FELAKET KARŞISINDA SANAT

Alihan Demir kullanıcısının resmi
Doğa, zamanı geldikçe kendisine müdahale eden insandan intikam alırcasına kendini göstermektedir. Deprem, sel, tsunami, heyelan vb. birçok afet; doğanın kendini korumak adına içine girdiği savaşın sonuçlarıdır.

Buradaki aşınma, birikme, erime gibi sebepler bilimsel olarak gözlemlenen kanıtlanan süreçlerdir. Bu veriler ışığında artık nerede nasıl bir depremin olacağına kadar nerede heyelan tehlikesi olduğuna kadar bilir duruma geldik. İnsan, doğa karşısında bilgiyle direnen bir canlıya dönüşmüştür.
           İnsan, teknolojik olarak bilgilendikçe içinde yaşadığı devasa doğada söz sahibi olacağı gafletine düşerek ona hükmedeceğini zannetti. Bu hüküm savaşında elbette her zaman kibrine yenilen insanın buradan zaferle ayrılmadığına çağlardır şahit oluyoruz. Peki, durum buysa insan bu felaketler karşısında ne yapabilir? Sorusunu sormak gerekmez mi? Herhalde yine en basit haliyle şöyle bir cevap altında birleşmeliyiz: Doğanın üstünlüğünü kabul edip oradan gelecek yıkıcı etkilere karşı tedbir almak. Bu tedbirleri alırken bile doğanın hükmüne göre hareket edilmesi gerektiği bilinmelidir. Sonrasında yine insanın yapacağı en önemli görevlerden biri yaşanan felaketlerin boyutlarını ve etkilerini somut ve aktarılabilir hale getirmektir. İşte sanat burada devreye girer.
            İçinden sağ çıkmaya çalıştığımız bu çağ, ardı arkası kesilmeyen felaketlerle bizi her ne kadar sarstıysa da biz yine de bu çağa karşı görevimizi yerine getirip yaşanan yıkımların resmini çizmeli, romanını yazmalıyız. Tasvir ederek notaya sığınarak dizelere dizerek felaketi görünür, bilinir halde tutabiliriz ve ancak böyle bir toparlanma sağlayabiliriz.
           Sanatın toplum için olduğu perspektifiyle hareket eden her toplumcu  sanatçı, bir misyon edinircesine toplumun her yaşadığını sanatsal çalışmasına konu edinebilir. Burada sanat üretici, eserin konusunu yine toplumun acısından, sevincinden, umudundan , direnişinden seçmesi son derece doğaldır.  Bazen postmodern bir heykel bazen destansı bir roman bazen içli bir dize ile yaşanan felaketi katlanabilir hale getirebiliriz. Bunun çokça örneği dünyaca ünlü sanatkarların eserlerinde mevcuttur. 2010’da Haiti’yi vuran depremin ardından herkes kendince testisindekini dökerek oraya yöneldi. Bunların arasında felaket artığıdan toplanan molozlarla yapılan heykeller medyamıza kısa süreliğine de olsa düştü. 1967 Adapazarı depremi sonrasında Bekir Sıtkı Erdoğan’ın yazdığı, Sezen Aksu ‘nun bestelediği ‘’Zelzele’’ şiiri ise topraklarımızdan birer örnek sayılabilir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. İnsan kaynaklı felaketlere karşı sanatçılar nasıl eser üretmişlerse felaketler karşısında da sanatçı eser üretmekten geride durmamıştır. Pablo Picasso,  Guernica’yı resmederken Ahmet Arif, 33 Kurşun’u satır satır dizerken Nazım Hikmet Hiroşima’yı yazmıştır. Bu örnekler tarihsel kronoloji içerisinde son beş bin yıldır yazıyla veya resimle ifade edilir duruma gelmiştir. Sümer tabletlerine veya kutsal kitaplara baktığımızda ‘’Büyük Tufan’’ çağlardır dilden dile sanatın her alanında işlenen bir konu olmuştur.
                     Mutlu insanların sanat eseri yoktur. Çünkü sanat eseri, toplumun canını yakan olayı ne derece etkili anlatırsa anlatsın o derece o toplumda var olan yarayla bütünleşecektir. Depremi çok sık yaşayan bir toplumda deprem konulu eser daha çok karşılık bulacaktır. Bunun tersi de o derece karşılıksız kalacaktır. Bunun bir başka boyutu da yara almış toplumun sanatla kendini ifade etmesi ve yaşadığı acıyla sanat eseri sayesinde yüzleşebilmesidir. Sanattın rehabilite edici sağaltıcı özelliği yaranın erken kapanmasına olanak sağlamaktadır. Fiziksel yaralanmadan öte psikolojik çöküşün en büyük ilaçlarından birisi yine sanatsal çalışmalara dahil olmaktır. Bu sanatsal süreç, bireyin yaşadığı olumsuzluklardan uzaklaşmasına ve kendini başka sözcüklerle veya cihazlarla ifade etmesine vesile olabilmektedir.  Aynı zamanda yaşanan felaketin anlaşılması, duyurulması ve felaketin nesilden nesile aktarılması konusunda sanatsal eser, bir nakil aracı görevi görür. Birbirini dinleyen ve birbirinin acısını daha iyi anlayan bireyler daha çok kaynaşmakta ve dayanışma kültürü içerisinde karamsar havadan daha erken kurtulmaktadır.
           Sanat eseri, yaşanan felaketin tanınması gibi alanlarda eser üretip tüm topluma ulaşırken aynı zamanda alınacak tedbirlerden tutalım da devlet aygıtınından kaynaklı eksikliklerin deşifre edilmesine kadar önemli misyonlar da edinir. Bu sebeple sanat eseri, her daim savaşta, depremde, tufanda toplumun ortak sesine dönüşebilmektedir.
           Sanat eseri, toplumun aynasıdır ve toplumun yaşamından bağımsız değildir. Bu sebeple toplumda var olan duyguyu resmetme ve türküye dökme özelliği onu muhalif bir noktada durmasına imkan sağlar. Yapılmayandan yapılması gerekene kadar yol gösterir. Bu haliyle sanat eseri, toplumun ortak sesine dönüştükçe daha kalıcı eser üretme noktasında daha güçlü olacaktır.
             Bu süreçte sanatçının iki önemli hassas noktayı ez geçmemesi gerekmektedir. Birincisi toplumda derin izler bırakan felaketin ajite edici bir dilden uzak sunulması gerekir. Bundan duygu sömürüsü devşirmemek ve çıkar amaçlı olayın sıcaklığından prestij devşirme heveslisi olmamalıdır. İkincisi ise üretilen sanat eserin hızlıca piyasaya sunulmaması gerekmektedir. Burada taze acılara tuz ekmekten farkı kalmayacaktır.  Böyle bir çaba, her ne kadar iyi niyetli olsa da duyguların en hassas olduğu noktada salt duyguyla  üretilen eseri niteliksiz kılacaktır. Benzer örnekler incelendiğinde hakim olan dilin şükürcülük kadercilik olması buna bağlanabilir.
           Çok uzatmadan en önemli noktaya değinip bitirelim. Toplumun kabileden ayrıldığı nokta ortak acıda gösterilen metanet ve yas havasına bağlı olarak ortak üzüntünün paylaşılması kültürüdür. Enkaz altında canların yaşama tutunduğu anda yükselen eğlencenin sesine ne yazıkki sanat eseri alet edilebilmiştir. Burada sanatsal duruş, Rıfat Ilgaz’ın deyimiyle ‘’aydın namusu’’ ortak dil ve ortak his adına üzüntünün de ortaklaştırılması gerekliliğidir.
             Dilerim felaket konulu eser üretme ihtiyacımız hiçbir zaman olmaz.

Kategori: 

Yorumlar

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...