Git(me)lerim 3

Yaşar Aksu kullanıcısının resmi
Kârlı çıkmışlığın verdiği bir gülümsemeden sonra bir an önce odama yerleşmek için acele ediyordum. Sırtımdaki çantanın ağırlığına aldırmadan merdivenin basamaklarını ikişer ikişer çıkıyorum.

Heyecandan kapının açık olduğunu unutmuşum ve elimdeki rengârenk boncuklu anahtarlığa takılmış anahtarı deliğine sokmaya çalışıyorum. Odamın kapısı açılıyor, nefes nefese odaya atıyorum kendimi. Çantamı bir kenara bırakıp direk balkona koşuyorum. Etrafı müzeyyenli demirlerle bariye edilmiş bu mezar hacmindeki balkonda bir dünya genişliği huzur buluyorum. Huzurlanıyorum. Bütün şehir ve şehrin bitimindeki sarımtırak tarlalar, tarlaların da ötesindeki çölü bile görebilmek düşündürüyor insanı. Sessizce düşünüyorum.

Güneş yumuşamış ve bir keyif banyosu yapmam gerektiğini hatırlıyorum. Çantamdan şampuanımı, duş jelimi ve diş fırçamı çıkartırken odanın içindeki eşyalar gözüme çarpıyor. Kaldığım odada normalinden daha geniş ve bembeyaz çarşaflı bir yatak, başında komedin, komedinin üzerinde duran bir kül tablası ve yatağa paralel olarak duvara yaslı bir gardırop var. Yerde el işi yünden bir kilim duruyor. Banyo kapısının tam karşısında duvara monte edilmiş bir boy aynası, yatağın karşısında küçük bir yemek masası, ahşap bir sandalye ve masanın 1 metre kadar yukarısında duvardaki rafa bırakılmış 37 ekran tüplü bir televizyon var. Odanın içi ne serin ne de sıcak. Duvarlar kirli beyaz rengine boyanmış ve kolumdaki saat 17’yi gösteriyor.

Banyodayım. Banyo bataryası iki gözlü ve musluk başlıkları kartal şeklinde. Bataryanın hemen ağzında mermerden yapılmış bir kova bulunuyor. Kapı sırtında bir askı ve askıda tiftikten bir kese duruyor. Sıcak suyun keyfinden tam yarım saat banyoda kalıyorum. Banyodan sonra dünyanın bütün yükünü indirmişim gibi hafiflediğimi hissediyor ve kendimi şımartıyorum. Temizliğin verdiği duygunun tarifi de yokmuş, hele ki onca kirden sonra temizlenmek mükâfat gibi geliyormuş insana. Bunu ilk defa şimdi anlıyorum. Giyinirken karnım gurulduyor ve ne çok acıktığım da aklımı zorluyor. Dışarı çıkıp sebze yemeklerinden bir kazan dolusu yemek istiyorum. Çoban salatasına aşık oldum dersem yeridir, keza hayali gözümde canlanıyor. Yapmak istediklerim ve yapmam gerekenler arasında bir piyon gibi durduğum yetmezmiş gibi mecburiyetimin de etkisindeyim. Üzerime sıktığım Fransız marka parfümden sonra aşağıya, resepsiyona iniyorum. Resepsiyondaki görevli şaşkın gözlerle bana bakıyor. Selam veriyorum. Selamımı aldıktan sonra beni lafa tutuyor, geldiğim ülkenin hangi şehrinde yaşadığımı soruyor. Geldiğim ülke hakkında ne duymuş ve bilmiş ise hepsini sayıp duruyor. İsmini soruyorum, “Casım” olduğunu söylüyor. Çok acıktığımı ve bana sebzeli yemeklerin olabileceği bir lokanta önermesini istiyorum. Aklına gelen ilk ismi söylüyor. “Merkoza… Merkoza’da istediğin her yemeği bulabilirsin’’ diyor. Uzak olup olmadığını soruyorum ve aldığım cevap beni sevindiriyor.’’ 300 metre kadar ilerde, terziler çarşısının tam karşısında duran büyük camekânlı dükkânın Merkoza Lokantası olduğunu’’ anlatıyor. Müsaade istiyor ve çıkıyorum.

Havada gün ortasından eser kalmayan bir serinlik var ve tabi banyo yapmışlığımın da verdiği etki cabası. Kuş gibi hafifim. Gözlerim çok meşgul ve etrafındaki garibanlık ve yabancılığın sarhoşluğu içerisinde. Tik misali ordan, burdan, şurdan etkileniyor ve beynim bir 170’lik HDV el kamerası şeklinde kayıt altında harıl harıl çalışıyor âdeta. Ayaklarım bana buyruk bir şekilde götürüyor lokantaya doğru. İlerde görünen eşya ve insan kalabalığının içinde buluyorum kendimi. Karşıda geniş bir tabela ve tabelada Latin alfabesiyle kocaman Merkoza yazısı gözüküyor. İçeriye giriyorum. Kapıda, ayakta beni karşılayan, biri gencecik 3 düz çizgili adam karşılıyor. Kibar bir “hoş geldiniz” demelerinden sonra biri bana oturabileceğim bir masaya doğru eşlik ediyor.

Merkoza Lokantası’ndayım ve bu hiç bilmediğim ülkenin, daha önce hiç görmediğim bir lokantasında, nasıl bir tatla karşılaşacağımı bilmediğim halde ne varsa her şeyden yemek istediğimi düşünüyorum. İnsan aç iken bir tek yemeği hayal ediyormuş. Bu isteğim beynimin değil, midemin emri olduğunu iyi biliyorum. Bu yüzden ’’Buyur hacmi küçük midem, ne emredersen emredebilirsin. Beynimle, kalbimle hürmetinizdeyiz şimdi…’’deyip kendimi ödüllendiriyorum.

devam edecek...

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/22/2024 - 21:29
01/27/2024 - 22:27
01/02/2024 - 00:43
08/05/2023 - 16:21
07/31/2023 - 22:44
07/29/2023 - 19:58

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...