Savaşın yükünü kadınlar çeker

Ali Vafi kullanıcısının resmi
Annem her konuşmasında: "Sen bir yaşındayken, biz Afganistan'dan İran'a göçtük!" derdi. “Neden taşındık anne?” diye sorduğumda ise "Afganistan'da savaş vardı. Ortalık çok karışıktı. Korkuyorduk. Sizler daha iyi yaşayın istiyorduk. İşte bu yüzden İran'a göçtük." diye yanıtlardı.

Yıllar sonra ben büyüdükçe, bizim gibi daha birçok ailenin Afganistan'dan İran'a göçtüğünü görüyor ve duyuyordum.
Ailenin tek kızıydım. Bu yüzden annem ve babam bana çok düşkündüler. Beni çok seviyorlardı. Erkek kardeşlerimden daha çok ilgi gösteriyorlardı babam. Erkek kardeşlerim, annem ve babam çalışıyorlardı. Onların kazandıklarıyla geçimimizi sürdürüyorduk. Daha çok küçükken, çevremde okula giden çocukları görür ve onlara çok özenirdim. ‘Bir an önce yedi yaşına gelsem de ben de okula gitsem,’ diye düşünürdüm. Komşu çocukların da hepsi Afganistanlıydı ve hepsi de okula gidiyordu. Yedi yaşına geldiğimde, annemle babama okula gitmek istediğimi söyledim. Onlara yalvardım. "Bütün komşularımızın çocukları okula gidiyor, ne olur ben de gideyim." dedim ama ne yazık ki annem, "Kız çocuğunun okulda ne işi var? Kızların yeri evidir." dedi ve beni okula göndermedi. Çok üzülmüş, okuma arzumu yüreğime gömmek zorunda kalmıştım. Her gün evin penceresinden sokağı gözler, okula giden çocuklara hasretle bakardım. Çocuklar yırtık pırtık çantalarla, eski ayakkabı ve kitaplarla okula gidiyorlardı, onları gördükçe içimden her zaman, "Ahhh! Keşke ben de giyebilsem!" diyordum.
Yıllar böyle geçti. Yavaş yavaş büyüdüm. Ev işlerini, hatta yemek pişirmeyi öğrendim.
Daha sonra on yaşıma geldiğimde babam:
 "Sen de artık çalışmaya başla." dedi bana. Ben çalışmak nedir, nasıldır hiç bilmiyordum. Çevremdeki komşu kızları pazarda eşya satardı. Ben de onlar gibi satış yapmaya başladım. Evden dışarı çıkmak, bir sürü yabancı insan tanımak çok hoşuma gitmişti. Ev hayatı çok sıkıcıydı. Pazarda satış yaparken, “Bir gün benim de bir ayakkabıcı dükkanım olsun,” diye hayal kurardım.
Sonra bir gün babam beni karşısına aldı: "Artık evlenme zamanın geldi." dedi. Oysa ben evlenmeyi istemiyor, daha kendimi hazır hissetmiyordum. İtiraz ettim. “Evlenmek İstemiyorum,” dedim. Ama beni dinlemedi ve beni, benden 25 yaş büyük bir adamla evlendirdiler. Evlendiğim adamım başka karısı da vardı. Düğün gecesi, üzüntüden ve korkudan hasta oldum. Beni hastaneye kaldırdılar. İyileşince, mecburen kaderime razı oldum. Kocamın mağazası vardı. Onun yanında çalışmaya, ona yardım etmeye başladım. Bu şekilde ticareti ve alışverişi öğreniyordum ama o sıralar, ilk çocuğuma hamile kalmıştım. Çocuğum olunca tekrar, evde yaşamak zorunda kaldım.
Çocuğumu büyütürken sık sık ‘Tekrar Nasıl işe dönebilirim?’ diye düşünüyor, bir an önce tekrar çalışmak istiyordum. Eşim huysuz bir insandı. Çalışınca kendimi daha özgür hissediyordum ama ne yazık ki, ben böyle hayaller kurarken, ikinci çocuğuma hamile kaldım.  Mecburen ikinci çocuğumu da doğurdum ama başka çocuk istemiyordum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bu konuda bilgi almak için bir doktora başvurdum. Doktor bana bir takım doğum kontrol yöntemleri anlattı. O yöntemlerin içinde kordonlarımı bağlatırma yönteminin benim için iyi olacağını düşündüm. Eşimi de ikna ettim ve bir daha çocuk sahibi olmamak için ameliyatla kordonlarımı bağlattım. Artık iki çocuklu bir kadındım ve mecburen evde oturup çocuklarımı büyütmeliydim. O sıralar eşim sürekli, Afganistan'a geri dönmekten söz etmeye başlamıştı. Ben dönmek istemiyor ve çocuklarımı baskı altında büyütmek istemiyordum. Eşimle bu yüzden çok kavgalar ettim ama ne yaparsam yapayım, eşimi ikna edemedim. Her şeyimizi satıp Afganistan'a döndü. Ama ben onunla gitmedim. İki çocuğumla İran'da kaldım. Çocuklarıma bakabilmek için çalışmak zorundaydım. Hububat temizleme işine başladım. Ne yazık ki, bu işin ücreti çok düşüktü. Çocuklarımın karnını doyuracak kadar para kazanamıyordum. Mecburen büyük oğlumu okuldan aldım ve bir işe soktum. Oysa, çocuklarım okusunlar, büyük adam olsunlar isterdim. Çok üzgündüm ama yapacak bir şey yoktu. Mecbur kalmıştım.
O zamanlar tek eğlencem vardı: Humeyni'nin mezarını ziyaret etmek. Orada mülteciler çok olurdu. Orada yatar kalkarlardı. Ben de oraya gidince akrabalarımı görür, mutlu olurdum. Bir gün orada Afganlı bir kadın gördüm. Küçük bir kız bebeği vardı. "Ona bakacak param yok. Bebeğime bakacak bir aile arıyorum." dedi bana. Kadınının hali perişandı gerçekten. Günlerce düşündüm, taşındım. “Bu kadının kızını ben evlat edinsem,” dedim. Benim kız çocuğum yoktu. Artık çocuk sahibi de olamazdım, çünkü ameliyatla kordonlarımı bağlatmıştım. Sonunda kadının çocuğunu evlat edinip onu kendi kızım gibi büyütmeye karar verdim. Elimde avucumda ne kadar altınım, param varsa, hepsini o kadına verip kızını evlat edindim. Kadın kızını bana verirken çok ağladı. İki gözü iki çeşme ağlaya ağlaya gitti.
Bir gün hububat fabrikası kapandı. Kendime başka bir fabrikada iş buldum. O fabrikada müdür oldum ve bir sürü Afganlı kadını işe aldım. Daha sonra bu işten de ayrılıp, ev temizliğine gitmeye başladım. Özellikle Nevruz Bayramı olduğu zaman bu işten çok para kazanılıyordu. Bir Afganlı arkadaşım gazetede bir reklam görmüştü. Bir eve temizlikçi kadınlar aranıyormuş. Biz üç kadın o eve gittik. Çok büyük, saray gibi bir evdi. Kocaman deposu vardı. Evin sahibi Molla İmam ilk gün diğer kadınların ücretini ödedi ama benimkini ödemedi. Bana yarın tekrar gelmemi söyledi. Ben ertesi gün tekrar gittim. Mollanın yazıcısı beni görünce ofise girdi, geldiğimi haber verdi. Ofise mollanın yanına girdim. Molla bana, "Ben Afganlı kadınlarla seks yapmayı çok seviyorum. İçlerinden en çok seni beğendim. Sen çok güzelsin. Beni memnun edersen, ben de sana bol bol para veririm." dedi. Bana sarıldı. Ben bağırdım. Elinden kurtulmaya çalıştım. "Boşuna bağırma, seni kimse duymaz. Herkesi gönderdim. İkimizden başka kimse yok! " dedi. Ben ona karşı koydum. Bana bir yumruk atı. Burnum kırıldı, kanamaya başladı. Orada bir kablo gördüm. O kabloyla mollaya vurdum. Molla yere düştü. Bende ne yazık ki ücretimi alamadan oradan kaçtım!
 
Ama bu mollanın benim telefonumdan ev adresimi bulmasından korkuyordum.  Çünkü daha önce onun yazıcısı benim numaramı almıştı. Sonra kendi kendime dedim. "Bana tecavüz etmek isteyen oydu. Öyle olunca beni şikâyet edemez." Bu düşünceyle kendimi telkin etmeye çalışarak o gün evime vardım. Aradan birkaç gün geçince Nevruz ayının 15’inde bir sabah, ben kızım ve küçük oğlumla kahvaltı ederken kapı çalındı. Kapıya iki kişi geldi. Beni kızımın ve oğlumun gözü önünde zorla, başıma çuval geçirerek götürdüler. Bir hafta bana işkence yaptılar. Bana sürekli soruyorlardı: "Sen mollayı dövmek için kimlerden emir aldın?"
Onlara sürekli bilmediğimi söylüyordum. Hatta okuma yazma dahi bilmediğimi, kimseyi tanımadığımı anlatıyordum. Ama onlar bana hâlâ işkence yapmaya devam ediyor ve beni sürekli sorguluyorlardı.
 Bir hafta sonra oğlum benim yerimi buldu. Benim ziyaretime geldi.  O gün anladım ki, ben ŞAPUR isimli savcının elindeydim. (Şapur Savcılığı, İran'ın en büyük işkence merkezidir) Orada beni yumrukladılar. Çifteyle dövdüler. Beni ayaklarımdan yukarıya astılar. Çok acı çektim. Her işkenceden sonra bana serum veriyorlardı.  Serum da canımı yakıyor ve beni titretiyordu.  O yüzden beni kendi başıma bir odaya alıyorlardı. Kendime geldikten sonra, diğer tutukluların yanına getiriyorlardı.  Tam bir ay boyunca bana böyle işkence yaptılar.
Savcı bana, "Sen mollanın yumurtasını patlatmışsın." diyordu.  Ben böyle olduğunu bilmiyordum.  O zaman boğuşma sırasında, mollaya kabloyla vurunca olmuş demek ki.  Bir ay sonunda beni adliyeye sevk ettiler. Bir avukatım dahi yoktu. Devlet bana, kendimi savunabilmem için bir avukat vermedi. Sonra da beni EVİN isimli cezaevine gönderdiler. Dokuz ay orada kadınlar koğuşunda kaldım.  Sonra bana, "Eğer bize emanet bir şey bırakırsan seni serbest bırakırız." dediler.  Bana bu işleri hallederken, amcamın kızı ve eşi çok yardımcı oldular. Onlar olmasaydı ne yapardım bilmiyorum. Ben cezaevindeyken çocuklarıma da onlar göz kulak oldular. Allah onlardan razı olsun. Daha sonra baro başkanı beni karşısına aldı ve bana, "Eğer molla şikayetini geri alırsa, serbest kalabilirsin. Git onunla konuş." dedi.
Ben amcanın kızı ve onun eşiyle birlikte mollanın evine gittim.  Molla bizi kabul etmedi.  Yazıcısının telefonundan mollayla konuştum.
"Bir şartla şikayetimden vaz geçerim,” dedi.  “Böbreğini satar da parasını bana getirirsen.”
"Ben sana iki böbrek parası vereyim. Böbreğimi satmayayım." dedim.
"Hayır! Senin yüzünden engelli bir insan oldum. Artık sakat biriyim. Senin de sakat kalmanı istiyorum."
Bu konuşmadan bir sonuç alamadan evime dönmek zorunda kaldım. Çok üzgün ve çaresizdim. Bu adam benim başıma bela olmuştu. Hiçbir suçum, günahım yokken, bütün bu başıma gelenler beni kahrediyordu. Çocuklarıma bakamıyordum. Kendim için değil ama çocuklarım da benimle birlikte perişan oluyorlardı.  O akşam gece saat 24.00 sıralarında yine kapımı çaldılar.  Küçük çocuğum kapıyı açmaya gitti. Gittiği gibi de acı içinde bir çığlık attı. Koşarak kapıya koştum. Bir de ne göreyim oğlum kanlar içinde, yerde kıvranıyor. Çocuğumun kolunu bıçaklamışlardı. Hemen aldım onu hastaneye götürdüm. Koluna kırk tane dikiş attılar. 
"Oğluna bunu kim yaptı?" diye sordular.  Bilmediğimi söyledim.  Kapıya motosikletli iki kişi gelmişti.  Bu adamlar mollanın adamlarıydı sanırım. Ama polislere söylemedim. Benim yaralanan oğlum bir terzinin yanında çalışıyordu.  İyi bir ustası vardı.  Ustanın bize çok yardımı oldu.  Oğlumu zengin birinin yardımıyla Türkiye'ye gönderdik.  Oğlumun birini molladan kurtarmıştım ama o uğursuzun diğer çocuklarıma da zarar vermesinden korkuyordum.
 
Diğer çocuklarımı da Türkiye'ye göndermenin bir yolunu aramaya başladım.  Yine bu işlerle uğraştığım bir akşam üzeri saat 17.00 sıralarında bir taksiye binmiştim.  Taksi 100 metre kadar gidince durdu. Durunca taksiye bir başkası bindi. Bindiği gibi de ben bir şey anlamadan, benim boğazıma bir bıçak dayadı. "Yat koltuğa!" dedi bana.
Taksi uzun uzun gitti.  Anladım ki, şehirden dışarı çıktık.  Büyük bir eve geldik. Bir bahçeye girdiğimizi fark ettim. Kapıyı açan kişi de Afganlı birine benziyordu. Beni ite kaka içeri soktular.
"Sen mollayı sakat bıraktığın için, biz de senin seks videonu çekeceğiz," dediler.
Çok yalvardım. Ağladım. “Yapmayın, etmeyin!” dedim ama beni dinlemediler.  Zorla elbiselerimi çıkardılar.  Sonra kolumdaki bileziklerimi zorla çıkarıp aldılar.  Sonra video çekmeye başladılar.  Ben bağırmak istedikçe, "Bağırırsan, çocuklarını öldürürüz, güleceksin!”  dediler. Çocuklarıma zarar vermesinler diye mecburen istediklerini yapmak zorunda kaldım.  İçim kan ağlasa da güldüm. Ne isterlerse yaptım. Sonra beni tekrar arabaya bindirdiler. Tekrar aynı bahçeden dışarı çıktık. Yine uzun süre gittikten sonra, bir yerde arabayı durdurdular. Benim her yanımı bıçaklayıp, beni arabadan, dışarı atıp, bırakıp gittiler. Orada yalnız kalmıştım. Hava kararıyordu. "Beni burada aç hayvanlar parçalasa da kurtulsam!" diye sesli seli ağlıyordum. Her yanım kan revan içinde kalmıştı. Ama çocuklarım vardı. Kızımı büyüteceğim diye annesine söz vermiştim bir kere. O yüzden yine tüm gücümü toplayıp yürümeye başladım. Bir ara gözüme bir kumaş parçası ilişti. Kumaşı tanıdım. Gömleğimi parçalayıp buralara fırlatıp atmışlardı. Bir süre yürüdükten sonra, bir ana caddeye vardım. Yoldan geçen arabalara el kaldırdım. Bir araba durdu ve beni aldı. Arabadakiler halimi görünce hayretler içinde kaldılar. "Sana böyle ne oldu? Kim yaptı sana bunu?" diyerek sorgu sual ettiler beni.
"Bir molla vardı. Bana aylardır yapmadığını bırakmadı. Onun adamları beni bu hale getirdi. Bana seks videosu çektirdiler zorla. Sonra da beni bıçaklayıp, yol ortasına attılar." diyerek onlara başımdan geçenleri anlattım.
Neyse ki arabadaki insanlar iyi birileriymiş. Bana yardım ettiler. Beni evlerine götürdüler. "Senin bu halini videoya çekelim de polise ver." dediler. Bana bir video çekip flaş belleğe atıp elime verdiler. Daha sonra beni bir hastanenin kapısına kadar götürüp bıraktılar. "Eğer hastaneye bizde seninle gelirsek, bize inanmazlar, bunu sana bizim yaptığımızı zannederler, onun için, kendin gitsen daha iyi olur." dediler. Ben de öyle yaptım. Hastane kapısından kendim içeriye girdim. Beni hastanede tedavi ettiler. Polise haber vermek istediler. Ben izin vermedim. Hastanede biraz iyileşince çıktım. Bir taksi tutup evime gittim. Yanımda hiç param yoktu. Evden çocuklarımdan para toparlayıp, taksinin ücretini ödedim. Bir gün sonra duydum ki, benim videomu metrolarda, cep telefonlarıyla paylaşmaya başlamışlar. Herkes görmeye başlamış videoyu. Tabi ki de ailem de görmüş. Ailem de bana düşman oldu bu sefer. Bir an önce benim de ülkeden çıkmam gerekliydi. Ama çıkmadan önce elimdeki videoyu polise teslim ettim. Uzunca da bir mektup yazıp, başıma gelenleri saydım. “Bu videoyu bana zorla çektirdiler, benim bir suçum yok,” diye anlattım. Bu işi isteyerek yapmadığımı bilmelerini istiyordum. Yine amcamın kızı ve onun eşinin yardımıyla Türkiye sınırına geldik.
 
İki çocuğum da yanımdaydı.  Orada bir insan kaçakçısı bulduk. Ona yüklüce bir para ödedik.  O bizi bir otel odasına getirdi.  Orada on beş gün bekledik. Yeterli kişiler toplanınca, toplu olarak, yürüyerek yola çıktık.  Altı saat sürekli yürüdük.  Bir anda İran tarafından üzerimize oklar atılmaya başlandı. Kaçakçı bizi, bir tepenin arkasına gizledi. Saatlerce orada aç, susuz bekledik.  Yolcuların bazısı itiraz edecek oldular. Ayrılmak istediler ama kaçakçı bize cep telefonundan bir video gösterdi. Videoda kurtlar, bir kadını parçalıyordu. "Eğer ayrılırsanız, sizin de sonunuz bu kadın gibi olur!" dedi bize. Biz de mecburen, iki gün, iki gece orada bekledik.  Daha sonra kaçakçı gitmemize izin verdi. Biz Van'a geldik. Oradan arabaya binip İstanbul’a vardık. Daha sonra da Ankara'ya Birleşmiş Milletlere belgelerimi vermeye gittik ama bir baktım ki, kaçakçı, çantamdaki her şeyi çalmış. Biraz param vardı onları da almış. Ama Birleşmiş Milletlerdeki görevliler benim bıçak yaralarımı görünce beni kabul ettiler. Şimdi beş yıldır Türkiye de yaşıyorum.  Bir işim yok. İnsanların yardımlarıyla geçinmeye çalışıyorum.  Beni üçüncü bir ülkeye göndersinler istiyorum.
Ben de insan gibi yaşamak istiyorum! İnsan gibi yaşamak hepimizin hakkı!

Kategori: 

Yorumlar

Sibel Karakız kullanıcısının resmi

Sibel Karakız tarafından tarihinde gönderildi

Öykünün girişindeki okula gitme özlemi vurgulanmış olmasına rağmen, okuyamamış olmanın sonuçlarına deyinilmemiş. Ayrıca, kahraman daha sonraki süreçte okuma-yazma öğrendiğine dair bilgi verilmemiş olmasına rağmen, uzun uzun mektup yazığını belirtmiş. Öykünün inandırıcılığı çelişki dolu ne yazık ki.

Kem gözler öteye git,
Davetlidir sadece
Doğru kişi, iyi niyet.

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...