmesi için gece kulüpleri ve barların önüne “Welcome” ve “Burada İngilizce konuşulur” yazılı tabelalar konuldu… Yine mürettebatı en iyi koşullarda “ağırlamak” ve “rahatlatmak” için İstanbul genelevleri beyaza boyanıp hayat kadınları muayene edildi… Ve nihayet Dolmabahçe Sarayı’nın hemen yanı başındaki Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’nin minareleri arasına “Welcome” mahyası asıldı.
Aslı cami minareleri arasına asılan o mahya, Türk-ABD ilişkilerinin geleceğine ışık tutmuş oluyordu! 1946 ile Marşal Yardımı, Truman Doktrini, ABD ile imzalanan ikili anlaşmalar ve Missouri’nin gelişi bunların işaretiydi.
1969’da ABD 6. Filosu Türkiye’ye geldi. Filo, ilk durağı olan İzmir’de protestoyla karşılaştı. Anti-emperyalist öğrenciler, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları ABD emperyalizminin simgesi durumundaki filonun İzmir’e girmesini istemiyordu.
6. Filoya “Defol” diye bağıranlar içindeki en ilginç grup, hiç kuşkusuz “genelev çalışanlarıydı”. 1946’da Missouri zırhlısını “çiçeklerle” karşılayan İstanbul genelevlerinin aksine, 1969’da İzmir genelevleri, ABD askerlerine kapılarını kapatarak, dünyada görülmemiş bir eyleme imza atmışlardı.
1968 Temmuz’unda, İstanbul’da sürekli protesto edilen ve tartaklanan ABD askerlerinin korunması için, dönemin AP İçişleri Bakanı milliyetçi Faruk Sükan, emniyet teşkilatına kesin emir verdi. Bu emir üzerine İTÜ yurdunu basan polis, devrimci genç Vedat Demircioğlu’nu camdan aşağı atıp katletti.
Anti-emperyalist 68 kuşağı, 6. Filo’nun İstanbul’a gelmesine karşı hazırlıklar yapılmıştı, karaya çıkan ABD askerleri denize dökülecekti.
Taksim’de Deniz Gezmiş’in önderliğinde toplanan yüzlerce genç, Dolmabahçe’ye yürüyüşe geçti. “İstanbul, Amerikan genelevi… olamaz” diyen gençlerin etrafında kısa sürede halktan ve esnaftan binlerce kişi toplandı. Yakalanan tüm ABD askerleri de denize atıldı
13 Şubat’ta Çemberlitaş’ta başlayan yürüyüşte taşınan pankartlarda “Türkiye 6. Filo’nun genelevi değildir”, “Amerikalı it, evine git”, “Ya İstiklâl, Ya Ölüm” yazmaktaydı.
16 Şubat 1969’da anti-emperyalist gençler ve işçiler Beyazıt’tan Taksim’e yürüyüşü başlattı. 40 bine yakın bir kalabalık toplandı. Pankartlarda, “Geldikleri gibi gidecekler”, “Emperyalizm ve yerli uşaklarına karşıyız”, “Rezil Coni bir daha gelme”, “Amerikan iti toprağımızda havlayamaz”, “Amerika’yla tartışılmaz, savaşılır”, “Yaşasın ezilen dünya halklarının kurtuluş savaşları”, “Emperyalizm ve sömürüye karşı işçi yürüyüşü…”
Böylesine büyük bir halk tepkisine rağmen 6. Filo, Kabataş açıklarında durmaktaydı ve 68 kuşağının anti-emperyalist gösterileri, (1946’dan itibaren palazlanmaya başlayan) İslâmcı gençleri çok rahatsız etmeye başlamıştı.
12 Şubat 1969 tarihli Bugün gazetesi “Tarihimizin en kara günü” manşetiyle çıkarken; Mehmet Şevket Eygi de 11 Şubat’ta Beyazıt Kulesi’ne kızıl bayrak çeken “kızıl komünistlere” hadlerinin bildirilmesi gerektiğini yazmıştı; 14 Şubat’ta MTTB, “Bayrağa saygı toplantısı” yaptı.
Komünizmle Mücadele Derneği (KMD), Türkiye’nin dört bir yanından cahil insanları “Cami’ye Saygı” mitingi düzenlemek bahanesiyle İstanbul’a toplamaya başladı. Bu miting, 6. Filo’nun İstanbul’a geleceği 16 Şubat’ta 6. Filo’nun hemen karşısındaki Dolmabahçe Camii’nde yapılacaktı. Gerçek amacın camiye değil, ABD’ye ve 6. Filo’ya saygı ve bekçilik olduğu açıktı.
Ayrıca Mehmet Şevket Eygi’nin, “Büyük fırtına patlamak üzeredir. Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekûn bir savaş kaçınılmaz hâle gelmiştir... Ezanlar susturulmasın, Müslümanlar komünizmle çarpışan devlet kuvvetlerine yardımcı olsunlar,” çağrıları da “kan” kokuyordu.
KMD Genel Başkanı İlhan Darendelioğlu da kışkırtıcılardan biriydi: “Pazar günü komünistler miting yapacak, biz bu mitingde savaşacağız. Silahı olan silahıyla, olmayan baltasıyla gelsin,” demişti.
6. Filo İstanbul’a girmeye hazırlanırken saflar da belirginleşmişti: Bir tarafta anti-emperyalist, bağımsızlıkçı, ABD karşıtı “solcu” gençlik; diğer tarafta ise dinci, ABD yandaşı “sağcı” gençlik…
Solcu gençlik, “Yankee go home” diye bağırmaya hazırlanırken, Sağcı gençlik, “Komünistler Moskova’ya” diye bağırmaya hazırlanıyordu. Yani, bir tarafta ABD emperyalizmine başkaldıranlar, diğer tarafta ise ABD emperyalizmine başkaldıranlara saldıranlar vardı.
16 Şubat 1969 Pazar günü kamyonlarla ve otobüslerle Anadolu’nun her yanından taşınan dinci-ülkücü komandolar, Dolmabahçe’de demirli 6. Filo’ya ait bir gemiyi “kıble” yapıp namaz kıldılar.
Tekbirlerle kılınan “cihad” namazından sonra “Ya tam susturacağız, ya kan kusturacağız”, “Kanımız aksa da zafer İslâm’ın” sloganlarıyla Taksim’e yürüdüler. Burada binlerce militana bomba, taş, sopa, satır dağıtıldı. Taksim’e anti-emperyalist gençlik liderlerinin resimleri asıldı. Duvarlara “Görüldüğü yerde öldürün” ilanları yapıştırıldı.
Taksim Meydanı’na giren korunmasız halk, karşısında birden bire bu “ABD cihatçılarını” buldu. Polisle birlikte halkın ve anti-emperyalist gençlerin üstüne saldıran “gericiler”, ellerindeki bombalar ve bıçaklarla birçok kişiyi yaraladı; Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan’ı ise öldürdü.
İçişleri Bakanı Sükan, olayları “Sağcılara Molotof atan solcuların” çıkardığını açıkladı. Kanlı Pazar diye tarihe geçen olayların sorumlusu olarak Türkiye İşçi Partisi’ni (TİP) gösterdi. Demirel ise “Bunlar hür olan memleketlerin işaretidir,” demekle yetindi[5] yetinmesine ama!
“Kanlı Pazar”ın video görüntüleri TRT tarafından kaydedilip, hatta Mart ayında “Kanlı Pazar” adıyla yayınlanacakken; Başbakan Süleyman Demirel devreye girip, TRT’deki bu yayını önledi. (Gazeteci Atılay Kayaoğlu ise Ali Turgut Aykaç’ın öldürülüşünü çektiği fotoğrafıyla yılın en iyi fotoğrafı ödülünü aldı...) 
Ve 1969’da Mehmet Şevket Eygi’nin, ABD 6. Filosu’nu protesto edecek solcu gençlere karşı neden o kadar büyük bir kampanya yürüttüğü çok sonradan anlaşılacaktı. Kanlı Pazar’dan tam 20 gün sonra Mehmet Şevket Eygi adına Cidde’den gönderilen tam 350 bin dolar,[6] Hollanda da bir bankaya yatırılmıştı.[7]
* * * * *
Evet hâl buydu!
Ancak, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş yanında ‘İlim Yayma Vakfı’, ‘Önder İmam Hatipliler Derneği’, ‘MTTB’, ‘Siyer Vakfı’, ‘Yedi Hilal Derneği’, ‘Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’ ile ‘Birlik Vakfı Gençlik Platformu’nun da taziye mesajları yayınladığı[8], “derin teessürler”in bildirildiği zata değgin “estetik” budur; ancak Eygi(‘giller) şahsında başka artılar da var elbette!
“Kanlı Pazar” saldırı öncesinde ‘Bugün’ gazetesinden cihat çağrısı yapan Eygi’nin 1959’dan itibaren Özel Harp Dairesi’nde (ÖHD) Fethullah Gülen ile birlikte “komünizmle mücadele faaliyetleri” için görevlendirildiğini, Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin 10 Aralık 2018’de yayımlanan söyleşisinde açıklayıp, “Fethullah Gülen, Mehmet Şevket Eygi gibi isimler 1959’da ÖHD içerisinde görevlendirildi. Görevleri, ‘Yeşil Kuşak’ projesi çerçevesinde komünizmle mücadele faaliyetleriydi,”[9] demişti. 
Bu kadar değil; 6. Filo’nun İstanbul macerasına mündemiç daha da fazlası var!
* * * * *
Çünkü ‘68, devrimci harekette bir dönüm noktasıyken; 6. Filo’ya karşı Dolmabahçe Direnişi de söz konusu sürecin önemli bir momentiydi. 6. Filo’nun İstanbul’a gelişi anti-emperyalist mücadelenin fitilini ateşleyecekti.
Bu tabloda Vedat Demircioğlu’nun pencereden aşağıya atılarak katli, devrimci öğrencilerde derin bir öfke ve nefret oluşturdu. Öğrenciler valiliğe doğru yürüyüşe geçti. Az bir mesafe kala polis barikatı ile karşılaşan öğrencilerin barikata yüklenmesi sonucu saatlerce süren bir sokak çatışması meydana geldi. Ertesi gün, Vedat Demircioğlu’nun cenazesini alamayan devrimci öğrenciler sembolik bir tabutla yürüyüşe geçtiler. Binlerce öğrencinin katıldığı bu yürüyüşe polisin saldırması sonucunda yine saatlerce süren çatışmalar meydana geldi.
Süreç içinde ODTÜ öğrencileri de gelişmeler ilgisiz kalmadı. Sosyal-demokratların elindeki Öğrenci Birliği’ne rağmen örgütledikleri forumda boykot kararı alırlar. Boykot, ODTÜ’ye özgü iki temel taleple başlatılmıştı: ABD eğitim sistemine son, öğrenciler yönetime katılsın!
Hızla tüm ODTÜ’ye yayılan bu boykotla beraber ABD’nin kültür kalesi çatlamaya başlamıştı. ABD kültürünün gençlik içerisine sorunsuzca yayılacağı düşünülen bir kale, devrimci gençlerin darbeleri ile yıkılmış oldu. Boykotun en büyük başarısı ise buydu.
1968’de Vietnam’da görev almış ve katıldığı kirli operasyonlarla tanınmış CIA şefi Robert William Komer’in Türkiye Büyükelçisi olarak atanması, anti-emperyalist çevrelerde sarsıcı bir etki oluşturdu. Vietnamlı devrimcilerin Honço (kasap) olarak adlandırdıkları Komer, rektörlük tarafından ODTÜ’ye davet edildi.
Komer’in üniversiteye geldiğini haber alan öğrenciler, geniş kitleler hâlinde rektörlüğün önünde toplandılar. Üzerinde ABD forsu bulunan Komer’in arabası ABD ve rektörlük karşıtı sloganlarla ters çevrilip, ateşe verildi. ODTÜ öğrencileri, itfaiyenin arabayı söndürmesine izin vermediler.
Eylem sonrası rektörlüğün ODTÜ’yü kapatmaya karar vermesi öğrencilerin tepkisine neden oldu. Bunun üzerine bir direniş komitesi kurularak, okulu ve yurtları terk etmeme eylemi başlatılması kararlaştırıldı. Bu sırada öğrenci önderlerinin mahkemeye yaptığı “okulu tatil” kararına yönelik iptal başvurusunun kabul edilmesi üzerine, ODTÜ anti-emperyalist gençlik hareketinin merkez üssü hâline geldi ve büyük bir prestij kazandı.
Bu çerçevede İTÜ yurtlarında katledilen Vedat Demircioğlu’dan sonra, 23 Eylül 1969’da ABD emperyalizminin uşakları tarafından planlı olarak katledilen bir diğer devrimci de ODTÜ’de okuyan Mustafa Taylan Özgür’dü.
İstanbul’da polislerce arkasından vurulan Taylan Özgür’ün katili yargılanmadı, “Bilinmiyor”(!) denildi, korundu, gizlendi.
Taylan Özgür’ün katledilmesi ardından Ankara’da on binlerce öğrenci, öğretim görevlisi, işçi cenazesine katılırken; Taylan Özgür’ün yoldaşı Sinan Cemgil cenaze töreninde şöyle haykırdı: 
“Bir devrimci kardeşimiz polis kurşunu ile kahpece öldürülmüştür. Devrimci şehitlerin matemini tutacak zamanımız yoktur. Devrimcilerin postunu ucuza satmayacağız. Gün gelecek Türkiye’nin bağımsızlığı ve kurtuluşu için gerekirse hepimiz vurulacağız. Bunlar bizi korkutmuyor, üzmüyor ancak kinimiz bileniyor. Taylan Özgür’ün ardından matem tutmayacağız, mersiyeler düzmeyeceğiz. O, 24 saatini devrime adamış bir kişiydi. Yapılacak çok işlerimiz vardır, ikinci kurtuluş savaşının ilk kurşunlanan devrimcilerinden sonra bizler de düşebiliriz, bunu korku değil varacağımız şerefli bir nokta olarak kabul ediyoruz. Taylan, Komer’in arabasını yakarak devrim için ilk kıvılcımı atmıştı. Bu kıvılcım devam ettirilecektir. Türkiye’de CIA artık bir adam temizleme kampanyası açmıştır. Yılmıyoruz, korkmuyoruz.”
* * * * *
Özetin özeti: 6. Filo ikinci gelişinde ABD askerini “komünizmle mücadele” adı altında savunacak yerli güçler örgütlenmişti. Protestocular 16 Şubat 1969’da karşılarında yalnızca onları durdurmak isteyen polisi değil, aynı zamanda Eygi’nin silahlanıp cihada çağırdığı kitleyi de bulmuşlardı.
Aralarında mesela, 2019 yılında 5 Mayıs’ta ölen, İstiklal Savaşını “Keşke Yunanlılar kazansaydı” diyebilecek kadar Cumhuriyet nefreti dolu Kadir Mısırlıoğlu da vardı…
Konuşmalarıyla İslâmcıları devrimci karşı sokağa davet eden MTTB Başkanı, eski Meclis Başkanlarımızdan İsmail Kahraman da…
“Kıble de o tarafta” diye Boğaz’a demir atmış ABD savaş gemisi istikametinde namaza da duranları da olacaktı. Sonra saldırı gerçekleşti; 2 kişi öldü, 200 kişi yaralandı, olay “Kanlı Pazar” olarak kayıtlara geçti, 12 Mart 1971 askeri darbesine doğru tırmanan siyasî kutuplaşmanın dönüm noktalarından biri olarak anıldı.
Fethullah Gülen o sırada İzmir’de, Kestanepazarı Camiinde vaizlik ve Kuran Kursu öğretmenliği yapıyordu. Gülen, tıpkı Eygi gibi, KMD üyesiydi, Erzurum şubesi kurucularındandı. Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, daha sonra Milliyet’ten Tunca Belgin’e bu isimlerin ÖHD, bugünkü ismiyle Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlı Seferberlik Tetkik Kurulu’na (STK) kayıtlı olduğunu açıklamıştı.
ÖHD, aslında ilk olarak STK adı altında Türkiye’nin resmen NATO’ya üye olduğu 1952 yılında kurulmuştu. Diğer NATO ülkelerindeki benzerleri gibi, Sovyet blokuyla çatışma hâlinde cephe gerisi faaliyet gösterecek şekilde örgütlenmiş sivil ve askeri unsurlardan oluşuyordu. Bu sivil örgütlenmelere İtalya’da Gladio, Almanya’da Werewolf, Yunanistan’da Kızıl Post gibi gayrı-resmi mitolojik isimler veriliyordu; Türkiye’de gayrı-resmî ismi Ergenekon idi. İlk olarak 1973’te Başbakan Bülent Ecevit’in kendisine yönelik suikast girişimi ardından “kontr-gerilla” diye sorumlu tuttuğu aslında bu yapıydı.[10]
* * * * *
Buradan hikâyenin -arka plandaki- “Yeşil Kuşak”lı aslına geçebiliriz!
Bu hikâye Türkiye’nin NATO’ya girmesi ve bölgede emperyalizmin ileri bir karakolu olmasıyla başladı. NATO’nun Özel Harp Talimnamelerine göre önce STK sonra da doğrudan Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı ile ÖHD adıyla kuruldu. ÖHD, sivil uzantısı Kontrgerilla olarak “Gayri Nizami Harp” stratejisi uyguladı. Askeri güçlere bağlı ama toplumun bütün kesimlerini kapsayacak bir tarzda örgütlenen ÖHD, ABD’nin geliştirdiği komünizmin panzehiri olarak kabul edilen “din ve milliyetçilik” faaliyetini temel alarak psikolojik savaş taktikleri uyguladı.
1953’de kurulan ve giderek tüm yurt çapında yaygınlaştırılan Komünizmle Mücadele Cemiyeti ÖHD’nin legal kolu olarak çalışmaya başladı. Cemiyet, anti-komünist faaliyetin ötesinde üye olanlara, ailelerine ve yakınlarına devletin desteğiyle sağlık sigortası sağlıyordu. 27 Mayıs’tan sonra birkaç yıl faaliyetine ara verdikten sonra 1963’te isminin başına Türkiye sözcüğü ilave edilerek ideolojik ve politik faaliyetini Türkiye Komünizmle Mücadele Cemiyeti olarak sürdürdü.
Derneğin kurucuları ve üyeleri arasında Cemal Gürsel, Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Necmettin Erbakan gibi toplumun Türk-İslâm milliyetçiliği temelinde dönüştürülmesinde önemli rol oynayan kişiler de vardı. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in fahri başkanlığını yaptığı dernek, İlhan Darendelioğlu’nun başkan olmasıyla faaliyetini hızlandırdı. Gülen’in 1963’te Erzurum şubesini açtığı derneğin şube sayısı, 1963’de 9’a, 1965’de 27’ye 1967’de 110’a, 1968’de 141’e ulaştı. 1965 yılından itibaren İzmir, Antalya, Adana, Erzurum, Kars ve Trabzon’da mitingler düzenledi.
Derneğin önde gelen üyeleri, İlim Yayma Cemiyeti’nin gelişmesine de önayak oldu. Komünizme, dini değerler ile karşı koymak amacıyla 1950’de Amerika’da kurulan ve dünyaya yayılan Uluslararası Scientology Assosiation’ın adaşı olan İlim Yayma Cemiyeti, 1953 yılında İstanbul’da kuruldu, 1967’de şube sayısı 20’yi buldu. Emekli Kurmay Albay Vehbi Bilimer’in başkanlığında etkinliği artan “İlim Yayma Cemiyeti” ülkeyi baştanbaşa İmam Hatip Okulları ile donatmaya başladı. 50 binden çok “aydın din adamı” yetiştirmeyi amaçlayan Cemiyet’in çabaları sonucu 1968’e kadar açılan İmam Hatip Okulları’nın sayısı 58’i buldu.
Bu dönemde ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı geliştirdiği “Yeşil Kuşak” projesinin önemli bir ayağını Türkiye oluşturdu. ÖHD, dini ve milliyetçi öğeleri ön planda tutan örgütlerin kurulmasını destekledi veya bizzat kuruluşunda bulundu. MTTB, Yeniden Milli Mücadele Derneği, Milliyetçiler Derneği, Kültür Ocakları gibi farklı frekanslarda milliyetçi ve mukaddesatçı gençlik örgütlenmeleri ile çeşitli tarikatlar bu süreçte boy gösterdi.
Milliyetçi/ülkücü hareketin oluşumu ve siyasal bir harekete dönüşümü ile İslâmi hareketin siyasallaşması bu dönemde gerçekleşti. Milliyetçi-mukaddesatçı yapılanmalar, siyasal ve toplumsal örgütlenmelerde sol kadroları yıldırmak, bastırmak ve gerekirse fiziken etkisiz hâle getirmek için, TİP mitinglerinden devrimci gençlik eylemlerine kadar Türkiye çapında planlı saldırılar yaptı. Türkeş’in CKMP’nin başına geçmesi ile başlayan milliyetçi ve ülkücü hareket, devlet güçlerine yardımcı paramiliter güç olarak ÖHD tarafından kurulan Komando Kampları ile ortaya çıktı. Aynı şekilde Gülen’in vaazlar verdiği Buca ve Edremit ilçelerinde açılan eğitim kamplarında İslâmi gençlik eğitildi. Gülen, kampların amacını şöyle açıklamıştı: “Bir inayet ve bir koruma altında olduğumuz apaçıktı. Urfa’dan, Diyarbakır’dan bile talebe geliyordu. Komünizmin gemi azıya aldığı bir dönemde ona karşı, hem de böyle nizami bir mücadele, geleceğin milliyetçi ve maneviyatçı tarihçilerini derin derin düşündürecektir.”
1967’de Konya’da ortaya çıkan Mücadele Birliği derin devletin desteğinde kısa zamanda birçok kente yayıldı. Şubat 1970’de çıkmaya başlayan haftalık “Yeniden Milli Mücadele” dergisi, 12 Mart’tan bir ay önce orduyu göreve çağırıyordu. Bu grubun lideri olan Aykut Edibali, Hizbu’t Tahrir’in geliştirdiği tezler ve kavramlarla derginin politik stratejisini belirliyordu. Derginin yazarları arasında Cemil Çiçek, Melih Gökçek, Taha Akyol, Ahmet Taşgetiren ve Hüseyin Gülerce gibi isimler vardı.[11]
Ve 1970’li yıllar boyunca ÖHD’nin din ve milliyetçilik ekseninde sürdürdüğü faaliyetin birini Alpaslan Türkeş’in başlattığı milliyetçi/ülkücü hareket, ikincisini de Necmettin Erbakan’ın önderliğini yaptığı Milli Görüş hareketi oluşturdu.
ÖHD, MHP ile MSP’ye bağlı paramiliter güçleri kullanarak 5 bin insanın ölümüne yol açan ve 12 Eylül müdahalesine ortam hazırlayan koşulların yaratılmasında etkili oldu. 14 Mayıs 1970’de kurulan ideolojik ve kültürel üretim merkezi olan Aydınlar Ocağı tarafından formüle edilen Türk-İslâm Sentezi ilkeleri, önce 12 Mart, ardından da 12 Eylül askeri müdahalesinde ordunun devleti ve toplumu yukarıdan aşağıya doğru yeniden düzenleme ve denetleme fonksiyonuyla örtüşüyordu.
Aydınlar Ocağı’nın temel hedefi, solun gelişmesini önlemek ve sağın ilerlemesi için yeni ekonomik, sosyal ve siyasal projeler üreterek bunların devlet ve hükümet politikaları hâline getirmekti. Ocağın kurucu başkanı Süleyman Yalçın’a göre Türk-İslâm sentezi, Türklerin öncülüğünde “İslâm birliğini kurmak, geliştirmek ve Osmanlı’dan miras olarak bu işlevi devir ve teslim almak tasarımıydı.”
Sonrasıysa malum!
* * * * *
‘Türkiye Sağının Değişimi ve MTTB’ başlığıyla çalışma yapan İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü yüksek lisans öğrencisi ve MTTB Genel Başkan Yardımcısı Abdürrahim Boynukalın, çalışmasının “Kanlı Pazar”la ilgili bir yüzleşme anlamı taşıdığı vurgusuyla “Olayın bir derin devlet yapılanması olduğu, sopaların sivil polisler tarafından dağıtıldığı, apartman çatıları ve otellerin üzerinden silahların ateşlendiği sonradan ortaya çıktı,”[12] derken; Yavuz Soydan da, “15 Temmuz 1968 tarihinde 6. Filo Dolmabahçe’ye demir atar… O zamanki solcular (DEV-GENÇ vb.), muhtemelen Rus istihbaratının desteği ile Amerikan emperyalizmini protesto etmek için ABD askerlerine saldırırlar… Saldıranlar, bir de güzel bahane bulmuştur… İstanbul’daki genelevlerin ABD askerleri için yeniden boyanmış ve temizlenmiş olması… Vergi rekortmeni Manukya’nın sermayelerinin namus bekçiliği, devrimcilere düşmüştür,”[13] diye ekleyerek zırvaladığı “Kanlı Pazar” hikâyesinin böyle bir arka planı söz konusudur…
Hikâyenin tümü biz(ler)e, “Türkiye’de Emperyalizm ve Din İlişkisi”ne[14] kafa yormayı “olmazsa olmaz” kılarken; Marksizm-Leninizm’in temel amacının insanları her türlü metafizik bağlardan özgürleştirmek olduğunu hatırlatır.
Yeri geldi anımsatayım: Din özgürleşemez, aksine din tanım icabı “ait olma”, “sorgulamadan kabul etme”, “biat etme”, “boyun eğme” alanıdır ve bu böyle olunca da “Kanlı Pazar”lar kaçınılmazdır!
O hâlde dinin, hiçbir insanın emin olmasının mümkün olmadığı şeyler hakkında, eminmiş gibi davranmasının “saygıdeğer” bir davranış kabul edilip, el sürülmez bir alan sayıldığı malumken; Eugene V. Debs’in ifadesiyle, “Her çağda halkı aldatan zalim, baskıcı ve sömürücü hükümetler onları vatanseverlik ile ya da din ile aldatan iktidarlar olmuştur.”
Bu bağlamda Karl Marx, “Din kitlelerin afyonudur,” derken; ekler Elbert Hubbard da, “Din köleler içindir. Onlara, yaşamın veremediği teselliyi verir,”…
Bir uyarı da, “Dinsel düşüncelerden doğan her çeşit iyi hareketin, bir ödül beklendiği için ya da bir cezadan korkulduğu için yapıldığını söylemek ve bu çeşit hareketlerin tam anlamıyla ahlâksal sayılmayacağını ileri sürmek kabildir”![15]
Artarak devam eden emperyalist barbarlık tüm dünya halklarına büyük bir yıkımı dayatmaktadır. ‘68’lerde yükselen “6. Filo Defol!” çığlığı bugünlerde de izlenmesi gereken yolu gösterirken; son uyarı(lar) da “İnsanı yapan din değil, dini yapan insandır,” diyen Karl Marx ile “Yalancıların maskelerini kaldırın, körlerin gözlerini açın!” haykırışıyla V. İ. Lenin’den…
 
21 Temmuz 2019, 14:55:03, İstanbul.
 
N O T L A R
[*] Sosyalist Mezopotamya, No:6, Eylül 2019…
[1] Albert Caroco, Kaosun Kutsal Kitabı, çev: Işık Ergüden, Versus Yay., 2008.
[2] “Mehmet Şevket Eygi Öldü”, 13 Temmuz 2019… https://bianet.org/bianet/yasam/210424-kanli-pazar-da-gorevlendirilen-me...
[3] Özgür Altuncu, “Eygi’ye Son Görev”, Hürriyet, 14 Temmuz 2019, s.13.
[4] Mustafa Yalçıner, “Kanlı Pazar Kışkırtıcısı M. Şevket Eygi...”, 16 Temmuz 2019… https://www.evrensel.net/yazi/84361/kanli-pazar-kiskirticisi-m-sevket-eygi
[5] Sinan Meydan,“6. Filoyu Kıble Bilip Neden Namaz Kıldınız?”, 15 Aralık 2010… https://odatv.com/6.-filoyu-kible-bilip-neden-namaz-kildiniz-1512101200....
[6] München Commerzbank a.g.jurnalist Mehmet Şevket Eygi. Konte No: 86473/4936, Tarih: 8.3.1969.
[7] Cengiz Özakıncı’dan aktaran: Gürkan Hacır, “6. Filo’yu Kimler Kıble Yapıp Namaza Durdu?”, Akşam, 12 Aralık 2010.
[8] “Kanlı Pazar’ın Sorumlusu, Komünizmle Mücadele İçin Görevli Mehmed Şevket Öldü”, 13 Temmuz 2019… http://direnisteyiz26.org/kanli-pazarin-sorumlusu-komunizmle-mucadele-ic...
[9] “Mehmet Şevket Eygi Öldü”, 13 Temmuz 2019… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1485394/Mehmet_Sevket_Eygi_ol...
[10] Murat Yetkin, “Mehmet Şevki Eygi: Nasıl mı Bilirdik?”, 13 Temmuz 2019… https://yetkinreport.com/2019/07/13/mehmet-sevki-eygi-nasil-mi-bilirdik/
[11] Şaban İba, “Türk-İslâm Milliyetçiliği Paradigması-1”, Yeni Yaşam, 6 Temmuz 2019, s.6.
[12] Emine Dolmacı, “Abdürrahim Boynukalın: ‘Kanlı Pazar’dan Ders Aldık!”, 15 Şubat 2011… http://www.haber7.com/guncel/haber/710129-mttb-kanli-pazardan-ders-aldik
[13] Yavuz Soydan, “6. Filo”, 24 Mart 2018… https://www.netgaste.com/makale/2515933/yavuz-soydan/6-filo
[14] Bkz: İlyas Yılmazer, “Türkiye’de Emperyalizm ve Din İlişkisi”, Kuram Dergisi, No: 19, Eylül Ekim 2018, s.26-39.
[15] Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği, Çev: Çiğdem Algün, Alter Yay., 2012.
 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...