Atlı araba tepelerin ardından kıvrılarak gıcırtılı tekerlek sesleriyle tozlu topraklı yolları ardında bırakır, köy meydanında ya da evlerin oluşturduğu koyu gölgelerden birinde dururdu. Arabanın üstünde metalden ışıl ışıl parlayan bilezikler, yüzükler, küpeler olurdu. Kumaşlar, pazenler, terlik, leğen, akide şekerleri, gofret, bisküvi, kırık leblebi...
Annesinin elinde tutarak ayaklarında lastikten pabuçları, takunyaları topuklarına vura vura doluşurdu çocuklar çerçinin başına.
Tarla sahiplerinin birinci ve ikinci toplamanın ardında serbest bıraktığı tarlalarda çocukların, genç kızların ve kadınların topladığı pamukları olurdu eteklerinde, telis torbalarında ve sepetlerinde. Topladıkları pamukları çerçilere satarlardı. Sonra tek tek pamuklar açardı tarlalarda. İsteyen gider kendi tarlasında toplardı. Topladıkları kendilerinin harçlığıydı çocukların.
Kısa boylu, yanakları güneş yanığı olan çerçi, başında yan duran şapkasını eliyle havalandırır tekrar yerine koyardı. Gülümseyerek el terazisini çıkarırdı. Tartardı çocukların ve genç kızların getirdiği pamukları hileye hurdaya kaçmadan. Çocuklar ve genç kızlar da dört gözle teraziye bakar 'Acaba kaç kilo pamuk topladım?' diye meraklı gözlerle izlerlerdi tartıyı. Çünkü topladıkları kadarıyla yapacaklardı takası. Karşılığında istediği her ne ise...
Alışverişin ardından sevinçle dönerlerdi evlerine.
***
Aradan çok uzun zaman geçmişti, köye gittim. Çocukluğumda köye gelen çerçiler bir adım ileriye taşımışlar mesleklerini. Önceki çerçilerin yerini yenileri almıştı.
Gün öğleye yaklaşmış, köyün meydanına bir çerçi gelmişti. Elinde sıkıca tuttuğu mikrofondan çağrı yapıyordu: "Ucuzcu geldi ucuzcu! Ne ararsan var burada!" Çerçinin sesini duyan köy meydanına koşuyordu. Merakla karışık bir heyecanla balkona çıktım. Annem aşağıdan seslendi:
"İstiyorsan sen de git…" dedi.
Küçük oğlumun elinde tutarak, tahta merdivenlerden inip köy meydanına doğru yürümeye başladım.
Çerçi kamyonetini gölgelik bir yere çekmiş, kadınlar, genç kızlar ve çocuklar arkası açık kamyonetin etrafına toplanmışlardı. Çocuklar merakla kamyonetin içinde asılı duran renk renk terliklere ve ayakkabılara bakıyorlardı.
Kadınlar, her terlik isteyişlerinde, "Adının yarısına kurban olurum bana bunu ver... O olmadı şunu ver." diyorlardı.
Bunu tekrar tekrar söylemelerine bir anlam veremiyordum.
Bir çift terlik alıp geri döndüm. Kapıda beni bekleyen anneme sordum:
"Anne,” dedim. “Kadınlar neden çerçiye 'adının yarısına kurban olurum' diyorlar!”
Annem, kıkır kıkır güldü.
“Neden olacak çerçinin adı Ali Osman da ondan!" dedi.
Meğerse çerçi adı Ali Osman olmasına rağmen, Alevi köylerinde "Ali" Sünni köylerinde ise "Osman" oluveriyormuş. Annemin deyimiyle, “Nabza göre şerbet veriyormuş!”
***
Bu sabah “Taze simit, taze poğaça, simitçi geldi!” diye bağıran simitçinin sesiyle uyandım. Dalıp gittim çocukluğuma, çerçinin başına doluştuğumuz günlere. Bu soğuk ve karlı günde bağıran simitçinin sesini çerçinin sesine benzettim; içim ısındı.
F.k.Arıkuşu.