Evlenme Proğramı

Oya Uslu kullanıcısının resmi
Utana sıkıla kendini tanıtıyor, titreyen sesini kontrol etmeye çalışıyordu: “Yirmi iki yaşındayım. İstanbul’da yaşıyorum. Evde boncuk işliyorum.”

Sunucu onu rahatlatmak için araya girdi:     
            “Peki nasıl biriyle evlenmek istersin?”
            Banu sıcacık gülümsedi:
            “İçimin ısındığı biriyle…”
            Stüdyodan “Vayyyy!” sesleri yükseldi. Bu yanıt sunucunun da hoşuna gitti. Tatlı tatlı genç kıza baktı:
            “Nasıl biri senin içini ısıtır?”
            “Bilmem ki, herhalde gördüğüm anda ısınırım.”
            “İlk görüşte aşk diyorsun yani?”
Banu hafifçe başını eğdi. Sunucu tatlı bir çocukla karşılaşmış gibi ona sevgiyle baktı:
            “Banu ne kadar hoşsun.”  Konuklara döndü: “Minyon tipli, çıtı pıtı bir kız… Bakalım ona kimler talip olacak?”
            Genç kız locaya alındı. Bu kez Nurten, talibi olduğu söylenerek paravanlı odaya çağrıldı. Kadın müzik eşliğinde oynaya oynaya yerine oturdu. Herkese ünlü bir şarkıcıymış gibi gülücükler dağıttı. Sunucu konuklara döndü:
            “Nurten belki de bu kez talibini beğenir.”
            Banu’nun yanına oturduğu Gülnaz ile Süleyman onu çekiştirdiler:
            “Kadının ahı gitmiş vahı kalmış; ama kendini bulunmadık Hint kumaşı sanıyor.”
            Süleyman:      
“Gözü parada onun.” Banu’yu gösterdi. “Bak şu kızın güzelliğine… Üstelik tazecik. O mal mülk dedi mi?”
            “Ah garibim! Tabii, toy daha… Hanya’yı Konya’yı bilmez ki bunlar.”
            “Asıl erkekler evlenince Hanya’yı Konya’yı görüyor.”
            Locanın arka sırasından bir adam işaret parmağını dudağına götürüp “Hişşttt!” diyerek onları susturdu. Sunucu da o yöne bakıp sessiz olmalarını söyledi, tekrar Nurten’in talibine döndü:
            “Nerede yaşıyorsunuz Mehmet Bey?”
            O yanıtını veremeden sunucuya kulaklığından telefon hattında biri olduğu bildirildi. Sunucu dikkatini telefona verdi. Sadece kendinin duyduğu konuşmadan hoşlandığı gülümsemesinden belli oldu. Nurten’in talibini kısa bir süre için susturup Banu’ya döndü:
            “Banu talibin var.”
            Genç kız utangaç gülümsedi. Sunucu tekrar telefondaki kişiyle konuştu:
            “Rüzgâr… Oooo! Ne güzel bir ismin var.”
            Banu’ya baktı:
“Banu, sen iç ısıtsın dedin ama sana gelen rüzgâr.”
Genç kızın yüzü ışıldadı. Rüzgâr’ın sesi duyuldu. Onun da çok heyecanlı olduğu ses tonundan belliydi:
“Yirmi üç yaşındayım. Kafes imalatında çalışıyorum.”
Banu hariç tüm konukların yüzü buruştu. Sunucu bozuntuya vermedi:
“Nereden arıyorsun bizi Rüzgâr?”
            “İstanbul’dan… Stüdyoya çok yakınım şu anda.”
            “Aaa! Öyle mi? Bir gel istersen. Hay Allah, Banu’ya da sormadan çağırdım! Gelsin mi Banu?”
            Genç kız başını salladı:
            “İyi, oldu bu iş! Gel bakalım Rüzgâr.”
            Orkestra çaldı:
            “Gel gel yanıma gel, sana aşığım gel
Gel gel yanıma gel, gel çok karışığım gel.”
 
Sunucu yeniden Nurten ile Mehmet’e döndü:
“Evet, sizi dinliyoruz.”
Mehmet, 53 yaşında olduğunu, mimarlık yaptığını, iki kez evlendiğini, üç çocuğu olduğunu söyledi. Nurten çocukların yaşını, kiminle yaşadıklarını sordu. Mehmet ikisinin kendisiyle kaldığını, birinin annede olduğunu söyleyince Nurten ‘olmaz’ der gibi başını ve kaşlarını yukarı kaldırdı. Mehmet bu arada Nurten’i çok romantik olduğu için seçtiğini, kendisinin de güneşin batışını beraber izleyebilecek bir eş aradığını belirtti. Ayrıca eğer evlenirlerse ev işlerine yardımcı olacağını da ekledi.
Sunucuya Rüzgâr’ın geldiğini haber verdiler. Nurten’le Mehmet görüşme odasına alındı, Banu çağrıldı. O, paravanın bir yanında dururken içeri Rüzgâr girdi. Herkes onun bu kadar çabuk gelmesine şaşırdı. Sunucu da:
“Rüzgâr, yoksa sen kapı arkasında mı bekliyordun?” diyerek espri yaptı.
O tesadüfen yakınlarda olduğunu söyledi:
“Kafede otururken Banu’yu gördüm. İşte aradığım kız bu dedim.”
Sunucu hayretle ve duyduklarını anlamlandırmaya çalışır gibi dudağını büktü:
“Vayyy! E, sonra da rüzgâr gibi geldin ha!”
“Evet.”
Rüzgâr’la Banu konuşmaya başladılar. Genç kız ona nerede oturduğunu, öğrenim durumunu, kaç kardeşi olduğunu sordu. Delikanlı da yanıtladı, buna benzer soruları bu kez o sordu.
Banu vasıfları kabul ettiğini söyleyince de paravan açıldı. İki genç anında birbirine gülümsedi, gözleri ışık saçtı. Birbirlerini daha yakından tanımak için başka bölüme alınacakken konukların en yaşlısı Neriman söz istedi. Mikrofon ona uzatıldı.
Neriman daha iyi görmesi gerekiyormuş gibi gözlüklerini burnunun üstüne düşürdü:
“Kızım,” dedi, “senin aklın başında mı? Görmüyor musun bu çocuğun doğru düzgün işi yok.”
O sözünü bitirmeden yanındaki kadın acelesi varmış gibi mikrofonu kaptı:
“Sakın hemen kabul etme! Güzelsin. Sana kim bilir ne iyi talipler çıkar.”
Orta yaşlı bir erkek:
“Yakışıklı görünce kızların dilleri bağlanır ama bu genç yakışıklı bile sayılmaz.”
Diğeri:
“Rüzgârmış, vah vah!”
Banu mahcup bir şekilde mikrofonu aldı:
“Benim için para önemli değil.”
Locadakiler ona salak görmüş gibi baktılar.
Yeniden telefon çaldı, Banu’ya bir talip daha çıktı. Telefondaki kişi 25 yaşında olduğunu, turizm şirketinde çalıştığını, üniversite bitirdiğini ve üç dil bildiğini söyledi. Sunucu hoşnut bir yüzle Banu’ya baktı. “Gelsin mi?” dedi tatlı sesiyle.
Banu kısa bir süre düşündü, istemediğini söyledi.
Sunucu ve tüm konuklar onun yalnız salak değil, aynı zamanda saf olduğunu düşündüler. Sunucu:
“Bir gör istersen.”
Genç kız yine kabul etmedi. Herkesin yüzünde ‘Bu kadarı olmaz’ diyen bir bakış belirdi. Sunucu gözlerini kısarak Banu’ya baktı:
“Ailenin buraya geldiğinden haberi var mı?”
Banu ‘evet’ anlamında kafasını salladı.
Sunucu:
“İyi öyleyse.” İzleyicilere döndü. “Biliyorsunuz değil mi, öyle kolay kolay vermiyoruz kimseyi, önce araştırıyoruz.”
 
Kısa bir reklam arası verildi. Locada oturanlardan Selvinaz, programın gediklisi Nezihe’ye içini döktü:
“Bu programa çıkmamı çevremden kimse onaylamadı. Ama kimse düşünmüyor ki benim de evlenmek hakkım.”
“Herkes bizi ayıpladığını söylüyor, yine de programı izliyor. Bence çok kişi buraya gelmeyi istiyor da cesaretler edemiyor. Tabii, kedi erişemediği ete mundar dermiş.”
 “Annemle babam çok erken ölünce kardeşlerime baktım. Onları okuttum, evlendirdim. Şimdi de ben mutlu olmak istiyorum.”
“Haklısın canım. Ama daha gençsin. Dışarıda kendine uygun birini bulamadın mı?”
“Dedim ya, önce ilgilenmedim. İsteyince de dul erkekler gelmeye başladı. Hatta çoğu evlenmek bile istemiyor. Tek dertleri yatağa atmak…”
“Eskiden görücü usulü vardı. Şimdi kimsenin buna yanaştığı yok. Zaten eski dostluklar da kalmadı ki, kim kimi tanıyor da aracı olacak.”
“Aslında hepimiz yalnızız.” 
Mücella araya girdi:
“Bir ara facebooktan biriyle tanıştım. Bir süre sohbet ettik. Sonra beni ailesiyle tanıştıracağını söyleyip memleketine davet etti. Gittim ama ailesini göremedim. Meğer kadın satıcısıymış. Elinden nasıl kurtulduğumu bir ben bir de Allah bilir.”
“Doğru düzgün erkek yok kardeş. Burada en azından araştırıyorlar. Daha güvenli...”
Konuşmaya Sedat da katıldı:
“Doğru düzgün erkek yok da kadın var mı? Mazisi temiz, aza kanaat getirecek, eli yüzü düzgün bir kız bulmak rüyada altın bulmak gibi.”
Mücella yüzünü buruşturdu:
“Mazisi temiz ne demek; biz evlenirken sizin kiminle düşüp kalktığınızı soruyor muyuz?”
“Ben bilmem. Hanım hanımcık kız isterim; o kadar!”
“Aman sanki çok matah bir şeysin de!”
“Sen kendine bak. Sağlam ayakkabı olsaydın adamın ayağına gitmezdin.”
Onlar ağız dalaşına girişmişken müzik eşliğinde yeniden program başladı. Sunucu kırıtarak yürüdü, şarkıya katıldı. Sonra yeniden Banu ile Rüzgâr çağrıldı. İki genç anlaştıklarını söylediler.
Ardından stüdyonun artisti Emin çağrıldı. O küçük dağları ben yarattım der gibi kasıla kasıla yürüyerek geldi, yerine oturdu. Paravanın diğer yanına da dünyalar güzeli bir kız oturdu. Konuklar kıza hayranlıkla bakarken içlerinden “Buna da bir kulp bulur. Onun niyeti evlenmek falan değil, dizilere kapak atmak.” diye düşündüler. Kız sadece güzel değil, aynı zamanda yüksek öğrenim görmüş, duruşu, oturuşu ile herkesin rüyalarını süsleyecek bir pırlanta sanki. Emin kıza burcunu da sordu. O söyleyince Emin “Ama bizim burçlar anlaşamaz ki.” dedi. Yine de paravanı açtırdı. Kız heyecanla ona baktı. Emin hiç düşünmeden elektrik alamadığını söyledi. Stüdyodan “Aaaa!” sesleri yükseldi. Kız utançtan kızardı, süklüm püklüm oradan ayrıldı.
Orkestra devreye girdi:
Güle güle sana, yolun açık olsun.
Güle güle sana, seni Tanrım korusun.”
 
Yeniden telefon çaldı. Arayan Banu’nun annesi…
Sunucu ona kızının Rüzgâr’ı beğendiğini söyledi. Annesi:
“Ben de çok beğendim.” dedi.
Herkes afalladı. Sunucu kadına Rüzgâr’ın nesini beğendiğini sordu. O da:
“Çok efendi.” diye yanıtladı.
Sunucu kaşlarını kaldırdı:
“Ne kadar çabuk anladınız.”
Konukların yüzünde bir dalgalanma, gözlerinde kuşku belirdi. Eda söz istedi, imalı bir ses tonuyla konuştu:
“Hanımefendi, siz ne kadar da alçak gönüllüsünüz.”
Banu’nun annesi bunu övgü sanarak teşekkür etti. Kadın devam etti:
“Kızınız güzel… Az önce iyi bir talibi de çıktı. Onu niye düşünmediniz?”
“Kızım kimi seçerse ben de onu isterim.”
“Allah Allah!”
Bir erkek:
“Bence siz kızınızı yönlendirmelisiniz. Ne de olsa genç bunlar; cahil sayılır. Hem bunun iyi olduğu ne malum?”
“Dedim ya, kızım bilir.”
“Hanımefendi, bu oğlan nasıl ev geçindirecek? Asgari ücret alıyormuş. Yol parası, yemeği bile yokmuş.”
Banu’nun babası telefona çıktı:
“Biz de evlenirken benim doğru düzgün işim yoktu. Ama gül gibi geçindik işte.”
Sunucu:
“Siz ne iş yapıyorsunuz?”
“Kundura tamircisiyim.”
Herkesin yüzünde ‘Vah vah!” diyen bir bakış belirdi.
Sunucu:
“iki gönül bir olunca samanlık seyran olurmuş.”
Araya yeniden müzik girdi:
“Sevdim seni bir kere, başkasını sevemem
Deli diyorlar bana, desinler değişemem.”
 
Üç gün önce tanışıp yemeğe çıkmaya karar veren Haluk ile Mualla son kararlarını bildirmek için stüdyoya alındı. Herkes onlardan olumlu bir yanıt beklerken ikisi de birbirinin yüzüne bakmadan ilerledi. Sunucu beden dillerinden anlaşamadıklarını anladı, sözü ilk Mualla’ya verdi. Mualla orada bir dakika bile durmak istemedi. Sadece “Olmadı, anlaşamadık.” dedi. Haluk onu kaçırmamak için dil döktü:
“İyiydik aslında. Ailelerimiz de tanıştı. Dün gece bir buçuğa kadar beraberdik. Ne olduysa bu sabah oldu. Ama ben ne olduğunu biliyorum.”
Sunucu:
“Ne olmuş?”
Haluk locada oturanlardan Cemil’i gösterdi:
“İşte bu beni kötülemiş. Eski karımı dövdüğümü söylemiş.”
Çok kişi elini ağzına götürdü:
“Aaaa!”
Haluk devam etti:
“Yalan efendim! Onun gözü var Mualla’da da ondan öyle söylüyor.”
Cemil’e söz verildi:
“Seninle otelde beraberdik. Kendin anlattın neden ayrıldığınızı.”
Haluk feryat etti:
“Yalan, yalan, külliyen yalan!”   
Salonda herkes yüksek sesle konuştu. Mualla söz aldı, kırgın sesle, kendine hak verilmesini isteyen mazlum edasında konuklara döndü:
“Bana ne söylediğini hatırlıyorsunuz değil mi? En kızdığı şeyin kadını dövmek olduğunu söylemişti. Hatta el kaldırırsam başkasına kalmaz ben elimi keserim demişti. Kim böyle biriyle evlenmek ister?”
Sunucunun yüz ifadesinden durumun vahimiyeti ve Mualla’ya hak verdiğini okunuyordu. Bu kez Haluk onu çekiştirdi:
“Sen burada çok dedikodu oluyor dememiş miydin? İstediklerini elde edemeyince saç baş yolanlar, ayılanlar bayılanlar var dememiş miydin?”
Orkestra devreye girdi:
“Ayılana gazoz, bayılana limon, ayılana gazoz da bayılana limon…”
Bir anda sıkıcı hava dağıldı. Kimi içinden kimi dışından şarkıyı söyledi. Haluk da dayanamadı, nispet yapar gibi müzik eşliğinde oynadı.
Mualla locaya otururken Rüzgâr’ın anne babası aradı. Onlar da Banu’yu çok beğendiğini söylediler.
Sunucu:
“Allah Allah! Her şey ne kadar da çabuk gelişti.”
Murat atmaca gibi mikrofonu kaptı:
“Bu işin içinde bir iş var. Hadi Rüzgâr’ın ailesi ‘Bulduk güzel kız kaçırmayalım.’ diye düşündü, Banu’nun annesi, babası nasıl bu kadar çabuk kabul etti?”
Bir başkası:
“Rüzgâr da stüdyoya anında geldi, unutmayın.”
Diğeri:
“İkisi de İstanbul’un Anadolu yakasında oturuyor.”
Başkası:
“Galiba düğüm çözülüyor.”
“Evet, evet, bunlar birbirini tanıyor olmalı.”
“Madem aileleri evlenmelerine razı, öyleyse niye buraya geldiler?”
“Neden olacak, bedavadan evlenmek için.”
“Evet, düğünü, eşyaları bedavaya getirecekler.”
“Vay uyanıklar vay!”
“Vay sahtekârlar!”
“Vay utanmazlar!”
“Tüüü size!”
Müzik:
“Bastın faka bastın sen beni fazla hafife aldın.”
Banu’yla Rüzgâr küçüldükçe küçüldüler. Sunucu üzgün bir ifadeyle onlara döndü:
“Ne yazık ki programımızın formatına uygun değilsiniz.”
İki genç başları eğik ama el ele stüdyodan çıktılar.  Arkalarından orkestra duygulu bir aşk parçası çaldı. 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...