KALKTIM

Muzaffer Oruçoğlu kullanıcısının resmi
Yapıcıların, elektrikçilerin, lağımcıların curcunası. Gözlerimi açıyor, sırtımı döşekten kaldırmaya niyetleniyorum. Tembelliğimin leziz gidişatını, hayatı Tİ’ye alarak, kimseye minnet etmeden kendim tayin edeceğim yine. Düşünme ve yazma melekesini yitirinceye kadar böyle sürecek bu. Yüksünmeden, hayata rağmen, hayata karşı yaşamak...

Her zaman olduğu gibi bakışlarım duvardaki resimlere takılıyor; yarattıkları olayların kahramanı ve kurbanı olan kalabalıklara. Islıkla hareket eden bu tip kalabalıkların hepsinin bir geçmişi var; var ama nakledenleri olmadığı için hiçbirinin geleceği yok. Yekiniyorum. Her geçen gün ağırlaşıyor kalkışım. Aşık kemiğim sızlıyor. İçimde, sır küpü bir ağırlık. Çelişik, çifte bir devinim. Zaman ötesi bir aşkınlık. Birbirlerinin içinde kutup yaratan kutuplar .. Çözemiyorum. Çözsem ne olacak sanki. Sonsuzu haddinden fazla sıkıştıran bir hırs. Şu düşkünleşen kanlı mekâna teslim olmadan, saf, derin zamansal imkânlar içinde arayışa girmenin bir yolu olmalı. Bedenin ruha, ruhun bedene hapsolmadığı bir durum.
Güneş, banyo odasına girmiş. Işık capcanlı, bağırgan. Örümcek yukarılara doğru tırmanıyor. Yirmi yıldır öldürmüyorum hiçbir canlıyı. Yakalayıp bahçeye bırakıyorum. Pencerenin önünde kuşlar; kendilerini mesafeye ve cevvaliyete yayan bakışlar. Hiçbir hayvanın fikrini sormadan, onayını almadan merkeze koymuşuz kendimizi varlık âleminde. Tanrıyı her gün yeni baştan yaratıyor ve onun sıfatlarını zırh gibi kullanıyoruz. Bilgi, kişilik ve özgüven sorunu. Her yerde sürekli görünen ve olmayan bir yüze ihtiyacımız var.
Kadın bağırtısı geliyor arka cepheden. Kevin’in possum yüzlü karısı olabilir. Kevin dövebilir mi? Sanmıyorum, dövmez. Duyarlıdır, kalbine sığınmış bir halde yaşıyor. Madencidir. Fakirdir. Henry Lawson’a benziyor, pala bıyıklı, yakışıklı. Ayağının altındaki toprakla kendisi arasındaki mesafenin açılmasına izin vereceğini sanmıyorum. Kadın, sevişirken de bağırabilir. Erkeğini zarflayan birisi. Son yüz yılda bağırma geleneği yaygınlaştı. Bağırtıları mizaçlarına göre eskisi gibi ayırt edemiyorum artık. Bağırabilecek bir yapıdadır kadın. Sardunya pembesi, çilli bir yüz ve dağılmış, sihirli bir zaman. ‘Ne derler’ çekincesinden ari, özgür bir davranış silsilesi. Kendi bedeni üzerinde hukuksuz bir hak sahibi. Nefsini ahlak prangasının tasallutundan kurtardıktan sonra gerisi sorun değil. Zevk çeşnisi zengin. Kritik anlarda, birbirlerini soğuran, mekânsız, eşzamanlı, kıvrak bir dil kullanıyor. Dinleyince, içimdeki ırmağa atıyorum kendimi. Evet. Hakikatin hegemonik biçimleri. Bağırabilir. Boynunda kiraz hevengi boncuklar. Bu bağırtı, bu boncuk şakırtısı, sabah sabah milleti uyandırır, mahalleyi panayır yerine çevirebilir diye düşünmüyor. Mancınıkla uzaya fırlatılmış sanki. Bağırıyor, sabah ışığını yaralamadan, özgür bir ruhla. Ziyanı yok. Bağırsın. İnsan henüz özgür değil, özgür olduğu anda, şimdiki acılara hiç benzemeyen çok derin acılar çekecek. Her neyse. Endişe ve gönül darlığı. Hayırlısı.
O değil de, bağırtı, komşunun horlanan, insan yerine konulmayan zavallı yaşlı köpeğini takatsiz havhavlarla harekete geçiriyor. Bu olmaz işte. Moralim bozuluyor. Yüzümü yıkamıyorum. Gölgeleri içime düşen kendi görüntülerimle konuşuyorum biraz. Salona geliyor, çanta bilgisayarı açıyor, you tube’den kadim şarkılara giriyorum. Ve hiç gereği yokken soğanı halka çekerek doğruyor, patatesi soyuyor ve kibrit gibi ince ince pareliyorum. Bağırtı kesiliyor, şarkı berraklaşıyor:
Aşkı zinhar aşkın ayeti kılma
Devran döner ayet aşka sin olur
Özenmiş yoğurtla yaptığım cacığı çıkarıyorum dolaptan, üzerine nane ekiyorum. Hayalimde koalalar, mangrov ağaçları, deve boynu gibi yılanlar. Bir insanın sabahları birbirine benziyorsa, romanları da benzer birbirine.
Çiğniyorum. Geldiğim yörenin utangaç, gizli sesiyle genişletiyorum hayalimi. Hoş. Olmayacak şeyler. Duygu kırılmaları. Duygularımdaki çatlaklara sığınıyorum, çatlamış bir ışık gibi. Kendi iç evrenimi dinliyorum oradan. Bakışlarım pencerede, yolun karşısındaki kırmızı erik ağacında. Erik kadar papağan tünemiş dallarına. Kaç gündür Gazze’den gelen iki Arap, mahallenin dikkatini çekercesine, uhrevi mırıldanışlarla durmaksızın erik yiyor. Papağanların bu adamları seyretmek için geldiklerini sanıyorum. Şu çiğneme işini savuşturabilirsem, çıkıp gezineceğim erik ağaçlarının altında. Gökyüzünde dinlenen taze gücü içime almadan bir şey yazamam.
2012-10-23

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...