Hüsamettin Kesekâğıdı

Muzaffer Oruçoğlu kullanıcısının resmi
Duvarların içinde, lağım borularında yapıcılardan kalma sesler, diller. Fısıldaşan, çiftleşen paralel duygular.

Kinler, garezler, husumetler, dağdağalar. Lağım müştemilatı. Borular. Birbirlerinin boynuzlarında ışık hüzmeleri ya da çamur görünce korkan, tıslayan ve birbirlerinde uzaklaşan azgın boğalar. Kuşkularına ve sorularına derin anlamlar yükleyen, devşirdikleri ayrıntılardan ayrıntılar yaratan hayaletler. Çıkışsız yollar.

“Ne yapsam? Taraçaya çıkamam. Çıkarsam, ‘Hüsamettin niye çıktı?’ diyecek karşı evin kadını. Ayşe’ye gitmem lazım. Ferhat için Şirin ne ise, benim için de Ayşe odur. Gözler büyük. Gözler Beytül Mukaddes. Yüzünü gergefinden ayırmayan utangaç bir kız gibi. Bilgili. Saçlarda karamuk kokusu, eflatun çöven çiçeği. Nefis feragati ve sabır. Yalın, yeşil. Öyle bir tutuldum ki vasfa gelmez. Hepsi bu. İrticalen oldu bu iş. Allah kahretsin. Işık çıplaksa, bir şey yapamam.”
Süzme sözcüklerle sürüp giden müzik. İskoç etekli adamlar. Bordo, mavi, arduvaz... Kuş cıvıltıları, kahkahalar. İkircimli arzular. İnce ince sezinleyen ve kendilerini başka duygulara kolayca iletip, özümletebilen duygular. Kanarya şarabı. Lağım kokusu, ıstırap ve meşakkat. Mülk aynası. Konuşa konuşa iğne deliğinden geçen adam.
“Ben ne yaptım? Yusuf ne yaptı? Kendini kendine karşı gerçekleştirmeye kalkıştı. Solungaçları kızarıncaya kadar konuştu. Pislik! Şerefsiz! Kışla aygırı. Küçük bir damladır dedim ama elması oydu, oyuğu içine aldı. Ne yapsam? Gitsem, köklerini avuntusuyla serinleten yetim bir ağacın dibinde dursam, ağacın damar damar dışarı vuran köklerine ve kökleri serinleten gölgesine anlatsam derdimi. Boş.”

Gözenekleri tıkanmış kör bir karanlık.

“En iyisi dışarı çıkmak. Gidip, Mevlüd’ün iğrenç lokantasında mersin balığı köftesi yemek. Menzil ve yön duygumu özgürleştirmemin başka bir yolu da yok. Mevlüd. Amcamın en sevdiği oğlu. Tanıdığım en adi adam. Zor günümde merdiven gibi kullandı beni; tırmandı, tekmeledi düşürdü. Pislik, paranoid. Her gittiği yerde mezar çiçeği gibi dikkatleri üzerine çekiyor. Kalsın orda. Mevlüd’e gitmem. Tükürdüğü boşlukta yaşamayı seven bir adama selam bile vermem. Süpürge otlarına, çavşırlara giderim ama Mevlüd’e gitmem. Beni değil, dayısı Topal Bekir gibi bir yaratığı tercih etti. Topal kim, ben kim? Göğsüne, göbeğine, apış arasına döğme ile sevdiği oğlanın yüzünü nakşettiren bir kızın babası. Hızır sırrıymış. Soysuz. Adam ayağını çeke çeke evini Galata Kerhanesi’ne çevirdi. Sütü mayala, ateşi külle. Hepsi bu.”

Anın bilinci. Çıkış. Zamandan arınış. Kalıplar. İstiflenmiş benlik parçacıkları. Tilki divanı. Göğün kararışı, alçalışı, şimşekşeklenişi, gürleyişi. İri taneli zırzımık dolusu. Varlığın uyuyan düşmanlığı.

“Ne yapsam, Ayşe’ye mi gitsem? Gidemem. Dal düdük ortada kaldım. Bu kitapların hepsini götürüp çöpe atacam. Hepsini okudum, hiçbirinin de hayrını görmedim. Hangisi ne kattı, ne verdi bana? Davul tozu. Pervin ablama gitsem, bir mercimek çorbası içsem onda. Akıl verecek, zımpara tozu gibi yapışacak çarkıma, çenesi durmaz. Sen önce kendine bak. Söğüt yaprağı gibi narin bir kızdın, ölü soyucusuyla evlendin şiştin, damperli kamyonu, çantacısı oldun onun. Yaşlı, melek ruhlu kadını getirdin, sırtında kolsuz, pasaklı bir zıbınla, bakacam diye. Ölü soyucusu istemeyince de evden dışarı attın. Zavallı derdinden öldü. Ondan sonra da cenazeye kapan, anam anam diye ağla. Soytarı. Rahmetliye çok söyledim, ‘gelme ana,’ diye. ’Gelirsen kimse senin şayanı hürmet bir kadın olduğuna bakmaz, ortada kalırsın,’ dedim, dinletemedim. Ömründe kimi dinledi ki, kimseyi dinlemedi. Babam gibi melek bir insanı bile dinlemedi. Kadın insanlara, kendisine güvendiği ölçüde güveniyordu; kendinde olmayanı başkalarında görünce de yıkılıyordu. İçinde onu kemiren habis bir şey vardı kesin. Öldü gitti. Dam yandı ama içindeki sıçan da yandı. Rahmetli babamdan yirmi yıl fazla yaşadı. ‘Baba ayrıl,’ dedim, ‘sen Veli Kesekağıdı gibi bir adamın oğlusun, yapma, talâkı selâseye getir bu kadını, ’ dedim, ‘kendine yeni birini bul, anam toprak altında gezen, kök kesen, kök kurdudur, fayda gelmez sana.’ Cahil adam dinlemedi beni. Memba suyu sandı anamı, oturdu kıyısında, bu abdestle daha çok namaz kılınır dedi. Kendini avuta avuta heba etti. Yüzü yiv yiv buruştu. Son yılları korkunçtu. Kireç kuyusundan hortlayıp çıkmış bir ölü gibi geziniyordu içimde. İnsan, kendine çok güvenirse böyle olur. Kudretin sağ tarafında oturduğunu sanıyordu. Kimsin? Önce bir tanı kendini. Kendine bir faydan oldu mu? Olmadı. Çocuklarına oldu mu bir faydan? Olmadı. Kime güvendiysen onun arkasında yürüdün, adımlarını hep onun adımlarına göre attın, hiç kimseyi de geçemedin. Kafanı hiç çalıştırmadın. Kazığın girmediği yere tokmağı soktun. Benim okuldan ayrılıp buraya gelmemin sebebi sensin. Beni kanalizasyon kanallarına düşüren, yıllarca bu şehrin bokunu koklatan sensin. Beni bu duruma düşüren sensin. Kardeşin olacak pezevengin Mersindeki evi benim gönderdiğim paralarla alındı. Neymiş, gönder oğlum borçmuş, ödeyecekmiş. Borcumu buza yaz, ödeme gününü de yaza yaz. Babamsın işte, hacı babam. Hacı olduysan benim paramla oldun. Oldun da ne oldu. Hacılık uğur getirir benim bildiğim. O da olmadı. Kıldığın nafile namazlarının sayısı arttı. ‘Olmaz,’ dedim, istemedim. Alttan girdin üstten çıktın. ‘Kardeşimin kızıdır, alacaksın,’ dedin. ‘Benim kızı onun oğlu aldı, bunu da sen alacaksın,’ dedin, zorla evlendirdin beni. Çocuklarım sakat doğdu. Lanet olsun senin gibi babaya. Dağıttın beni. Kırdın varlık yokluk eksenimi.”
Köpek havladı. Ses, seslere çarptı, helezonik titreşimlerle yankılandı derin derin. Kuşku uyandı. Zekâ ve cüret kâbuslarına açıldı karanlık. Tehlikeler, olasılıklar, delikler, delilikler silindi. Kedi miyavladı. Civciv yuvasından düştü. Hayatın marazi mahiyetine karşı işleyen ışıltılar, kara karganın ötüşüne üşüştü.

“Taraçaya çıkamam. Benim bir an önce Ayşe’ye gitmem lazım. Ayşe can nakışıdır, beni seviyorsa içeri alabilir. Bu dünyada ondan başka kimseyi sevmediğimi biliyor. Ondan başka kimsemin olmadığını da biliyor. Emeğimi yele verdim, yeli avuçluyorum şimdi. Ayşe halden anlar. Hiç belli de olmaz. Ayşe beni içeri almayabilir. Aldığım hediyelik kolyeyi hiç sebepsiz geri gönderdi. Kütüphanenin çıkışında verdiğim selamı görmezlikten geldi. ‘Doğum günün kutlu olsun,’ dedim, sıradan bir ‘sağ ol,’ ile geçiştirip gitti. Yolda yaya yürüdüğümü gördüğü halde arabasına almadı, kaçarcasına geçip gitti. İyi insan, iyi insandan, seven sevenden kaçar mı? Kaçmaz. Ayşe niye kaçıyor. Ayşe kaçsa da ailesi kaçamaz. Ayşe’nin ailesi belli. Boşuna ‘Köy göçüren’ dememişler. Bokunda düdük arayan bir aile. Sonunda düdükçü oldu hepsi. Babası Zobu Sami, zurnacılığı bıraktı, Ford’a girdi, sahte Kompa (iş kazası) yapıp devletten sızdırdığı parayla mülk sahibi oldu. Çevresi çıplak, üstü ağaçlı, tülü bir tepeye iki katlı bir ev kondurdu. Anası da paragözün teki, o evin garajında gece gündüz oturdu, hem işsizlik parası aldı, hem de yatak yorgan firmasına dikiş makinasıyla iş yaptı. Bana selam versen n’olur, vermesen n’olur. Beni çul, kendini de harirle dokunmuş halı yerine koysan n’olur, koymasan n’olur. Verdiğim gülü minnetle koklasan n’olur, koklamasan n’olur. Soyun sopun belli. Önünü arkasına satan bir soy. Güzel desem, güzel değilsin. Seni güzel gösteren, bakışlarındır; bakışlarının bedenine yüklediği anlam ve ferahlıktır. Ev avlusu. Yeşil yaprak serinliği. Hepsi bu. Namuslu görünüyorsun ama değilsin; gönül gemisisin. Çotuksöken’in Ali ile ne işin vardı senin o lokantada? İşlek bir adamla, deli hot bir adamla... Dul bir kadınsın. Kocan Börekçi Yusuf seni niye bıraktı, o da belli değil. ‘Efendim elinde bir börekçi oklavası vardı da, çevire çevire vurdu da...’ Tamam. Çatıltı koptu diyelim, ateş çıktı. Niye çıktı? ‘Ateşe inandım da suya dayandım.’ Ona da tamam. Diyelim ki yangın meydanında yalnız kaldın. Ondan sonra ne oldu? ‘Ağaca dayandım.’ Ona da tamam. Diyelim ki ağaca dayandın, ağacın oğulduruğu(filizi) da dibinden çıktı. Sonra ne oldu? ‘Bir şey olmadı.’ Emin misin? ‘Eminim.’ Tuuh! Yalancı, sahtekâr kadın. Desene ki ayakta dura dura yoruldum, çöktüm, çökerken de oğulduruğa oturdum.”
Nefretin zihne vuran özü. Kararma. Kaybolmuşluk duygusu. Ruhsökücüler. Sağaltıcılar. Ufkunu merkezine çeken, dar, sancılı krizler. Ruyet. Tavan çıtırtıları, fareler. Bedenlerinden firar etmiş orospu, özgür ruhlar ve bunları çağıran, derin duru sesler.

“Gitmem o kadına. Gidersem alçalırım.”

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...