Kimsesizler Mezarlığı

Necmettin Yalçınkaya kullanıcısının resmi
Yazar-Şair Yüksel Kurtul'un ikinci öykü kitabı Ozan Yayınlarından çıktı. Kitap 120 sayfa ve 34 öyküden oluşuyor. Öyküler içten ve samimi bir dille yazılmış. Okuyucuyu sıkmayan, kâh sevindiren kâh hüzünlendiren öyküler. Yüksel Kurtul, şiir tadında yazmış öykülerini. Kendisini kutluyorum.
 
Batman Cengiz Topel İlkokulu’nda okula devam ettiğim bir gündü. Amcam okula geldi. Elimden tuttu, saçlarımı okşayarak:
 “Nasılsın oğlum?” dedi, “derslerin nasıl…?” sorularıyla okul müdürünün ikinci kattaki odasının bulunduğu yere merdivenleri nerdeyse koşarak çıktık. Amcam parmağıyla kapıyı tıklatıp içeri girerken, “Sen dışarıda bekle, ben müdür ile konuşacağım,” dedi.
“Yandın oğlum Yüksel iki gün okulu asmıştın ya şimdi gerçek ortaya çıkacak!” diye içimi bir korku sarmıştı. İçeriye kulak kabarttım ama bir şey duyamıyordum. Nerdeyse ağlamaya başlayacaktım ki kapı açıldı. Müdür:
“Hadi git, iki gün izinlisin,” deyince ağlama modundayken birden kuş gibi hafiflemiştim.

Tekrar amcamla merdivenleri koşar adım indik. Teneffüs zili çalmış, bütün öğrenciler bahçedeydi; sanki herkes bana bakıyordu. Arkadaşlarımdan biri bana doğru koştu ama biz öyle hızlı yürüyorduk ki, yetişemedi. Ayağımdaki lastik ayakkabılar ikide bir ayağımdan çıkıyor, yere çıplak bastığım için ayak tabanlarım acıyordu ama yine de ayakkabımı giyip koşa koşa amcama yetişiyordum.

Bizim evin bulunduğu sokağa dek bu yarış sürdü. Bizim evin orada toplanmıştı insanlar. Hepsi komşularımızdı; Araplar, Kürtler, Bulgaristan’dan gelen -çingene dediğimiz ama aynı ailedenmişiz gibi- komşularımız hatta başka semtlerden tanıdık yüzler vardı. Çoğu insanlar beni gösteriyordu. Çocuklar: “Fatma abla, Fatma yenge Allah yardım etsin!” sözlerini işitmeye başlayınca içimde bir sıkıntı, gözlerimde kapkara yağmur bulutları dolanmaya başlamıştı. Amcam elimi bırakıp, boyuma kadar eğilip “Başımız sağ olsun oğlum,” dedi sesi titreyerek, “baban, abim vefat etmiş.” 

Yıkılmış bir halde ikimiz de sarsıla sarsıla ağlıyorduk artık.

Babam Batman’da TPAO’da odacı olarak çalışıyordu. Ayağında ağrı hissedince doktora gitmiş, doktor da kabasından bir iğne yapıp onu eve göndermişti ama bacağındaki ağrı bir türlü geçmek bilmiyordu. Bazen Kadriye halamın bahçesindeki ağaca babamı ayak bileklerinden bağlar, onu çocuk uyutur gibi sallardık. İyi geldiğine inanırdı babam. Bazen kızar, “Beni doktorun vurduğu iğne bu hale getirdi hele bir ayağa kalkayım ona gününü göstereceğim!” der ardından küfrü basardı. Zamanla ağrıları artınca Ankara’ya gidip tedavi olmayı kafasına takmıştı, bir süre sonra da gitti zaten.

Bin dokuz yüz atmış dokuz yılıydı… Babamdan uzun bir süre haber alamamıştık. Üstüne bir de İsmail abim asker olmuş, Ağrı Patnos’a gitmişti. Yengem Zülbiye evin hem gelini hem de kızı olmuştu. Zaten teyzemin kızıydı. Gelenek gereği bizde kalıyordu. Zaten bütün aileler gündüz bir arada yaşayıp akşam olduğunda herkes odalarına çekiliyordu.

Birden aklıma annem geldi. Amcamın elinden kendimi sıyırıp evin içine daldım. Evin için kalabalıktı. Islak gözlerim annemi arıyordu. Buldu da. Kardeşim Kadri ve Necmi’ye sıkı sıkı sarılmış, bir o yana bir bu yana sallanıp duruyordu annem. Ağlamak istiyor ama bir türlü gözyaşlarını dökemiyordu. Annem benim ağlamaklı halimi görünce neyi varsa gözlerinde serbest bıraktı. Çığlıkları evden dışarıya taşmıştı. Bu hali beni korkuttu ama komşular “Ağlaması iyi oldu,” diye aralarında fısıldaştılar. Kadınlar bizi dışarıya çıkardılar. Sofralar kurmuşlar bizi de yememiz için zorluyorlardı. Bir yandan yemek yiyor bir yandan ağlıyorduk. Her lokma boğazıma kuru kuru diziliyor, yutamıyordum. Babam gözümün önünde duruyor, annemin çığlıkları kulağımda çınlarken nasıl yiyebilirdim ki? Dahası babam öleli iki ay olmuş, bize haberi yeni ulaşmıştı. Vefatından sonra bizden kimsenin -uzak olduğundan dolayı- arayıp sormamasından olacak ki babamı Ankara’da Kimsesizler Mezarlığı’na gömmüşler. Belki de kadavra yapmışlardı. Tam bir bilgimiz yoktu. Bize haber ulaştıktan sonra da annem bizleri kimseye emanet edemediğinden, “Kısmet buymuş demek kocam orayı seçmiş, orada kalsın nasılsa bütün dualarımız ona ulaşır,” deyip kaderine razı oldu.

“Hastane önünde incir ağacı anem ağacı

Doktor bulamadı bana ilacı anem ilacı

Baştabip geliyor zehirden acı anem vay acı

Garip kaldım yüreğime dert oldu anem dert oldu

Ellerin vatanı bana yurt oldu anem yurt oldu…”

 Ve o günden sonra ne zaman bu türküyü dinlesem babam aklıma gelir, gözlerim dolar… Arada sazı elime alır rahmetli annem ile birlikte söyler yine birlikte ağlardık.

Babam İsa Kurtul’a ithaftır…

 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...