İtirazım Var!

Ali Rıza Aksın kullanıcısının resmi
Nedense hep soğuk olurdu 12 Şubatlar. Öyle de olsa dışarıda tek bir Maraşlı kalmazdı. Dükkânlar kapanır, taklar kurulur, davullar vurulur, milli giysileri içinde, çeteler, gaziler ve süvariler sırtlarında mavzerleri ve çakmaklı tüfekleriyle Kıbrısmeydanı`nı bir baştan bir başa geçerlerdi.

 Tam da o günler bıyığı ağzına dökülen, Deniz Gezmiş'i anımsatan biri geldi mahalleye. Delikanlı az konuşur, elimizi kuvvetle sıkar, önüne gelene moruk derdi. Onun gelişiyle de kadınlar dedikodularını iki katına çıkardı.
-Kız anam, iki çocuğuyla gül gibi karısını bırakıp giden, Cardun'un o hayırsızı bu işte. Ne olacak, Sofulu Aşe'nin doğurduğu… Berduş, hayırsız.
 Berduş, babasının olmadığı saatler biter, babasının gelişine yakın da tüyerdi. Suçu; zorla evlendirildiği amcasının kızını bırakıp gitmekmiş. 
Teyzemlere gittiğim bir gündü. Kapıdan iki büklüm o girdi. Teyzem beni işaret edip, güldü.
-Teyzenin okuyan oğlu bu işte...
-Vay moruk, nasılsın?
Görüş o görüş arkadaş oluverdik hemen. Elimi cebime attırmayan, bonkör, esprili... Bozulduğumu fark edince de,
-Telaşlanma moruk, para bok gibi, derdi.  Vücudunu saran sincap sarısı takımı, abartılı bıyıkları, kabadayı yürüyüşüyle kulağıma eğilip sordu.
Çarşıya çıktığımız bir gündü.
-Moruk, büyük kapıya gitmişliğin var mı?
-O da ney?
-Adamı adam eden kapı.
-Görmedim vallah!
Berduş, eski heykelin orda, el kaldırıp zınk diye bir taksi durdu. Maraş ağzını taklit ederek,
-Ede şu yağ fabrikası var ya, oraya götür bizi, dedi.
Mezarlığı geçtik, çırçırların floresanlı ışığının altından kırmızı ampullü bir binaya geldik. Baktım, nerede olduğumu bilemedim.  Oysa üst başta, Çerkezlere yakın bir yerdeymişiz. Bekçiyi geçtik, enli bir merdivenden camlı, çift kapılı bir eşiğe geldik. Sahanlıkta içeriyi dikizleyen bir sürü insanla buluştuk. Camdan bakınca büyük kapının anlamını şıp diye çözüverdim hemen.
-Moruk, beğendiğine kafa salla, gerisine karışma...
Çekingen, yılışık gençleri yara yara içeri girdi bizimkisi. Ceren gözlü, esmer bir hatun fırlayıp boynuna sarıldı. Öpüşe öpüşe çıktılar. Korkudan titriyorum. Sonra oradakilerin benden farklı olmadıklarını görüp, rahatladım. Gencin biri diğerini,
-Varsana oğlum, bağ seni nasıl süzüy, deyip arkadan itiverdi.
Montlarının içinde titreşen iki Antepliden biri çömez olanına,
-Baği, baği ağzının suyu ağiy, geç sene lan yurum? dedi.
Kabanı tüylü, atkılı biri gelir gelmez içeri daldı. Kadının biri,
-Ulan dişlek, gene mi sen? Bas git eşoleşek! Sana a…ğın kılını bile koklatmam, diyerek, avazı çıktığı kadar bağırdı.
Adam umursamadan yılışınca kadın terliğine davranıp saldırıya geçti.
-Dayanamıyorsan anana çık, oruspu çocuğu!
Gürültüye koşan bekçi elinde copla içeri daldı.
-Bağ ula, sana bir dakka müsaade, haydi, toz ol bağalım!
Bekçiye destek çıkan kadınlar sağdan soldan tavuk gibi kıjgırınca adam  tırsıyıp kaçtı.
Aklıma Zommo'nun babası geldi. Yayla inişi peynirini satıp da cebi para görünce canı bir kaçamak ister. Seçtiği kadına yanlış yerden zorlayınca kadın terliğiyle vura vura aşağı indirir onu. Bir tavuk kadar çaresiz olduğunu hisseden Urum,
-Yapma oruspu, yapma! diyerek başını korumaya çalışırken, berikisi elbiselerini fırlatıp,
-Oruspu anan demiş, şu seni bok deliğinden çıkaran anan.

 Bacak bacak üstüne atmış tüm kadınlara baktım. Utancımdan yerin dibine battım. Sandım ki, kadınların hepsi, ''Şu kılkuyruk, şu yarım büllük, şu siftahını bile yapmamış götü bokluya bak hele! Len, karı düzmeyi oyun mu sandın!'' deyip kafa bulacaklar benimle.
İri yarısından, gözleri dört döneninden, fıldır fıldır bakanından, fütursuz fütursuz gülenden, fırt diye çiklet patlatandan mümkün olduğu kadar uzak durdum. Hüzünlü, minyon yapılı birini gözüme kestirip işaret vermek istedimse de yapamadım.  Mübarek baş değil de değirmen taşıydı sanki.
Kadın anlamlı anlamlı bakınca işaretten vazgeçip içeri girdim. Sinek vızıltısı gibi bir sesle ''seni…'' diyebildim. Çenesiyle merdiveni gösterip ekledi.
-On beş numaraya!
 Parfüm, ruj ve ter… ''Buraya özgü bir koku olmalı'' diye düşündüm. Tek kişilik yatağa, komedine, komedinin üstündeki teybe, sehpadaki kül tablasına, rujlu yarım sigarasına çekine çekine baktım. Hayat, kızıl, loş bir ışığın altında başka türlü akıyordu burada. Kusursuz, sanal, ruhsuz... Sevindiğim tek şey, yüzümdeki kızartıların fark edilmeyişiydi. Kapı açıldı, son derece kibar bir sesle,
-Soyunmayacak mısınız? dedi kadın.
Hayret, hiç de alay etmedi benimle. Ojeli, minnacık eli, teybe dokunur dokunmaz, tüm içtenliğiyle Bülent Ersoy hortladı. Tüylerim diken diken oldu. Şarkıyı tam olarak anımsamasam da şu dizelerdeki gibi isyan ediyordu.       
      İtirazım var dertli şansıma
      Sevginin sahtesine
      Hayatın cilvesine
      Talihin böylesine itirazım var
 Külotunu ayağının dibine bırakıp, bacaklarını dizinden kırıp beklemeye başladı. Sonra yan bir bakışla sadece parmağını oynattı. Bense iki elimle apış aramı tutmuş bekliyorum. 
-Ahh, nazlanıyor mu ne!
Utana sıkıla uzandım. Ama sadece uzandım. Bende hiç bir hayat belirtisi yok, ölü gibi… Alışık olmadığım ter, parfüm, sigara kokusu… Bir de zihnimi saran bir suçluluk duygusu…
Çocukken taşlardan daireler yapar, soyunur, içine girerdik. Bu evimiz demekti. Eşleştiğimiz kızın üstüne abanır beklerdik. Bu da evlendik demekti. Sonra evciğimizden çıkar, horoz gibi öterdik. Bu da sabah oldu demekti. Şimdi öylesine uzanmışım işte. Kadın, ne güldü, ne de alay etti benimle. Yumuşacık eliyle oramı ovdu, sonra alev gibi bir yere götürdü. Beş, bilemedim altı gidiş gelişten sonra bittim. Ancak hızımı alamamış, hâlâ gidip geliyordum… Kadın, hanımefendilere taş çıkaran o hüzünlü romantizmine son verip,
-Hop, pilin bitti yallah! dedi.
Zorlasam, terliğine davranıp, başımı, gözümü yaracağından emindim. Giyinip çıktım. Bülent Ersoy, feleğin binbir sillesini yemiş, ancak oradakilerin anlayabileceği bir içtenlikle söylüyordu. 
        Yarım kalan sevgiye
        Şu emanet gülmeye
        Yaşamadan ölmeye
        İtirazım var…
 
Berduş kapıda bekliyordu.
-Vay moruk, nasıl geçti?
Yüzüne bakamadan
-İyi, dedim.
Büyük kapıdan kavşağa, oradan da Zeytinliğe saptık.
Dayı sıkışmış olmalı ki,
-Bekle moruk, nargilenin suyunu değiştirip, geliyorum! dedi. 
Havada çiğit kokusu, kulağımda o şarkı: 
       ''Yaşamadan ölmeye İtirazım var…''
 
2.Cilt, Kırmızı Fare
Ali Rıza Aksın
 

                                                                                                     
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...