Küçük Gelin

İsmail Cömertoğlu kullanıcısının resmi
Arzu daha 13 yaşındaydı. Kıvırcık kestane saçlı olan Arzu’nun belikleri belinin ortasına kadar uzanıyordu. Buğday tenli, inci dişli, küçük burnu, yay gibi duran kaşları güzelliğine güzellik katıyor, bir içim su olan güzelliği gözlere batıyordu. Arzu, yeni açılmış bir tomurcuk gibiydi. Göğüsleri daha yeni belirmeye başlamıştı. Daha çocuktu. Aşk ve meşkten anlamazdı. Bir tek hayali vardı o da okumak, doktor olmak hastaları iyileştirerek hayata yeniden kazandırmaktı. Annesi okumadığı için hep kendini eksik hissederdi.

Okuyarak onun da gönlünü hoş tutmak istiyordu. İnanıyor ve biliyordu ki kendisi okursa annesi mezarında çok rahat uyuyacaktı.
Komşu köyden Mehmet’in karısı kansere yenik düşmüş, dünyadan göç etmişti. Mehmet’in iki oğlu bir kızı vardı. Mehmet 35 yaşındaydı. Oğlu Ali 12, diğer oğlu Veli 10 yaşında ve kızı Aysel 8 yaşındaydı. Mehmet 180cm boyunda, atletik yapıya sahip, kara gözlü, esmer bir adamdı. Maddi durumu iyiydi. Çiftliği ve çiftliğinde çalışan marabası vardı. Fazla kiloları olmasa yakışıklı sayılırdı. Mehmet genç yaşta eşsiz, çocuklar annesiz kalmışlardı. Ocağın tütmesi gerekiyordu. Çocuklara bakacak birine ihtiyaç vardı. Baba Mehmet çocuklarını gözlerinden bile sakınıyordu. Çocuk yurduna vermeyi hayal bile etmiyordu. Mehmet Arzu’nun ailesinin ekonomik durumunu biliyordu. Yoksulluk içinde perişan bir hayat sürdürüyorlardı, buna hayat denirse. İyi bir başlık parası verirse Arzu’yu eş olarak kendisine vereceklerini düşünüyordu.
Köyde bu işlerde mahir olan Zeliha Teyze’yi görüp durumu kendisine çıtlattı. Zeliha Teyze zaman geçirmeden Arzu’nun evine giderek babasına durumu açıkladı. “Komşu köyde karısı ölen Mehmet’in maddi durumu çok iyi, Arzu’yu ona verirsen iyi bir başlık parası verir. Hem Arzu’ya hem de size çok iyi bakar. Gül gibi geçinirsiniz. Hiçbir eksiğiniz olmaz.” Dedi. Arzu’nun babasının durumu gerçekten çok kötüydü. Mevsimlik işlerde çalışıyor, yokluğa, yoksulluğa alışıyordu, çünkü çoğu zaman iş bile bulamıyordu. Açlıktan nefesi kokuyor, zaman zaman isyan ediyor, yokluğa, yoksulluğa, sefalete lanet okuyordu. Mehmet’in teklifini geri çeviremezdi. Zaten Arzu’nun üvey annesi bu işe dünden razıydı. Bir boğaz eksik olacak, üstelik her sıkıştıklarında Mehmet Efendi kendilerine yardımı esirgemeyecekti.
Zeliha Teyze Mehmet’e haber uçurdu. “İstediği zaman gelip kızı isteyebileceklerini” söyledi. Karısının ölümünün üzerinde daha bir ay geçmişti. Mehmet yaslıydı, güzel eşini, çocuklarının annesini kaybettiği için gözleri yaşlıydı, ama çocuklarına bakacak, onlara sıcak yemek verecek birisi olacağı için seviniyordu. Sevincinden yerinde duramıyordu. Hemen ablası, kardeşi ve dayısı ile birlikte bir demet çiçek ve büyük bir paket çikolata alarak neşe içinde Arzu’nun evine gittiler.  Arzu’nun hiçbir şeyden haberi yoktu. Çocukluğunun tadını çıkarmaya çalışıyordu. Analığı Arzu’yu yanına çağırarak “kızım git cicilerini giy bugün seni istemeye gelecekler.” Dedi. Arzu şok oldu. Neye uğradığını bilemedi. Analığının korkusundan gidip güllü fistanını giydi. Çok geçmeden Mehmetler geldiler. Kapıda çok hoş karşılandılar. Çiçek demetini ve çikolatayı analığa verip içeri geçtiler. Mehmet’in dayısı “Allah’ın emri, peygamberin kabulü, hazır bulunanların rızası ile kızınız Arzu’yu oğlumuz Mehmet’e istiyoruz.” Dedi. Bu arada Arzu analığının işareti doğrultusunda kahveleri hazırlamış, ayakta bekliyordu.  Arzu’nun babası “Allah’ın emri başımız gözümüz üstüne. Verdim gitti, Allah mesut etsin.” Dedi. Misafirler Arzu’nun getirdiği kahveleri fokurdata fokurdata zevkle ve neşeyle içmeye başladılar. Kayda değer bir başlık parası alınmış olduğu için Arzu’nun ailesi çok mutluydular. Ne yazık ki Arzu hayalleri yıkıldığı, öğrencilik hayatı sona erdiği ve ne olduğunu bilmediği bir hayata başlamak zorunda kaldığı için çok mutsuzdu. Mehmetler büyük bir yükün altından kurtulmuş olmanın hafifliğiyle evlerine gittiler. Arzu kimseye haber vermeden odasına çekilip kaderine ağladı, yüreğini dağladı.
Artık olan olmuştu. Olmuş ile ölmüş aynı şeydi. Yapacak hiçbir şey yoktu. 13 yaşındaki bir kızın bu çaresizliği çözümsüzdü. Kaderine isyan edebilecek, direnebilecek bir yaşta ve güçte değildi. Ayrıca babasının verdiği sözü hükümsüz kılmak yakışık almazdı. Boynu bükük kalbi buruk bir şekilde kaderine razı oldu. Çok geçmeden düğün dernek kurmadan, gelinlik bile giymeden Arzu Mehmet’in eşi olarak yeni ve çileli hayatına başladı.
Arzu daha çocuktu. Sorumluluklarını bilmiyordu. Yemek yapmasını bile beceremiyordu. Çocuklara nasıl bakılacağını da bilmiyordu. Zaten oğulluğu Ali’den sadece bir yaş büyüktü. Mehmet, küçük eşine yardımcı olmaya çalışıyor, ama o da beceremiyordu. Rahmetli eşi ona hiçbir iş yaptırmamıştı. Mehmet de aciz kalıyordu. Zaman geçtikçe “hiçbir iş bilmiyorsun, ne biçim kadınsın? Annen sana hiç mi bir şey öğretmedi?”  diyerek Arzu’yu rencide etmeye, psikolojik, giderek fiziki işkence yapmaya başlamıştı. Arzu Mehmet’ in rahmetli eşinin herhangi bir eşyasına dokununca çocuklar kıyameti koparıyorlardı. Arzu’nun kap kacaklara dokunması bile çocukları deli etmeye yetiyordu. Onun için çocukların her biri bir taraftan Arzu’ya kızıyorlar, bağırıyorlar, sövüyorlar, hatta üçü bir olup Arzu’yu bir güzel dövüyorlardı. Babaları eve gelince Arzu’yu şikâyet ediyorlar, bu sefer de Mehmet çocuklarının gönülleri hoş olsun diye küçük gelini dövüyor, saçından tutup yerlerde sürüklüyordu.
Arzu çocukluğunu yaşayamadan eş olma, anne olma sorumluluğu ile karşı karşıya kalmıştı. Tüm çabalarına karşın ne iyi bir eş, ne de iyi bir anne olabiliyordu. Çocukluğu buna engeldi. Aylar, yıllar çile doldurmakla, çekilmez kaderine ağlamakla geçip gidiyordu. On altı yaşında hamile kaldı. Hamilelik döneminde bile Mehmet ve çocukları Arzu’ya sürekli psikolojik ve fiziki şiddet uygulamaya devam ettiler. Çocuklar Küçük Gelin’in annelerinin yerini almasını hazmedemiyorlar, sık sık Küçük Gelin’i dövüyorlar, babalarına şikâyet ederek bir de babalarına dövdürüyorlardı.
Arzu daha çocuk denecek yaşta, 17 yaşındayken nur topu gibi bir oğlan çocuğu doğurdu. Dünyalar Mehmet’in olmuştu. Arzu, annelik içgüdüsüyle hayata daha sıkı sarılmaya çalıştı. Üvey çocuklarını kendi öz çocuğundan ayırmamaya gayret etti. Çocuklar Arzu’nun kardeş doğurmasına sevinmemişler, aksine belli etmeseler de kızmışlardı. Babalarının kendilerini eskisi gibi sevmeyeceklerinden korkuyorlardı. Pabuçlarının dama atılacağını, aşlarına sevgisizlik katılacağını, değerlerinin yeni gelen kardeşe beş paraya satılacağını düşünüyorlardı. Çocuklar baba olmadıkları için ciğerin bölünemeyeceğini bilmiyor, anlamak istemiyorlardı.
Arzu oğluna Kadir adını verdi. İstiyordu ki oğlu güçlü olsun, her şeye sahip olsun. Arzu oğlunun kaderine bile hükmetmesini, her şeye kadir olmasını istiyordu. Üvey çocukları hem Arzu’yu, hem de Kadir’i istemiyorlardı. İkisine de her kötülüğü yapmaya çalışıyorlardı. Baba Mehmet çocuklarını ikna edemediği için hıncını Arzu’dan çıkarıyor, çocuklarının karşısında eşinin yüzüne tükürüyor, O’na işkence ediyordu. Arzu artık bu işkencelere katlanmaz olmuştu. Defalarca emniyete bizzat giderek eşinde ve üvey çocuklarından şiddet gördüğünü, çaresiz olduğu için bu güne kadar katlandığını, ama artık dayanacak gücünün kalmadığını söylüyor. Emniyette bu işte görevli olan yaşlı amca ‘baba’ edasıyla “Kızım o senin kocan, döver de sever de. Evine dön, yuvana sahip çık.” Diyerek eve gönderiyor.
Arzu işin içinden çıkamıyordu. Çocuk yaşta köle gibi çalıştığı halde eşine de, üvey çocuklarına da yaranamıyordu. Bir de çocuk doğurmuştu. O çocuğa iyi bir gelecek hazırlamak gerekiyordu. Ne yazık ki üvey çocukları bebeğe düşman gözüyle bakıyorlar, ondan nefret ediyorlardı. Bu şartlarda oğlunu iyi yetiştirmek olanaksızdı.
Tüm başvuru ve çabalarına karşın emniyetten kalıcı bir çözüm gelmemişti. Durum içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Öz çocuğunu üvey kardeşlerine kabul ettirememişti. Günler, gecelerce kara kara düşündükten sonra eşinden boşanmaya karar verdi Arzu. İlk duruşmada kocasının da itiraz etmemesine bağlı olarak boşanma gerçekleşti. Mahkeme çocuğun velayetini Arzu’ya vermişti. 17 yaşında bir çocukla tek başına kalmıştı. Babasının evine dönemezdi. Onlar kendilerini bile geçindirecek durumda değildiler. Üstelik analık kabul etmezdi.
Arzu dünyadan ve başına geleceklerden habersiz olan oğlunu alarak kimsenin kendisini bulamayacağı metropol kente, İstanbul’a gitti. Ne kalacak yer, ne yiyecek bir şey, ne de harcayacak para vardı. Eski eşi Mehmet boşanmasına kızarak Arzu’ya harçlık bile vermemişti. Arzu, gittiği İstanbul otogarında tesadüfen yaşlı bir kadınla karşılaştı. Kadının ilgisinden cesaret alarak içini döktü. Arzu’nun çektikleri yaşlı kadın Hatice’nin yüreğini kanatmıştı. Hatice içinden bu körpe kadına ve oğluna yardım etmek için söz vererek onları kendisiyle beraber gitmeleri için ikna etti ve eve gittiler.
Hatice, 70 yaşında, tek başına yaşayan dinç, sağlıklı, anaç bir kadındı. Güler yüzlü, cana yakın olan Hatice etrafına hem ışık saçıyor; hem de güven veriyordu. Maddi durumu çok iyiydi. Birçok semtte katları, Akdeniz’de yatları vardı. Evlenmediği için hiç çocuğu yoktu. Arzu’yla karşılaşıncaya kadar kalbinden gelerek yardım edecek biriyle karşılaşmamıştı. Hatice Ana Arzu’yu karşısına alarak “Bak kızım benim malım mülküm çok, bankalarda sayamayacağın kadar param var. Yiyecek kimsem yok. Benim hiç çocuğum yok. Bundan sonra sen benim kızım, oğlun Kadir de benim torunumdur. Bu saray gibi evde hep birlikte yaşayalım. Sen kızım olarak bana bakarsın, ben de annen olarak bütün ihtiyaçlarınızı karşılarım. Sizi el bebek, gül bebek büyütürüm. Küçük Gelin olarak çektiğin acıları sana unuttururum. Senden ricam şu: Ne hayalin varsa bana söyle ki ben o hayallerini gerçekleştirerek mutlu olayım.” Dedi. Arzu, “Hatice Ana, ben yoksul bir ailede büyüdüm. Yokluğa, çaresizliğe, açlığa alışmışım. Soğan ekmekle doymasını ve mutlu olmasını bilirim. Sadece bir şey istiyorum. Çocukken okuyup doktor olmak, hastaları iyileştirerek hayata bağlamak istiyordum. Kabul ederseniz liseyi dışardan bitirerek üniversite sınavlarında tıpı kazanarak doktor olmak, ayrıca oğlumu da okutup sana, bana, millete ve vatana hayırlı ve yararlı bir evlat olarak yetiştirmek istiyorum. Senin bu yüce anneliğini hiç ama hiç unutmayacağım. Seni hayatımın sonuna kadar başıma taç, derdime ilaç yapacağım.” Dedi.
Anlaşma kendiliğinden sağlanmıştı. Allah köre iki göz birden vermişti. Hatice Ana hem kız, hem de torun sahibi olmuştu. Arzu, melekleri kıskandıran dünya tatlısı Hatice Anasına kavuşmuştu. Her şey ikisinin, hatta üçünün istediği gibi olmuştu. Arzu, Hatice Ana’ya hiçbir evladın veremeyeceği saygıyı gösteriyor, ona bebek gibi bakıyordu. Hem Hatice anasına bakıyor, hem de hayalini gerçekleştirmek için geceyi gündüze katarak, keyfinden takla atarak liseyi dışardan bitirmeye çalışıyordu. Arzu’nun emekleri boşa gitmedi. Arzu başarılı bir şekilde liseyi dışardan bitirerek diplomasını aldı. Lise diploması yetmedi. Arzu Hatice Ana’sının cesaretlendirmesiyle üniversite sınavlarına hazırlanıp İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesini kazandı.
Hatice Ana çok mutluydu. Tam da istediği gibi azimli, çalışkan, dürüst ve saygılı bir kızı vardı. Kızı kendisine çok iyi bakıyordu. Torunu da her şeyden habersiz el bebek, gül bebek, bir dediği iki olmadan büyüyordu. Arzu hayalleri gerçekleşmekte olduğu için çok mutluydu. Kendini dünyanın en şanslı insanı olarak görüyordu. Üniversitede tıp öğrenimine şevkle devam eden Arzu Hatice Ana’sını ve oğlunu hiç ihmal etmedi. Zaten tıp fakültesine çok yakın bir yerde oturuyorlardı. Bundan dolayı üniversite eğitimi çocuğuna ve Hatice Ana’sına bakmaya engel değildi. Üçü bir arada mutlu bir hayat sürdürdüler. Arzu üniversiteyi başarıyla bitirip doktor oldu. Hastalarını iyileştirmek için bıkmadan, usanmadan çalıştı. Bu arada oğlunu da iyi bir insan olarak yetiştirmek için özel çaba sarf etti. Arzu doktor olduktan beş yıl sonra Hatice Ana hastalandı. Arzu ekibiyle ne kadar çabaladıysa da kurtaramadı. Hatice ana yaşlanmaya bağlı olarak organ yetmezliğinden hayatını kaybetti. Hatice Ana çocuklarının hayallerinin gerçekleştiğini görmenin sevinciyle mutluluğun zirvesine ulaştı. Arzu, Hatice Ana’sını gereği gibi yolcu etti.
Hatice Ana ölmeden önce vasiyetname hazırlayarak bütün malını, mülkünü ve servetini Arzu’ya bırakmış, Arzu da kendisine bırakılan  bu servetin tamamını kız çocukların okumasına adayarak Hatice Ana'ya layık biri olmuştu.
1Haziran 2020 Tapkıran Köyü.

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...