KANGURULARIN OTLADIĞI YERDE YAŞAMAK

Muzaffer Oruçoğlu kullanıcısının resmi
Yazar, şair ve ressam Muzaffer Oruçoğlu, cezaevinden bir kitap çuvalı içinde kaçırılmak istenmişti. SHANE MALONEY kendisiyle yeni hayatıyla ilgili görüştü.

Yirmi beş senedir, Türkler ve Kürtler Coolarroo ve Broadmeadows’a göçmüşlerdir. İlkin, büyük Ford fabrikasında çalıştılar, sonra, kendi evlerini inşaa ettiler ve isyankar çocuklarının Avustralyalı oluşunu şaşkınlıkla seyrettiler.

Onların hayattaki yolculukları, yazar, ressam, ve onüç sene ağır koşullarda hapis yatan, siyasi tutuklu Muzaffer Oruçoğlu’nun yüreğine yakındır.

Coolaroo, 1986 yılında Ege Denizin'de bir tekne ile başlayan, Atina, Köln, Antwerp ve Paris den geçen bir yolculuğun son durağıdır. Onun edebi sürgündeki yeri, birbirine benzer, yeni inşaa edilmiş, tuğla evlerin bulunduğu, Melburne’nin en kuzey ucundaki mahallenin son sokağında bulunan evlerden birisidir. Çağdaşlarının çoğunun gözünde, Muzaffer bir hapishaneden çıkıp, bir başkasına girmiştir. Fakat, bu tesadüfi bir yerleşim noktası değildir. Çünki burada, Coolaroo’da, Oruçoğlu’nun hapisahene yıllarındaki yazdığı eserlerden beslenen insanlar yaşamaktadır . “Burası bir Türk köyüdür,” diyor. “Burada Muzaffer isimli bir adam yabancılar arasında değildir.”

46 yaşındaki Oruçoğlu için, yurttaşlarının göçü, destansı boyutlara ulaşan, rüyaların, korkuların, ve muhteşem maceraların bulunduğu, köy geleneklerinden, modernliğin yıkıcılığına doğru giden, mitolojik bir yolculuktur.

En nihayetinde, yazabilme özgürlüğünü elde etmiş olsa bile, Oruçoğlu bu özgürlüğünü yalnızca sürgünde, asıl okur kitlesinden uzak bir yerde kullanabilmektedir. Bütün insanlar gibi, sürgündeki yazarlar da geçimlerini, bir şekilde, sağlamaları gerekiyor. Oruçoğlu da zaten Türklerin, Avustralyaya özgü olan şeylere, keselilere, ve Aboricinilere karşı duydukları merakın gayet farkında.

Bu yüzden, her sabah, komşuları imalat fabrikalarına, kebap dükkanlarına, veya taksi duraklarına iş başı yapmak için yola koyulurken, Muzaffer Oruçoğlu, evinin güvercin-mavisi halısına oturup, hayal gücünün özgürce – yeni yapılmış evlerin, ağaçların dolmasını bekleyen boş arsaların, fabrikaların üzerinden; kanguruların otladığı yerlere doğru uçmasına izin veriyor.

'Kangurular' adlı yeni bir roman üzerinde çalışıyor ve kanguru kolonisini de Türk kabilesine benzetiyor. Büyük yaşlı erkek, kabiliyetlerinin farkında, esen rüzgarı ciğerlerine çekiyor. Uzakta bir çayır görüyor, ve tepeleniyor. Dişi kangurular, her an bir başka yere kaçmaya hazır olabilmek için, keselerinin içine yavrularını koyuyorlar. Oruçoğlu Türk insanlarının daha çok Cennet-kuşları gibi davrandıklarını söylüyor. 

Özgürlüğü yaşarken bile, eski alışkanlıkların yitip gitmesi zor olabiliyor. Oruçoğlu’nun masasındaki daktilo henüz kullanılmamış bir vaziyette. Sobanın önünde bağdaş kurarak oturuyor ve yazmaya başlıyor. El yazısı, tıpkı basılmış bir kağıttaki yazı gibi temiz ve düzgün. Avustralyalı hanımı Reyhanın isteği üzerine, yatak odasından hatıra eşyalarının bazılarını getiriyor. Şu an Türkiyede dördüncü baskısında olan otobiyografik romanı Tohum’un, bir sigara paketine sığabilecek biçimindeki orijinal yazılımını bana gösteriyor.

Bir tane de atleti var. Siyasi tutuklulara tek tip elbiselerin zorla giydirilmesine karşı çıkmış, “ne halin varsa gör” cevabını almış, ve ceza evinde on sekiz ay boyunca bana gösterdiği, yamalı, yıpranmış don ve atletle ceza evi yönetimine karşı direnmiş.

“Kışın soğuk olmaz mıydı, hiç üşümedin mi, nasıl o halde kışın dayanabildin?”, diye sordum. Beni yanlış anlamış olacakki, şömineyi gösterek, “bu ağacın odunu çok güzel ısıtıyor” dedi.

BİR SANATCININ hayatı, genellikle en iyi dönemlerinde, tehlikeli bir işe dönüşebilir, fakat dünyanın bazı bölgelerinde, bu tehlike çok ciddi boyutlara ulaşmaya devam etmektedir. Daha henüz bu ayın başlarında, bir grup yazar, şair ve yayıncı, bir edebi yarenlik için Sivasta toplandıklarında, bir çete dini fanatik, o aydınların bulunduğu oteli basıp, 36 insanı katlettiler. Bunlarla Kıyaslama yapacak olursak, Muzaffer Oruçoğlu, biraz ucuz kurtulmuş. “Demirci”, adlı şiir kitabı 1978'de basıldığında, Türk yargısına destek olan bilirkişiler, Oruçoğlunun yedi sene hapisle cezalandırılmasını talep ettiler. Talepleri iki şey dayanıyordu; ilki, şiirlerin titiz bir incelemesine; ikincisi ise şiirlerin hapishanede, ve de askeri-hükümete karşı gelmiş bir siyasinin yazmış olmasına.

“Kullandığım sembolizme özellikle dikkat ettiler. Dahası, Türk cezaevlerinde destansı şiirler yazmak yasaktır”.

“O zaman, hakettiğin bir cezaydı, öyle mi?” diye sordum. 

“İlk yedi sene geçtikten sonra, fena değildi," dedi.

Oruçoğlu şimdi özgür, ama yine de, Türkiyenin son yıllarda liberalleşmesine rağmen, Türkiyeye dönme yasağı henüz kaldırılmış değil, ve yazdığı denemeler, şiirler, romanlar, hala daha yetkililer tarafından kınanmaktadır. Daha geçen ay, Ankara polisi Oruçoğlunun kitaplarını basan bir yayınevini bastı, ve en son yazdığı NEWROZ romanının el yazmılarına, el koydu. Bu olayı bana, şu sözlerle anlattı, “yeni kitabım geçenlerde tutuklandı." Tutuklanan, kendisi de olabilirdi.

İnglizcesindeki yetersizlik, ve okuyucularının dünyanın öbür ucunda yaşıyor olmaları, Oruçoğlunun Avustralya kültürel hayatına ara sıra katılmasına mani olmuyor. Bu yılın başlarında, arkadaşları tarafından, ilerici aydınların düzenlediği bir kültürel gecesine davet edildi. Bu gece için bir konuşma hazırladı ve gitti. Rod Quantock geceyi yönetiyordu, Joan Kirner 1940'larrdaki, Ascot Vale deki sevişmeleri anlatıyordu, ve Martin Flanagan, Glenrowan yakınlarında bir vukuatı anlatıyordu. Birisi bir keman çaldı, bir şapka elden ele dolaştı. Ve, ilerci aydınlar tam da beşinci kadehlerini tokuştururken, Muzaffer konuşmak için sahneye çıktı.

Kendisini tanıttı ve düzgün bir Türkçeyle, Avustralya hakkındaki izlenimlerini dinleyicelere anlatmaya başladı. Birşey, birşey, dedi, “Ned Kelly”. Bu isim, dinleyicilerin ilgisini çekti, daha dikkatli dinlemeye başladılar. Bir şey, bir şey söğlüyordu, “Margaret Preston”. Bir şey, başka bir şey, “Gough Whitlam”. Her ne söylüyorduysa, doğru düğmelere basıyordu. Büyük bir alkış aldı.

Belkide, en dikkatli dinleyiciler, siyah direnişin ilk liderlerinden Pemulway’ın isminin, ilk okunduğunu fark etmişlerdir. Oruçoğlu’na göre bir yurdun özü, o yurdun kahramanları ve isyancılarıdır, ve – bunu temel alarak - yerine getirmek istediği en zor şeylerden bir tanesi de, Aboriciniler ile Avustralyalı Türkler arasında bir bağ kurmaktır. Aslında iki toplum arasında somut bir bağ zaten vardır. Melbourneli Kürtler geleneksel yeni yıl kutlamalarını yapmak için bir araya geldiklerinde, Aboricin sanatçı Ruby Roach, performanscılar arasında yerini aldı.

EDEBİ anlamda, Türk ile Avustralya toplumu arasında bir bağ kurmak oldukça zordur. Türkçe dilinde yayınlanan pek az Avustralyalı yazar var. Belki de, sadece Patrick White var. Türk toplumu içinde yer alan bazı çevreler, Frank Hardy nin ismini duymuşlardır. Bu, Hardy’nin, komünist şair Nazım Hikmet ile olan ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Aynı şekilde, Avustralya'da, daha önceleri Yaşar Kemal, ve son zamanlarda daha çok Orhan Pamuğun yazdıkları okunmaktadır. Belki bu durumu düzeltmek istediklerinden dolayı, Edebiyat Kurulu Oruçoğlunun Avustralya romanının taslağını finans etmeyi kabul etti. Fakat, olası okuyucularının, olaylara Coolaroo deki perdelerin arasından bakıp bakamayacağını, söz değil kılıç tayin edecektir. Türk Devletinin, Kürt azınlığıyla olan savaşı durmaksızın devam etmektedir, ve Oruçoğlu da, bütün Türk erkekleri gibi askere gitmek zorundadır. Bu yüzden, eğer anavatanına geri dönerse, ya hapise, ya da öykülerini yazdığı insanlara karşı savaşa katılmak zorunda kalacaktır.

“Burada, ben sadece bir sanatçıyım. Orada, aynı zamanda, bir asker olmam gerekecektir.” Ve el yazmalarını bir yana bıraktıktan sonra, şömineye bir kaç odun daha attı. 1993-melbourne

Shane Maloney Melburnede yaşayan bir yazardır.

 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...