Babalara gelmek!

Haydar Karataş kullanıcısının resmi
“Dersim’de Düzgün Baba olur mu? Baba Türkçe bir kelime değil mi?” Bu soru Dersimli bir derlemeci ve yazara sorulmuş. Yazar: “Tabii ki bizde baba yoktur, o buva’dır...” Buva yazınca babalara gelmediğini sanıyor. Sözlüğe baksa “baba”nın Türkçe olmadığını görecek. Hatta Türkçe’de gizli Yahudilik vardır desem yanlış olmaz

Aydınlık, insan gözlerini dünyaya açtıktan sonra başlar. Bu nedenle gerçekte karanlık olması gereken insanoğlunun geçmişi değil, onu bekleyen gelecektir. Tabii öyle değil, esiri olduğumuz mülkiyet ve ideolojik paradigmalar geçmişi karanlıklara gömdüğü yetmezmiş gibi geleceği de tehlikeli haline getirmiştir.

Burada üzerinde durmak istediğim daha çok geçmiştir. Özellikle 17. yüzyılda Batı’da geleceğe dönük ütopik romanlar yazılmıştır, ancak insanoğlu geleceği merak etmemiştir, geleceğe dönük felaket ve ‘büyük cennet’ romanları okumayı sevmemiştir. Geçmişi hayal gücüyle kurgulayan romanları ise tutmuştur. Bu nedenle tarihi roman tarihçinin bilgi yoluyla açıklamaya gücünün yetmediği yerde başlar. Tabii milliyetçiliği aşabilirse!

İyi de, neden insanın geçmişi böylesine karanlıktır? Yaşanmışlık hiç bilinmezlik olabilir mi? Doğuş ve yaradılış değil ki bizim geçmişe dair aradığımız, tamam orası bilinmeye muhtaçtır, ancak insan üç kuşak, dört kuşak öncesini bilmez mi? O bir kaç kuşak ötesi için böylesine kafa göz kırılır mı?

Batı bunun için onomasiologieye yani adbilime başvurmuştur. Sadece derelerin, dağların ismini değil, insanların dahi isimlerinin kökenini kayıt altına almıştır. Pek çok sözlükte bu yer adlarının ve kişi adlarının kökeni yazılmıştır. Buna rağmen çok gecikmiştir, ancak bizde yer adları kayıt altına alınacağına değiştirilir. Ancak milliyetçiler ve dinciler isimler üzerinden dahi ötekiye karşı bir sürek avı yapar.

Boğaziçi Üniversitesi’nden Orhan Esen, -ki, kendisi dünya çapında bir şehirler tarihi uzmanıdır- Zürich’te verdiği iki günlük seminerlerinin ilk iki saatini “mekân-kırım” üzerine kurmuştu.

Saray Bosna ve Filistin’de yapılan “mekân-kırım” politikasının bir benzerinin İstanbul’da uygulandığını anlatmaya çalışmıştı. Türkiye’deki yer isimleri 1964 kat kanunu yasasıyla yürürlüğe girer ve Anadolu’da tam bir mekân-kırım politikası uygulanır. Amaç öncesini silmek, tabii Dersim ayrıcalıklı bir memleket. Biz payımıza düşeni 1927’de almışız. Dersim’de köy, dağ, dere isimleri 1938’den çok önce değiştirilir.

Evet, Mekân-Kırım ve Soy-Kırım kavramları bir bütünlük arz ederler, ancak bunun içine kişi isimlerini nasıl dâhil etmek lazım? Mesela Dersim’de olduğu gibi kişi isimleri dönemsel ideolojilere göre değişir mi? Niyetim Dersim’e dair basit bir sözlük hazırlamak. Bir romanı yazmadan önce kendime bir isim listesi yaparım, bu isimleri tarihlerine göre sıraya koyarım. Aslında tarih o isimlerin değişkenliğine göre yeterince açık. Ancak ondan önce bu isimler meselesine girdiğimize göre Yalçın Küçük’ün “Türk son savaşını Tunceli’de verdi,” meselesine değinmek lazım. Türkiye’de gayrimüslimlerin isimlerini gizlemeye çalışmasının nedeni ve geçmişten kendisini arındırmak istemesinin nedeni biraz da bu tür yaklaşımlar.

Sanırım dünyanın her yerinde bu böyle oluyor. Ulusalcılar ve milliyetçi-dinciler öteki kültürleri yok etmek için ilk aşama olarak mekân-kırım politikasına başvuruyorlar. Onların tapınaklarını yıkarlar, dağların, derelerin ismini değiştirirler. Öldürürler, ancak milliyetçilik şüphecidir bununla yetinmez. Acaba; içimizde kendini gizleyen var mıdır der ve adbilimi kötüye kullanır. Bizde İslam dışı kültürler bunun da çaresini bulmuş, İslam orjinli adlar almayı tercih etmişlerdir. Ki, Prof. Dr. Yalçın Küçük ve Soner Yalçın adbilimden yola çıkarak, Türkiye’de Yahudi, Rum ve Ermeni kökenli aileleri ifşa ettiler. Prof. Dr. Yalçın Küçük ile Gebze Cezaevi’nde iki yıl kadar aynı koğuşu paylaştım. Gerçi Prof. Küçük, adbilim (onun deyimiyle mezar bilim) teorisini gördüğüm kadarıyla rafa kaldırmış, bunun yerine teorisinin üçüncü maddesini Silivri zindanından çıkar çıkmaz ayağının tozuyla ilan etmiş. “Musul’u almazsan Diyarbakır’ı verirsin,” demiş.

Yalçın Küçük teorisinin ikinci ayağı olan, “Türkiye’deki İsrrael (o İsrael’i öyle yazar!) İsrail’den büyüktür” tezi esas olarak gazetelerdeki ölüm ilanlarına dayanırdı. Bu ölüm ilanlarını her sabah keser dosyalardı. Kim kimin teyzesi, kim kimin halası o ilanlarda ortaya çıkıyordu. Haliyle bir isim tasnifi de. Ona göre Müslümanlarda şunun teyzesi bilmem kimin büyük annesi, Cem’in kuzeni gibi ilanlar verilmezdi. İsimlerini gizleyen zavallı gayrimüslimler onun çevik zekâsına takılıyordu. 

Ne oldu? Dünya isimleri kayıt altına alırken, bizde kimi yazarlar; “öldürdük, sokakların, dağların adlarını değiştirdik ama ben onları buldum,” havası hâkim. Kültürel geçmişi değil de, ‘korkudan’ saklanmış olanı çoğunluğa ihbar etmek gelecekte tarihi romanın en önemli konusu gibi geliyor bana.

Bu işin bir tarafı. Küçük,  “Musul’u almazsan Diyarbakır’ı verirsin” makalesinde Türklerin son savaşını Tunceli’de yaptığını söyler. Ona göre, Türk o tarih bu tarihtir savaşı bırakmıştır, ancak ordu Silivri’de yeniden kurulmuş, hedef Musul! Oysa bilse 1938’de Türkün verdiği son savaşta 5 Türkmen aşiretinin de kökten temizlendiğini!..

Ne olacak, Norveç’teki ırkçı militan Andres Breivik kendisi gibi düşünmeyen 77 genci kurşuna dizdi. Savunması açıktı, yabancılarla ilişki kuran Norveçli ölümü hak eder. Türk son savaşını Tunceli’de vermişse, Dersim’de öldürülen Türk kökenli Aleviler konusunda acaba bu yeni tür ırkçılık Andres Breivik’in mahkeme savunmasını mı yapardı dersiniz? Gerçi Dersim’de sadece Zaza, ne bileyim ya da Kürt öldürüldü diyenleri de unutmamak lazım...

Bu Irkçılığa tersten bir milliyetçilik örneği vereyim. “Dersim’de Düzgün Baba olur mu? Baba Türkçe bir kelime değil mi? Biz ne zamandan beri Türk olduk?” Bu soru Dersimli bir derlemeci ve yazara sorulmuş. Yazar: “Tabii ki bizde baba yoktur, o buva’dır...” Buva yazınca babalara gelmediğini sanıyor. Evinde bir sözlük olsa kaldırıp baksa “baba”nın Türkçe olmadığını görecek. Hatta Türkçe dilinde de gizli Yahudilik vardır desem yanlış olmaz. Milliyetçiler ne kadar sağa sola bükse de Türkçe dilinin bir resmi bir de argo mantığı vardır. Yorganın altında, “babalara geldik” der.

Önce şunu ifade edeyim: Dersimliler rahat olsun, Türkçe dışında dünyanın bütün dillerinde baba babadır, sadece Türkçe dilinde baba’nın karşılığı eke’dir. Anadolu Türkçesi eke’yi bırakıp babaya geçmiştir.

Baba ise bildiğimiz erkeğin cinsel organı yani penisi demek. Papa, Pepe, Baba, Buva, Papi her dil, babayı kendi dil yapısına uyarlayarak almıştır. Eski Türklerin komşusu Çin halkı dahi Papa kelimesini kullanır. Baba mimaride orta direk anlamına gelir, evi, binayı tutan ana direk. İnşaatta çalışan her işçi bilir. İngiliz mimarisinde de bu ana kolona bildiğimiz baba denir.

İdeolojik akıl tarihi roman okumayı sevmez. Oysa tarihi roman, bir bütünlük içinde yazılır. Mimariden, dönemsel adlara, o dönemi depremlerden doğal afetlere kadar inceler.

Keşke milliyetçiler biraz tarihi roman okusa. Sanırım Musul’a Barzani’nin Yahudi kökenli olduğunu öğrenmeye gidecek Tunceli’den bu yana savaşmayan Türk.

Tarihi roman üzerine yazacaktım ancak ilk paragrafa başladıktan sonra Yalçın Küçük’ün makalesini okudum ve baktım yazı başka bir yere gitmiş. İyisi böyle kalsın, konuyla da çok bağlantılı. Musul’a gidersen benim bu yazım gibi babalara gelirsin. İyisi memleketimizi huzurlu kılalım o zaman Musul sana gelir.

 karatas.h20@gmail.com

 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...