Bir an evvel Alibeyköy mezarlığına gitmek, o yiğit devrimcilere karşı son görevimi yapmak istiyordum. Üstelik işkencede katledilenlerden Orhan, kasabamın çocuğuydu.
Yol boyu birçok yerde belediye otobüsleri dâhil durdurulup, polisin hoşuna gitmeyenler ya gözaltına alınıyordu, ya da geri çevriliyordu.
Biz zor bela gitmiştik Alibeyköy’e, mezar uzağımızdaydı ve bir fırsatını bulup fırlayarak mezara doğru koşmayı planlıyorduk.
Birden seni gördüm Metin. Gülümsedik birbirimize ve selamlaştık.
Usulca yanıma yaklaştın; "Çok dikkatli olun Ahmet, sol taraftaki sokakta polisler daha az, orayı deneyin."
Göz göze geldik, öyle güzel ve içten güldün ki, bu gülüşün içindeki o derin hüzün bana da yansıdı.
Hüzündü evet. Hem işkencede 2 yiğit devrimci katledilmişti, hem de onu anmaya gelenler bir bir gözaltına alınıyordu. İçimden "Sen ne mükemmel şeysin, ey güneşli günlerin umudu, nasıl da güzelleştiriyorsun bizleri." dedim sessizce ve elbette gülümseyerek.
Daha hamle yapmadan kıskıvrak yakalandık. Karga tulumba gözaltına alındık. Polis otosunun camından Metin'i gördüm el salladı bana, aynı hüzünle gülümsedi.
Kapalı spor salonuna götürüldük Şili'yi hatırlattı bana. Doluydu salon. En güzel insanları toplamışlardı, insanlığa olan kinleriyle vuruyorlardı, ama akşama kadar o gülümseyişin durdu bende Metin. Seni de almışlar benden sonra, göremedim salonda. Sonra, sonrası sonsuzluk ve o günden bu yana gülüşün duruyor bende.