Direnişlerin az, ihanetlerin çokça yaşandığı, umutların söndüğü, aydınlığın karanlığa gömüldüğü, kitapların yakıldığı, dostlukların unutulduğu, bir merhabanın esirgendiği, özgürlüklerin bastırıldığı acı yıllar... Darbeciler silindir gibi ezip geçmişti ülkemiz aydınlarını, devrimcilerini.
Oysa ne kadar da görkemliydi, yürüyüşlerimiz. Mitinglerde ettiğimiz yeminler ‘Bıkmadan, usanmadan, yılmadan, kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğime ant içerim!’ diye haykırdığımız zamanların üzerine kara bir gölge gibi çökmüştü postal sesleri.
Sanki ölü toprağı serpilmişti mücadele coşkumuza, nedenini anlamak kolay değildi. Belki şabloncu, ülke gerçeğinden uzak tespitlerimiz, belki de sabırsız, maceracı çıkışlarımız, belki de umutlarımızı sistemde arayışımızdı neden.
On binlerce insan zindanlara dolduruldu. Bir güç sandığımız kurumlar, dernekler, sendikalar, apoletlilerin talimatları karşısında sıra sıra dizildiler zindanlara. Susturuldular, zindanlarda sadece bedeni değil, ruhu da öldürmeye çalıştılar. En amansız işkencelerden geçtiler, değme faşist marşlar, ırkçı düşünceler sosyalist beyinlere zorla zerk edildi...
Kuşkusuz direnenler de oldu yaşamı pahasına, yere düşmüş onuru yükselten ışık oldular gelecek kuşaklara. Ama ihanet karabasan gibi ülkenin üstüne çökmüştü bir kere. Önce ana kuşlar terk etti yavrularını, her biri uzak diyarlara göç ettiler. Kalan yavrular ise saldırıya açık ve acımasızdı, avlandılar birer birer…
Herkes gölgesinden korkuyordu, bir evden bir eve ziyaret büyük cesaret işiydi. Daha düne kadar etle tırnak gibi birbirine kenetlenen binlerce, on binlerce insana ne olmuştu? Verilen sözler unutulmuş herkes kendi başının çaresine bakıyordu. Kışlarımız yanan kitaplarla ısınıyordu.
Birçok evde karartma geceleri yaşanıyor, alelacele evler boşaltılıyor, adresler değiştiriliyordu. Polisiye yaşam beyinlere taht kurmuştu. Baş kopunca gövde çürümeye başlarmış, çıkar çevrelerine de gün doğmuştu. Herkes rakiplerini anarşistlikle, komünistlikle suçlayarak tasfiyeye çalışıyordu.
Darbe yöneticileri, laiklik söylemi altında, uydurma ayetler ve hadislerle en gerici propagandalar içindeydiler. Toplum sindirilmiş, dağılmıştı. Bunca baskı arasına sıkıştırılan ekonomik kararlar yoksulun üç beş lokmasını da elinden alıyordu. Meşhur kışla talimatnameleri anayasa olarak dikte ettiriliyor, kazanılmış hak ve özgürlükler birer birer kaldırılıyordu.
Yurtdışına giden ana kuşlar mültecileştiler. Elbette içlerinden vatanına, halkına davasına bağlı insanlar da çıktı.
Silvan'da Ağıt Kitabının giriş yazısından...