Üç Yeni Kitap

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Üç Araştırma Kitap çok önemli toplumsal, tarihsel ve psikolojik konularla dolu. Mutlaka her insanın kendisinden bir şeyleri bulacak ve bugüne kadar üzerinde durmadığı birçok konunun ayırdına varacaktır.

                                                                         
KADIN ERKEK EŞİTSİZLİĞİ ve TOPLUMSAL YOZLAŞMA

                    Araştırma
                        Önsöz     

Kadın ve erkek arasındaki cinsiyet ve fiziksel farklılık, insan türünü cinsi açıdan birbirinden ayrıştırdığı kadar, duygu ve fiziksel bakımdan her iki cinsi birleştirip insanileştirendir de.
Bunun gözle görülen noktaları aile ve toplumsallaşmasıdır.
Ancak her çağın koşullarına uygun eğitim ve kültürel gelişim doğru gerçekleşmediğinden, kadın ve erkek kendilerini yeterince tanımadan birçok şeyi yarım ve sakat şekilde yaşıyor. Her iki cinsin fizik, duygu ve düşünce yapısındaki mevcut derin özellikleri, insanı ayrıştırıp birbirini aşağılayan değil, birleştiren hatta insanileştiren değer olduğunu daha net anlamak için, doğru eğitim ve gerçek kültüre sahip olmakla mümkündür. Sınırsız sayıda bilimsel araştırmaların varlığına rağmen, birçok devlet yönetimlerinin siyasi ve ekonomik çıkarlarını her şeyin üstünde tutmaları neticesinde, bu bilgileri tam ve doğru şekilde insanlara öğretmemektedirler. Daha çok din olgusu her derde deva şekilde sunulmaktadır.
İnsanı insan yapan, birleştiren en değerli cins farklılığını, din vb. mantık dışı doğmalarla birbirinin üzerinde en büyük silah olarak kullanılması, insanları insan olmaktan uzaklaştırıyor. Bu yüzden sağlıklı düşünceye sahip aile bulmak neredeyse mümkün olmuyor.
Hazırlamış olduğum “Kadın Erkek Eşitsizliği ve Toplumsal Yozlaşma” kitabında elden geldiğince farklı konular ele alınıp incelenmiş olup, okunduğunda farklı bir bakış açısının varlığı rahatlıkla anlaşılacaktır. Çünkü her iki cins, çoğu toplumlarda gerçek özelliklerinin farkına varmadan kaba cinsel duyguyla ve çoğu zaman birbirini aşağılayıcı şekilde yaşamaktadırlar. Ondan sonra da çarpık aile ve düşünce darlığı çeken çocuklar yetişirken, toplumun niteliği de ona göre şekillenmektedir. Kadın ve erkek tam anlamıyla kendi fiziksel, duygu ve diğer özelliklerini bilip kavrayamadığı sürece, yetiştireceği çocuğa veya başkasına ne verebilir ki? Hiçbir şey veremeyeceği için çocuğun tüm gelişimi, mecburen çarpık devlet yönetimlerinin eline kalmaktadır.
Sözde uygarlaşmış insanların büyük çoğunluğu kadın erkek arasındaki bu güzel gizemi anlayamadığı gibi, bazılarıysa anladığı halde anlamazdan gelip, birbirine karşı üstünlük silahı olarak kullanıp çıkar sağlıyor. Evli çiftlerdeki bu çıkar mantığı daha çok manevi ve maddi menfaat şeklindedir. Tüm bu yaşananlar uygar insanın, ilkel insandan daha hayvani olduğunu gösteriyor. Aslında doğal olarak var olan bu gizemli özelliğe her iki cins minnettar olması gerekir. Cinsler arasındaki fizik, his, duygu ve düşünce farklılığının insanlık için nasıl bir erdem olduğunu, elden geldiğince önemli noktalarıyla ele alarak bilince çıkarmaya çalıştık.
Örneğin; cinsler arasındaki farklılık, insanı daha çok birbirine düşmanlaştıran mı, yoksa birleştiren mi? Bu sorunun hem olumlu hem de olumsuz noktalarını açık şekilde anlayabilmek için insanın psikolojik, dini, ekonomik, siyasi ve sosyolojik olarak derince analiz etmeden mümkün değil. Aslında bu vb. farklı noktalar birçok bilim insanı ve araştırmacılar tarafından incelenmiş olmasına rağmen kariyer, ekonomik ve sistemle yaşanan sorunlar yüzünden çoğu bilgiler, gün yüzüne çıkarılmadan raflarda kaybolmaktadır. Söz konusu durumun özellikle İslam dininin hâkim olduğu toplumlarda daha ağır şekilde yaşandığını, kadının sürekli aşağılanmasından tüm dünya biliyor.
Dinin her şeye hükmetmesi demek çağ öncesi ve sonrası kabileci vahşi yaşan demektir.
Cinsiyet üstünlüğüne dayalı yaşamak, insanın sadece çiftleşerek soyunu sürdürmek anlamında gerçekleştiği için, milyarlarca aile çarpık ve gerçek insani özellikten tamamen uzaktır. Diğer taraftan bu geri mantığı sözde her insan eleştirdiği halde, gerçek bilinçaltındaki ilkellikle bunu her gün yaşam pratiğinde uygulaması, bizim ileri sürdüğümüz çarpıklığın en açık kanıtıdır.                                
Özellikle Türkiye gibi Müslüman ülke yönetimlerinin, her şeylerini mantık dışı dini doğmalara dayandırmaları neticesinde, bütün anormallikleri ağır şekilde yaşamaktadırlar.
Bilim, cinsiyet değeri, tarihsel, kültürel ve toplumsallaşma gibi konular sürekli devletler tarafından çarpıtıldığından, insanlar gerçek yaşamın devletin verdiği kadar ve şekilde olduğunu anlıyor. Buna en büyük desteği sağlayanlarsa Aydınlardır. Çünkü her toplumda Aydın olmanın doğal bir sorumluluğu ve doğruları topluma aktarma gibi gönüllülüğe dayanan görevi vardır. İnsanların kendinden habersiz ve çarpıklaşmasında, art niyetli ticaretçi ve siyasetçiler kadar “Aydın ve Yazarlarda” sorumludur. Ne pahasına olursa olsun buna dur denilmedikçe, çarpık insan ve toplumlar her geçen gün daha da çoğalacaktır. Bu da çatışma, savaş ve katliam demektir. İşte bu kitapta bugüne kadar cesaret edilip ele alınmayan birçok konu ve çarpık aileleşme incelenmiştir.
 
Cemal ZÖNGÜR    2021 
 
DİN ve FELSEFE  AÇISINDAN  KIZILBAŞLIK                                                         
 Araştırma                                                                                                           
ÖNSÖZ                                     
İnsan düşüncesini kullanmaya başladığı ilk günden bu zamana kadar, yaşamının önemli noktalarına çeşitli isim, şekil ve anlamlar yükleyerek belirli düzen içerisinde yaşatmaya çalışmıştır. Bunu geliştirmeye başladığı ilk tarih ve çağlarda bizim düşündüğümüz kadar düzenli ve sistemli bir yapıya henüz ulaşmamış olsalar da çağına göre yine de önemli bir devrim niteliğini taşıyor. Bu devrimlerden ilk sıradakiler dil ve dinlerdir. İnsan yaratmış olduğu kültürel yapılarını önce “Kabile, Kılan ve Aşiretleri” içerisinde meşrulaştırırken, daha sonra milli ve ulusal kimlik şekline dönüştürmüştür. Ancak bazı topluluklar üzerinde diğer toplumların baskı ve egemenlik kurmaları yüzünden, özellikle din ve dillerini kullanmakta birçok zorluklar yaşanmış, yaşanmaya da devam etmektedir. İşte Kızılbaşlık da (Alevilik) bir din, inanç ve de felsefi kültür olarak, özellikle İslami dini topluluklar tarafından her zaman yok edilmesi için katliamlara uğratılmıştır.
Aleviler nüfus yoğunluğu açısından İran, Irak, Suriye ve Türkiye'de yaşamaktadırlar. Bu ülke yönetimleri tarafından sürekli öteki olarak görülüp, çeşitli baskı ve zulme uğramış olmaları, üzerinde düşünmeyi gerektiren önemli konuların başında geliyor. Her dört ülkede yaşayan Alevilerin genel toplamı 25 milyona yakın olup, çoğunlukla etnik olarak Türk ve Kürtlerden oluşur.
Diğer taraftan Ön Asya ve Anadolu'da yaşamaya başlayıp, büyük İmparatorluklar kurmuş Müslüman Türkler ise İslamiyet’i kabul etmekle birlikte; herkesten önce kendi etnik yapısından olan Türkleri, Müslüman Arap yapmak için Türkçeyi yasaklaması da ayrı bir vakadır. Selçukluların ve Osmanlı’nın, Türkçenin yerine Arapça dilini ve İslam din kullarını kabul ettirmeye zorlaması, bir halkın kendi insanına uyguladığı en hoyrat kültür faşizmidir. Buna rağmen Müslüman ve Arap olmak istemeyen Türkmen, Yörük, Çepni, Kıpçak, Peçenek ve Tahtacılar ile Alevi Kürtlerin birlikte direnerek kendi dil ve din kültürlerini yaşatmakta ısrarlarını sürdürdüklerini görüyoruz.
Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyetin İslam zulmüne karşı direnen Aleviler, sonuçta yenik düşerek devletin mevcut yapısını kabul etmek zorunda kalmışlardır. Bu kabullenişle birlikte özellikle Cumhuriyetin sahte laiklik anlayışına inanıp, kendilerini devletin en sadık savunucuları olarak görürler. Ve devlet buna rağmen Alevilere hiçbir zaman sadık vatandaş olarak bakmamıştır. Osmanlı ve Cumhuriyetin baskısı yüzünden Aleviler Kemalist, Bektaşi, Ehlibeytçi ve sosyalistler olmak üzere dört siyasi yapıya bölünmüşlerdir.
Bektaşi ve Ehlibeytçi kesim, Osmanlı döneminde teslim alınan Alevilerdir. Kemalist Aleviler ise Cumhuriyetin kurulduğu dönemle birlikte isyan edip, daha sonra yenik düşenlerden oluşur. Cumhuriyetin sözde laikliğine sarılan Aleviler, laiklik ilkesine aldanarak özgür olacakları hayaliyle yaşarlarken, paylarına hep dışlanma, katliam ve aşağılanma düşmüştür. Cumhuriyet yönetimi bugüne kadar Alevilik konusunda herhangi bir olumlu politik ya da yasal düzenleme açısından adım atmış değil. Çünkü Kemalist Cumhuriyetin gerçek ideolojisinde Türkik-İslam Milliyetçiliği esastır.
Sol ve Sosyalist Alevilerin ise inançsal ve sosyal sorunlarını daha çok sınıf mücadelesi temelinde çözmeye çalıştıklarını görüyoruz. Bu düşünce içerisinde yer alan Aleviler tüm iyi niyet ve fedakârlıklarına rağmen ne sınıfsal alanda ne de kültürel olarak henüz sorunlarını çözmüş değiller. Sonuçta Alevilik, Türkiye'nin çözmesi gereken en büyük sorun olarak varlığını sürdürmektedir.
Aleviliği bu duruma getiren neden ve önündeki engellerin başında, Aleviliğin; İslam olup olmadığı meselesidir. Artık bunun bir sonuca ulaşması gerektiğine inanılarak, böyle bir inceleme yapma ihtiyacı duyulmuştur. Ancak bin yıllardan beri inkâr edilip tüm kaynakları yakılıp imhaya uğrayan bir din ve inanç yapısı olan Aleviliği aydınlığa kavuşturmak, görünenden daha zor bir iştir. Böyle bir zorluğa rağmen yine de çok önemli kaynak niteliği taşıyan Kızılbaş Alevi ler ile Müslümanların tüm yaşam ve ibadet şekilleri karşılaştırılıp incelenmiştir. Böyle bir incelemeyle, bilinçli olarak yok edilmeye çalışılan Kızılbaşlığın İslam olmadığını ve gerçek temel felsefesinin ne olduğunu açığa çıkarmaya yeteceği düşüncesini taşımaktayız.
Bu zorluğu aşmanın en önemli ve bilimsel yolu olarak, Hz. Ali ve 12 İmamları sahiplenen Şii Müslümanlar ile yine Hz. Ali ve 12 İmamlara platonik sevgiyle başlanan, ancak inanç ve yaşam açısından Şii ve Sünni İslam'ın dışında ibadet eden Alevilerin yaşamları, en büyük kaynak olarak görülmüştür.
Şii Müslümanlar İslam'ın beş şatını kabul edip her türlü ibadetlerini cami ve mescitlerde yerine getirirler. Anadolu, İran, Suriye ve Irak'taki Kızılbaşlar ise camiyi reddedip Cem Evlerinde İslam'da görülmeyen Cem ve Semah dönerek ibadet etme kültürü Aleviliğin, İslam olmadığını kanıtlar.
Bu kadar büyük bir farklı inanç ve yaşam gerçekliğine rağmen, Alevilerin kendilerini Müslüman görmeleri ise tarihler boyunca yapılan baskı, korku ve katliamlardan kaynaklanan bir durumdur. O günden bu zamana kadar Alevilerin kendilerinin Müslüman olduklarını söylemelerinin temeli, yaşadıkları ülkelerde toplumsal yalnızlık ve korku psikolojisidir. Çünkü bölgede Müslümanlığı kabul etmeyen Hristiyan, Ermeni, Asuri, Süryani, Keldani, Nusayri, Rumlar ve Yahudiler en ağır maddi, manevi, psikolojik baskı ve katliamlarla yok sayılmışlar. İfade edilen halkların yarısından fazlası katliamla yok edilirken, geriye kalanlar yaşanan travmatik psikolojiyi kaldıramadıkları için, büyük bir çoğunluğu bölgeden Avrupa'nın farklı ülkelerine göç ederek canlarını kurtarmaya çalışmışlardır.
Alevilerin bazıları Avrupa'ya göç etseler de önemli bir kısmı sözde Müslümanlığı kabul ederek Anadolu'da yaşayabileceklerine inandıkları halde, katliamlar hızından bir şey kaybetmeden sürmüştür. Buna başta Müslüman Türkiye devleti olmak üzere diğer İslam ülkelerinin hepsi, Alevilerin Müslüman olmadıklarını, Alevilerden daha iyi bildikleri için, Müslümanların Alevilere karşı radikalleşmelerine sebep olmuştur. Anadolu'daki Türk ve Kürt Alevilerin Cem ibadetleri ile Hz. Ali ve 12 İmamlara bağlı, İslam’ın beş şartını yerine getiren Fars, Arap, Azeri ve diğer Şii toplumların ibadet, inanç ve yaşam şekilleri bilimsel ve bağımsız olarak akademik düzede daha derin incelenmelidir. O zaman görülecektir ki, Aleviliğin gerçekten İslam olmadığı net  bir şekilde anlaşılacaktır. Alevilikle ilgili diğer bir önemli kaynak ayrıntıysa şöyledir.
İran, Irak, Suriye ve Anadolu’daki Kürt ve Türk Kızılbaşların insan ilişkileri başta olmak üzere kadınların, toplumsal ve ailesel açıdan her türlü hakka erkekle aynı derecede sahip olması. Alevi kadınların sahip oldukları bu hak ve hukuk, İslami toplum ve ailelerin hiçbirinde görülmez. O nedenledir ki, yaklaşık olarak 1500 yıldır sürüp giden tartışma konusu olanların başında “Alevilik İslam mıdır, değil midir?”gelir. Bu çözülmesi gereken en önemli dini ve siyasal meseledir. Tarihsel, sosyal, dinsel ve siyasal açıdan her türlü araştırmayı gerektiren bu soruna, küçük çaplı da olsa bir cevap niteliği taşıyacağına inanılarak, böyle bir araştırma kitabı hazırlanmaya karar verilmiştir. 
Cemal ZÖNGÜR     2019
                                            
                                                                                                        TÜRKLERİ YENİDEN TANIMAK
 
                                                                                                                       Araştırma
 
                                                                                                                        ÖNSÖZ
Neden Türkleri Yeniden Tanımak? Diye sorulacak olursa, bunun en açık ve kısa cevabını şu şekilde vermek mümkündür. Kara Hanlılar ve Büyük Selçuklulardan itibaren, Türklerin büyük çoğunluğunun İslamiyet’i kabul etmesiyle birlikte, kendi öz dil ve kültürlerinden hızlı bir şekilde uzaklaştıkları görülmektedir. Böylece Türkler istemedikleri halde, İslam Arap kültürüne göre yaşamanın vermiş olduğu sıkıntılar yüzünden, kendi öz kültürel tarihleri hakkında çok fazla bir bilgiye sahip olamamışlardır. İslamlaşarak kendi öz kültüründen uzaklaşmanın Türk toplumuna vermiş olduğu olumsuzluklar, tüm yönleri ile açığa çıkarılıp gerçeklerin topluma anlatılmasının zamanı çoktan gelmiş bulunmaktadır.
Resmî ideolojinin Türkler hakkında yazmış olduğu eserlerin çoğunluğu, bilimsellik ve objektiflikten uzak olmasının yanında, Türklerin hak etmediği abartıların çok fazla olması dikkat çekmektedir. Belirtilmesi gereken diğer bir nokta da, medeni toplumlarda olduğu gibi eleştirilmesi gereken yerler eleştirilmeyip, hak edilen övgülerinde yerinde yapılmaması, mevcut ulusal yapıyı her zaman tartışma konusu yapmaktadır. Bu Devşirme Egemen Türk yapıları, toplum üzerinde uygulamış oldukları baskı ve otokontrol yüzünden, Türklerin kendi özüne dönüş isteği sürekli engellenmektedir. 
İstisnaların dışında bugüne kadar Türklerin tarihleri hakkında yazılmış olan inceleme ve araştırmaların büyük bir kısmı, resmî ideolojinin yapısını taşıyan Kemalist Milliyetçilik, İslam Şeriatçıları ve Türk İslam Milliyetçiliğine dayanmaktadır. Her üç resmi anlayış bilimsellik ve objektiflikten uzak, daha çok içgüdüsel egolarına ve İslam Arap Din Milliyetçiliğine dayanan ithal ikame modernist bir yapıyı sürekli ön planda tutmuşlardır. Türklerle ilgili gerçek bir tarih ve kültürel bilgi, her zaman Türkler için hayalden öteye geçmemiştir.
Aynı zamanda Türklerin kendi kültür ve tarihi ile ilgili kitap yazmak, dünya yüzünde yaşayan diğer birçok toplumun tarihini yazmaktan daha zordur. Çünkü Türkler; Ortaçağ’ın başlangıç tarihinin 2. yüzyıldan itibaren sürekli yer değiştirerek göçebe bir şekilde yaşamışlardır. İkinci bir olumsuz nokta ise, bu tarihten itibaren devletleşen Türkler, kendi dil ve din kültürlerine ciddi anlamda sahiplenmemeleridir. Bu bakımdan Türklerin her yaşadığı bölgelerde ayrıca araştırmalar yapmak birçok engelle karşılaşmak demektir. Bu engellerden en önde gelenler ise, bazen uluslararası koşulların zorluğu, bazen de araştırma yapmak isteyen kişilerin ekonomik güçlerinin yeterli olmamasıdır. Diğer taraftan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin onay ve desteğinin bulunmaması ise, en büyük engellemeyi teşkil etmektedir.
Mevcut resmî ideoloji, kendi İslami düşüncesine dayanarak bazı incelemeler yapmış olsa da, bunların çoğunluğu bilimsellikten uzaktır. Sürekli başkalarının ortaya çıkarmış olduğu belge ve bilgiler üzerine hazırcı bir mantıkla yaklaşıp, bunları da işine geldiği şekilde yorumlayıp yazmaktadırlar. Böylece her şeyi Müslümanlığa dayandırmaları neticesinde, yapılan çalışmaların gerçek olmadığı açığa çıkmaktadır.
İfade edilen bu devşirme Türklük anlayışı yüzünden, özellikle Anadolu’da yaşayan diğer halklar başta olmak üzere, Türklerin kendi tarih ve kültürlerini tanıyarak yaşaması hâlâ mümkün olamamıştır. Bu Türklük anlayışını sürdürenler ise, üç siyasi gruba ayrılarak devam ettirmektedirler.
1-Kemalist Anlayış: Beyaz Türk Ulusal Milliyetçisi olan bu düşünce, genellikle Türklerin özgürlük ve yaşamsal kaderlerinin, Cumhuriyetin kuruluşu ile ortaya çıktığını, bundan önce var olmuş Türk yaşamının olumlu herhangi bir etkisinin olmadığını ileri sürmektedirler. Hatta bazıları daha ileri giderek, Türklerin gerçek tarihini Cumhuriyetle başlatma iddiasında dahi bulunmaktadırlar. Bu da Türklerin yeniden kendilerini tanıması açısında önemli bir tartışma ve araştırmayı gerektirmektedir.
2-Dinci Anlayış: Dindar Türk Tarih ve yorumcuları, genellikle Türklüğü sadece söylem düzeyinde ele alıp, daha çok İslam Arap tarih ve kültürüne sahip çıkmaktadırlar. Buna da en önemli dayanak olarak, Selçuklular ve Osmanlı’nın, İslam Halifeliğini uzun süre temsil etmesini büyük bir tarihi olay ve kaynak saymalarıdır. Hâlbuki bu yapı, Türklerin çoğunluğunun mantığına hiçbir zaman oturmamıştır. Bu yüzünden, Türklerin kendilerini yeniden tanımak için, ikinci bir tartışma ve araştırma konusu olmaktadır.
3-Türk İslam Milliyetçileri: Bu düşünce akımı ise, genelde Kemalistlerle bazı noktalarda paralellik gösterse de, Türklerin Şamanist dine inanarak yaşadıkları dönemi çok fazla öğrenmek istememeleri dikkat çekmektedir. Ve bu sıkışıklıktan kurtulmak için de, en çok Türklüğü ve Türk kültürünün, İslamiyet’le başladığını düşünüp, İslam Arap efsanelerini, kendi kültürleriymiş gibi sahiplenip, uzun bir tarihi geçmişlerinin olduğunu iddia etmeleridir. Bu da aynı zamanda Türklerin kendilerine vermiş oldukları en büyük zararlardan bir tanesi olup, Türklerin tarihlerini yeniden araştırma ve incelemesini zorunlu kılmaktadır.
Resmî ideolojiye bağlı bu üç bilim dışı yaklaşımlardan kurtulmak ve Türklerin kendilerini yeniden tanıması için, tüm ideolojik yaklaşımlardan bağımsız bir şekilde inceleme ve araştırma yapmaktan başka bir yol bulunmamaktadır. Bu araştırmanın sahibi ve sorumlusu olarak, çok büyük iddia ve imkânlarla yola çıkılmamış olunsa da, “karınca kararınca” öz deyişinde olduğu gibi, en azından Türklerin tarihleri üzerine serpilmiş olan tozların bir kısmını üfleyerek, aydınlığa çıkarmak, kültürlere ve insanlığa olan bir saygının gereğidir.
 
Cemal ZÖNGÜR
13- 12- 2014
İsviçre 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...