Bir Alevinin Kimlik Mücadelesi 2

Sinan Işık kullanıcısının resmi
VE BİRİNCİ DURUŞMA: TARİH: 15.06.2004 Sabah erkenden İzmir 11. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kapısındayım. Çok heyecanlıyım, listeye bakıyorum 14 veya 15’inci sıradayım. Merak ediyorum ne olacak, diye. Biliyorum hâkim de savcı da beni merak ediyor, kim bu deli diye. Çok geçmiyor merak ağır basıyor çünkü onlar da ilk defa böyle bir davaya bakacaklar, 5’inci sırada çağrılıyorum. İçeri giriyorum, davacı kısmına geçiyorum. Karşıma da dava ettiğim İzmir Nüfus İdaresinin görevli memuru geliyor. Ne tesadüf, kişiyi tanıyorum, yıllardır çalıştığım Evlendirme Memurluğunun evlenen çiftlerine ait resmi evraklarını götürüp teslim ettiğim nüfus müdürlüğündeki bir memur. İçerde sadece 6 kişiyiz, kapı özellikle kapatılıyor dinleyici alınmıyor. Hâkim, savcı, katip, mübaşir, davalı vekili ve ben.

Dava başlıyor hâkim soruyor:

 

Hâkim: Sinan Bey bir dilekçe vermişsiniz ne söyleyeceksiniz?

Sinan Işık: Efendim ne istediğimi dilekçemde açıkça belirttim, başkada bir diyeceğim yoktur.

Hâkim: Peki ama benim size diyeceğim var.

Sinan Işık: Buyrun sayın hâkimim.

Hâkim: Dilekçenizde İslam’ı sildirip yerine Alevilik yazılsın istemişsiniz, fakat biz Alevileri de Müslüman biliriz. ”Allah” derler, “Muhammed” derler, “Ali” derler. Tanıdığımız arkadaşlarımız var, onlar da Müslüman olduklarını söylerler, camiye gideni, Ramazanı tutanı da var. Sizin ünlü dedeniz Prof. İzzettin Doğan’ı dinlemiyor musun? O da her konuşmasında ısrarla Alevilerin Müslüman olduğunu söyler. Bütün bunlar ortadayken siz çıkmış “Aleviler Müslüman değildir” diyorsunuz, bu nasıl olur? Bu iddianızı kanıtlayacak deliliniz var mı?

Sinan Işık: Sayın hâkimim, bu söylediğiniz her şey genel kanı itibarıyla doğrudur, başta İzzettin Doğan olmak üzere, Alevilerin ezici çoğunluğunun kendilerini Müslüman olarak gördüğünü de bilirim ve fakat bir şeyin genel kanı olması O şeyin mutlak doğru olduğu anlamına gelmez, sizde takdir edersiniz ki aklı başında olan hiç kimse böylesine hassas bir konuda boş yere, laf olsun diye dava açmaz. ben düşüncelerimin yüzde yüz doğru olduğuna inanmasaydım bu gün karşınızda olmazdım, ayrıca mahkeme talep ettiğinde delillerimi sunacağım.

 

Sayın savcı Cumhuriyet Savcısı söz aldı.

C. Savcısı: Sinan Bey sizi anlayamıyorum. Bakın Alevilik Ali’yi sevmekse Ali kimdir? Hz. Muhammed’in amcasının oğlu, damadı, İslam’ın 4. halifesi, ondan sonra gelenler Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş-ı Veli, bütün Aleviler bunları söyler, bizde sizi Müslüman biliriz, dostlarımız var. Şimdi siz çıkmış aksini söylüyorsunuz, hiç olacak dava mı?

 

Baktım çok ısrar ediyor bu sefer müsaade alarak Sn. C. Savcısına ben bir soru sordum.

Sinan Işık: Peki Sn. Savcım, bir an için kabul edelim ki biz Aleviler de Müslümanız, ayrı gayrımız yok, o halde çok gerilere gitmeden sormak istiyorum, mademki biz de Müslüman idik, Sivas’ta yaşananlar ne idi? Yakanlar kimdi? Yananlar kimdi?

C. Savcısı: Sen ne demek istiyorsun, o işi Müslümanların yaptığını mı diyorsun?

Sinan Işık: O halde kimdi oraya toplanmış olan on binlerce insan, onlar uzaydan mı gelmişlerdi? Yükselen ateşe bakıp Allah-u Ekber nidalarıyla tekbir getiren o insanlar kimdi?

C. Savcısı: Söyler misiniz Madımak Otelinde bulunan herkes Alevi miydi? ( beklediğim soru )

Sinan Işık: Kimdi Alevi olmayan?

C. Savcısı: Mesela Aziz Nesin Alevi miydi? ( cevap hazır )

Sinan Işık: Evet Aziz Nesin Alevi değildi fakat çok değerli bir aydın idi.

C. Savcısı: Evet evet anlıyorum, dün PKK bu gün siz. Hiç boşuna uğraşmayın emellerinize ulaşamayacaksınız, bu vatanı size böldürtmeyiz.

Biz Sn. C. Savcısı ile bu tartışmayı yaşarken o sırada önündeki kâtibe bir şeyler yazdıran Sn. Hâkim bana dönerek.

Hâkim: Sinan Bey lütfen mahkemeye konuşun bana konuşun.

 

Sinan Işık: Özür dilerim sayın hâkimim, baksanıza, sayın savcım beni bölücülükle suçluyor, bende cevap vermek zorundaydım. Ben buraya bir vatandaş olarak bir hakkın tespiti için geldim, ne yazık ki bölücülükle suçlanıyorum, bu ithamların tutanaklara geçmesini istiyorum.

Hâkim: Ben bir şey duymadım. Sinan Bey size özel bir soru sorabilir miyim?

Sinan Işık: Buyurun sayın hâkimim sorun.

Hâkim: Sinan Bey siz ateist misiniz?

Sinan Işık: Anlıyorum Sayın hâkimim, yadırgamıyorum da, ben ateist olsaydım bunu açıkça söylerdim, kimliğime Alevi yerine ateist yazılmasını isterdim.

Bu cevaptan sonra Hâkim ve savcı baş başa verdi, Diyanet’ten istenecek görüş yazısının ne şekilde yazılacağını tartışmaya başladı. Duyuyordum konuşmalarını, Hâkim şöyle yazsak diyordu, savcı, yok yok öyle değil şöyle yazarsak daha iyi olur diyordu. Sonuçta savcının dediği oldu ve...

Gereği düşünüldü:

1- Aile nüfus kayıt tablosunun tekrar müzekkere ile istenmesine davacının elden takip etmesine.

2- Diyanet İşleri Başkanlığı’na müzekkere yazılarak, aile nüfus kayıt tablosu fotokopisi eklenmek suretiyle, görüşülmekte olan bir davada, şahsın nüfus bilgilerindeki din hanesindeki İslam ibaresinin çıkarılarak Alevi ibaresinin konulmasının istendiği bildirilerek, Aleviliğin nüfus kayıtlarına işlenecek dinlerden olup olmadığı hususunun bildirilmesinin istenmesine, masrafın davacıdan alınmasına.

3- Taraflara tüm delillerini sunmak üzere 10 günlük mehil verilmesine.

4- Yargılamanın 13.07.2004 saat 09.15’e bırakılmasına karar verildi.

İşte bu tutanağı aldım ve dışarı çıktım. Bu duruşmadan edindiğim izlenim şuydu; hâkim bey oldukça yumuşak tavırlı bir insan, kavga yapıp karşısına gelmiş iki kardeşi barıştırıp göndermek isteyen birisi, tıpkı Hulusi Kentmen, ne ilginç tesadüftür ismi de Muharrem. C. Savcısı ise tıpkı Baki Tuğ.

 

Duruşmanın önemli bir özelliği ise, yukarıda yazdığım diyalogların tamamının kayıt dışı kalması idi, sanki kahvede oturmuşuz da 6 kişi bu konuyu tartışıyoruz. Davalı vekilinin ve benim birer cümlemiz oldu onu tutanağa geçtiler. Bunu da yadırgamadım, eğer avukatım olsaydı o güzelim diyaloglar yaşanmazdı.

 

O günlerde hâkimin istediği delileri bulmaya koyuldum, 10 gün sürem vardı. İyi de bu davanın delili ne olabilirdi ki? Fakat yine de bir şeyler olmalıydı. Aklıma ilk olarak Ozanlarımızın deyişleri ve özellikle Ali’yi tanrılaştıran şiirler geldi. Aleviliği ve de Ali sevgisini anlatacak başka neyimiz vardı ki? Bu konuda otorite kabul edilen Abdülbaki Gölpınarlı’nın elimde bulunan “Alevi Bektaşi Şiirleri ve Nefesleri” eserinden örnekler seçtim, fotokopisini çektim. Bunlara ek olarak Sayın Ali Yıldırım’ın “Osmanlı Engizisyonu - Zulmün Tarihi” isimli Alevi katliamlarını gerekçeleriyle anlatan tamamı Osmanlı arşivlerinden alınmış kitabı. Yine bunlara ek olarak Alevilerin asimilasyonuna yönelik girişimlerin en önemlilerinden olan, Said-i Nursi’nin Risalelerinden oluşan bir kitapçık, yine Said-i Nursi’nin günümüzdeki temsilcisi olan Fetullah Gülen’in Alevilerin asimilasyonuna yönelik söz ve girişimlerini anlatan, Sayın Ergün Poyraz’ın “Kanla Abdest Alanlar” isimli kitabı ve yine asimilasyonu hedefleyen Said-i Nursi’nin ardıllarından olan Mustafa Sami Çetin’in “Bir Başka Açıdan Alevilik” isimli kitabı ve yine bunlara ek olarak Ana Britannica Ansiklopedisinin Aleviliğin İslam’ın dışında olduğunu anlatan maddesinin fotokopisi ile birlikte mahkeme kalemine sundum.

 

Bu arada 1 Temmuz 2004 tarihinde ilginç bir olay daha yaşadım. Çalıştığım işyerinde radyo dinliyordum, dinlediğim radyo İzmir’de yayın yapan Can Radyo idi. Canlı yayın ve konuklar vardı, konu bir gün sonra yapılacak olan 2 Temmuz anma törenleri idi, konuklar ise dernek başkanlarıydı. Konuklara bir soru yazdırdım sekretere, soru şuydu “Alevilik İslam’ın içinde mi, dışında mı?” Programın sunucusu ve aynı zamanda radyonun sahibi olan kişi, bu sorudan oldukça rahatsız olmuştu. Adımı soyadımı söyleyerek sorumu tekrarladı ve her zaman böyle provokatif sorularla karşılaştığını anlattı ve Alevilerin ne kadar has Müslümanlar olduklarını söyledi. Ben soruyu sormadan önce konuşanlardan biri vakıf yöneticisi ve aynı zamanda öğretim görevlisi olan bayan, ha bire asimilasyondan bahsediyordu. Bende en çok ona güvenmiştim, adı MÜJGÂN idi, ne yazık ki bir tık bile demedi. Orada konuşmacı olan ve sürekli olarak genel merkez yönetimine seçilen Karşıyaka Bayraklı Hacı Bektaş Veli Derneği'nin Başkanı Elvan Çelen beni Cemevine çağırdı. Oraya gittiğimde bana Aleviliğin İslam’la ilişkisini kanıtlayacak birçok belge sunabileceğini söylüyordu. Ben provokatör olmuştum o ise kahraman!

 

Bir yandan da ikinci duruşmaya ve de sayın savcıyla helalleşmeye hazırlanıyordum. Bana hiçte hak etmediğim sözler söylemişti ve bundan da önemlisi benim hayal ettiğim C. Savcısına hiç mi hiç benzemiyordu. Ben CUMHURİYETİ ve LAİKLİĞİ koruduğuma gönülden inanarak böyle bir girişimde bulunuyordum, o ise bu değerleri korumaya yemin etmiş bir savcı olarak beni en azından anlamaya çalışması gerekirken bir C. Savcısından ziyade bir dinin savunucusu gibi bana yükleniyor ve bölücülükle suçluyordu. Eğer benim bölücü olduğuma inanıyorsa hakkımda dava açmasını isteyecektim

 

İKİNCİ DURUŞMA:

Salona girdim yerime geçtim bir de ne göreyim, birinci duruşmadaki C. Savcısı yok yerine başka bir savcı gelmiş. Hal böyle olunca hevesimiz kursağımızda kalmıştı.

Hâkim duruşmayı açtı, dosyaya baktı. Diyanet’ten istenen yazı gelmemişti. Bana bir diyeceğim olup olmadığını sordu. “Evet” dedim ve savcıyla ilgili düşüncelerimi anlatmaya başlamıştım ki hâkim sözümü kesti. Bu tür konuşmalara müsaade etmeyeceğini söyledi. Baktım yeni savcı bir şey söyler mi diye? Ne var ki yeni savcı hiçbir şey söylemedi. Hakim duruşmayı erteledi. Bana verilen tutanakta şunlar yazıyordu;

Taraflar geldi açık yargılamaya devam edildi. Nüfus kayıtlarının geldiği görüldü.

Diyanet İşleri Başkanlığı’na yazılan müzekkere cevabının gelmediği görüldü.

Davacı tarafından musiki ağırlıklı belgeler verildiği görüldü.

Gereği Düşünüldü:

1- Diyanet İşleri Başkanlığı’na yazılan müzekkere cevabının beklenmesine.

2- Yargılamanın 07.09.2004 saat 09.30’a bırakılmasına karar verildi.

Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama ben söyleyeyim, hâkim mahkemeye sunduğum onca belgenin içinden sadece Abdülbaki Gölpınarlı’nın kitabından fotokopi olarak verdiğim şiir ve methiyeleri görmüş, onları da "müzikal eserler" olarak değerlendirmiş. Onun da dayanağı şu idi; şiirlerin birçoğu müzikal hale getirilmişti, notalarıyla birlikte bulunuyordu. Görülüyordu ki katliam fermanları, Şeyhül İslam fetvaları, Said-i Nursiler, Fetullahlar ve benzerleri önemli değildi. Ana Britannica’da ki Alevilik tanımı da önemli değildi.

Katıldığım bu ikinci duruşmadan kısa bir süre sonra çalıştığım yere Sayın Selahattin ÖZEL geldi, yanlış hatırlamıyorsam o sıralar Alevi Bektaşi Federasyonu'nun genel başkanıydı, olmasa bile her zaman yakın ilişki içerisindeydi. Hem bu konudaki görüşlerini almak hem de ne yapabileceklerini görmek için durumu kendisine anlattım, zaten davayı saklamamın yegane nedeni herkesi birden, dalmış oldukları ölüm uykusunda yakalamak ve şok etmekti. Selahattin Başkan akıllı biri ve de icraatı iyi bildiği için konunun önemini hemen anladı, bana mutlaka yardım edeceklerini söyledi. Bu yardım nasıl olacaktı kestiremiyordum ama benim için en önemli kazanım tecrübe edinmektir.

Neyse çok geçmeden işyerime bir telefon geldi, arayan Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Dernekleri Genel Başkanı Atilla ERDEN hoca idi. İlk kez tanışıyorduk. Sordu anlattım, o da akıllı biri olduğu İçin davanın önemini anladı ve anladığım kadarıyla benim gibi düşünüyordu. Bana niye hiç kimsenin yardımcı olmadığını sordu, öyle bir avukat aradım ama Alevi avukatın bana deli gözüyle baktığını anlatınca ne demek istediğimi anladı ve güldü. Bana yardım edeceklerini söyledi, teşekkür ettim ve beklemeye devam ettim, zira bu da ikinci yardım sözüydü, gerçi Selahattin başkan merkeze iletmişti, belki de kendince görevini yapmıştı.

Her sene İzmir’in Kemalpaşa ilçesinde bulunan ve Alevi erenlerinden olan Hamza Baba’nın türbesinde anma törenleri yapılır. Ağustosun sonuna doğru yapılan bu törene gittim, çok kalabalıktı. Bir ara baktım protokolün içinde Selahattin başkan oturuyor, sağında ben yaşlarda takım elbiseli kravatlı bir bey, onunda sağında orta yaşlarda bir bayan oturuyor, birbirleriyle konuşuyorlar. Önlerinde ki sandalye boşalınca gittim oturdum. Selahattin başkan beni görünce şaşırdı ve hemen sordum “Hani başkanım yardım edecektiniz ne oldu unuttunuz mu?” Üzüldü ve ne diyeceğini şaşırdı, sonra hemen yanındaki beyle tanıştırdı. O kişi Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nın başkanıymış, ne benim onlardan haberim vardı ve ne de onun benden haberi vardı. Selahattin başkan benim açtığım davadan bahsetti işte o an Sayın Turgut Öker’in gözleri fal taşı gibi açıldı, çok aşırı sevinmişti. Benimle aynı düşünce ve duyguları taşıdığını söyledi ve dedi ki “arkadaş seni gerçekleştirdiğin bu eylemden ötürü anlından öpmek lazım, nasıl düşündün? Nasıl gerçekleştirdin?” Dedim ki “ben sadece görevimi yaptım, benim amacım davayı Yargıtay aşamasına getirip bu düşünceye sahip çıkacak kurumlara teslim edeceğim, benim herhangi bir özelliğim yok, sıradan biriyim, kimsenin beni bir yerlere çıkarmasına tahammül edemem. Ben inandığım inancın sorunlarına kökten çözüm buldum ve bu davayı açtım, benim görevim bu meselenin toplumumuzca tartışılmasını sağlamaktı, bunu da sonuca ulaştıracağıma inanıyorum” Turgut Öker şöyle devam etti “Sen Türkiye’deki yasal süreci tamamla dava AİHM’e geldiğinde biz gerekeni yapacağız” dedi. Sonrada yanında oturan ve bizi ilgi dinleyen bayanla tanıştırıldım. Bornova’da bir Alevi vakfının başkanıymış, adı da Müjgan’mış. O da beni tebrik etti ve desteklediğini söyledi. Teşekkür ettim ve yanlarından ayrıldım.

Ama biraz sonra bende jeton düştü. O bayan radyo yayınındaki bayandı, o gün beni yalnız bırakmıştı, şimdi ise Turgut ÖKER’in ve Selahattin ÖZEL’in yanında beni tebrik ediyor ve destekliyordu. Önemli değildi, nasıl olsa bir daha karşılaşacaktık, ne de olsa aynı yolun yolcusuyduk.

ÜÇÜNCÜ DURUŞMA:

Sıram geliyor duruşma salonuna ve yerime geçiyorum, celse açılıyor, bakıyorum savcı yine değişmiş. Hâkim bey dosyayı inceliyor, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan beklenen cevabi yazı gelmiş, yüzüme karşı okudu ve bir diyeceğim olup olmadığını sordu. Bende “zaten beklediğim bir cevap olduğunu, şaşırmadığımı, bunun asimilasyona yönelik olduğunu, bu nedenle böyle bir görüşü kabul edemeyeceğimi” falan anlatırken sayın hâkim acilen müdahale edip, burada siyasi söylemlere izin vermeyeceğini söyleyerek ve birazdan aşağıya yazacağım gerekçeyi sunarak ve de mahkemeye sunduğum deliller içerisinden sadece “musiki” içerikli delilleri tekrarlayarak son bir diyeceğim olup olmadığımı sordu ve aramızda şu konuşma geçti.

Sinan Işık: Efendim bu mahkemede bana adil davranılmadı, birinci duruşmadaki sayın savcı beni bölücülükle suçladı, bu konuda cevap hakkımı kullanamadım, ayrıca mahkemenize sunduğum bence önemli olan birçok delil varken yalnızca musiki eser olarak vasıflandırdığınız kısmını dikkate almış, diğer çok önemli kanıtları kabul etmemişsiniz. Mesela siz o musiki eserleri dediğiniz sözleri okudunuz mu? O eserlerde Ali’nin nasıl tanrılaştırıldığını görmediniz mi? İşte baştan beri anlatmaya çalıştığım gerçek bu, sizin bahsettiğiniz ve Diyanetinde tekrarladığı görüşteki Ali ile Alevilerin kafasındaki ALİ birbirlerinden çok ayrı kişiliklerdir. Bu iddiamı sizin gibi Alevilerin ezici çoğunluğu da kabul etmez ama o eserler Aleviliğin özünü anlatır, bundan ötesi lafı güzaftır. İzzettin Doğan ne demiş, Diyanet ne demiş hiç önemli değil, önemli olan Aleviliğin ne dediğidir. Hayatı boyunca İslam’ın hiçbir emrini yerine getirmeyen ve bu nedenle katline ferman çıkartılmış Alevileri kim ve nasıl İslam’ın içine sokabilir.

Hâkim: Tamam tamam, Sinan bey siz farkında değilsiniz ama benim mahkememde bu güne kadar hiç kimse bu kadar uzun konuşturulmadı, ayrıca o delil dediğiniz musiki eserlerini okudum, onlar bizimde zevkle dinlediğimiz türkülerdir, orada ALİ hakkında söylenenleri de sizin gibi değerlendirmiyorum, bizler günlük yaşamımız içerisinde sevdiklerimize dünyayı bahşederiz, veririz?

Sinan Işık: Evet sayın hâkimim farkındayım, teşekkür ederim, konunun özeliğinden olacak konuşmalar uzadı ama ben yine de haksızlığa uğradığımı düşünüyorum. Konuşmalarımız muhabbetten öteye gitmedi, delillerim önemliydi, fakat ne yazık ki dikkate alınmadı. Hâkimden ses çıkmadı savcıya döndü aralarında değerlendirme yapmaya başladılar ve

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

DEVAM EDECEK. . .

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...