O küçük hayvan uyandığında!

Haydar Karataş kullanıcısının resmi
Anna Göldin İstanbul’da bir kalabalığın arasındaydı. Saçları gene dağınıktı, gözleri pörtlemişti. Matihas dedi, Matihas beni linç meydanına götürüyor bu kalabalık! Ne acı ki İstanbul kalabalığının Matihas’ı yoktu... Çocukluk insanın masal dünyasıdır. Eğer içinden ah bir yazar olsam diye düşüneniniz varsa, önce çocukluğunuza kıymalısınız derim.

Bu nedenle yazarlık ötekine hikâyesini anlatan bir şey değildir, kendinize anlatmaya başlayarak çıkılıyor o yolculuğa.

Eğitim yoluyla, hayat deneyimi ile edindiğiniz bütün bilgi dünyasının toplamı olan akıl, o çocukluk dünyasından çıkmıştır. Orada varsa kusur, o kusurla buluşmak için geldiğiniz yolu gerisin geri yürümelisiniz. O yolculukta yazarlığın en büyük ayağı olan vicdan teraziniz oluşacaktır. Söyledikleriniz hakkaniyetli olacak, zorbaya aman yapma, gel otur sana anlatmak istediğim bir hikâye var diyeceksiniz. Ancak bunu diyebilmek için o dünyayı yeniden kurmak,  o yolculuğa başlamak lazım.

Yirmili yaşın ortasına gelmiş her insan aslında bitmiş bir binadır. Binanın dış mimarisi sizin dışarıdan görülen kılık kıyafetinizdir. İçiniz cümbüştür, insanlar girer, çıkar her katta başka hayatlara, acılara, zevklere ve kederlere tanık olur.

Ancak bitmiş bu binanın ilk taşı nasıl kondu diye merak ediyorsanız, dikili bu binanın taşlarını bir bir sökmeniz lazım.

Sökerken o taşları, bazı taşların çok gevşek olduğunu göreceksiniz, bazılarınınsa çok sert. Binanın bazı katlarındaki acıların, sevinçlerin kaynağını öğreneceksiniz.

Sizi tuttuğunu sandığınız kiminin taşların içi boştur, şaşar kalırsınız. Kimi betonla sağlamlaştırıldığı halde yaralıdır, ağladığını fark edersiniz.

Gençliğinizin taşlarını sökerken, bazı taşların iyi ustaların elinden çıktığını göreceksiniz. En zoru onlardır, gururludurlar, inatçı ve hoyrattırlar. Zalimliğin harcı da en çok o gençlik yaşlarında karışmıştır yapınıza. Toyluklar, avarelikler iç içe, yan yanadır. Ama ilk seviştiğiniz kadının, erkeğin eli en rahat gene bu yaşın arifesinde görülür. Ah der yeniden dokunur, kırmışsanız gönlünü o taşlardan birinin zamanı geri getirmek istersiniz. İzler, gözler apaçıktır orada. Bunun için en rahatı gençlik zamanını yargılamaktır, ancak çocukluğunuza geldiğinizde gençlik zamanınızın köşeli taşları yerini hamur misali bir yumuşaklığa bırakır.

Kimi masaldır, dokunduğunuzda kelebek olup uçarlar, gülerler.

Kimi buluttur, diyardan diyara göç eder. O yumuşaklıkta saklı olanları bulmak sanıldığından zordur. Ancak bu binanın temeli orada atılmıştır, yoğurmak, daha çok yoğurmak, hamur gibi görülen o hayatın içindeki sertlikleri buluncaya kadar yoğurmak lazım...   

Cesaret biraz o temeli yoğurmakta. Yazarlık o yoğurmada elinizde kalan sertlikleri yumuşatma işidir. Onlarla yeniden konuşursunuz, yeniden masal anlatırsınız. Elinden tutar çiçek tarlasına gidersiniz, nenenizin kucağına, babanızın bıyıklarına dokunursunuz. Çocuk siz; çocukluğunuzun anne babası gene sizsiniz.

İşte yazmak aslında temeline indiğiniz bu hayatı, yeniden kendi elinizle yazma yoluyla inşa etmektir. Roman denen şey, elinizle büyüttüğünüz bu yeni çocuktur. Yoksa ben şu yazardan etkilendim, bilmem şu masaldan etkilendim denen şey değildir. O yazar sadece sizin, kendi temelinize yolculuk yapmanızı sağlamıştır ve siz bütün her şeyi içinize yaptığınız bu yolculukta öğrenirsiniz. Bu yolculukta aslında her insanın kendisi için bir ders olduğunu da göreceksiniz. Hayatın en büyük dersi! Meğer o yıllarda dahi farkına varmadan toplumsal ayıbı sakladığınızı da fark edeceksiniz.

Bu sınıra, bu ayıba geldiğinizde yapacağınız şey sizin ilk sınavınızdır. Bu sınavı nasıl vereceğinize siz karar vereceksiniz. Bu yeter mi, elbette yetmez. Bu yolculuk yeterli olsaydı Dostoyevski yazar olmak yerine benim çocukluğumda evimize gelen dervişler gibi bir pir olurdu. Saz çalardı (Kim bilir ne güzel çalardı). Tabii bizim Anadolu’nun yazarı ve aydını sazdır. O büyük sınav esnasında insan susmuştur ama Sivas elinde çalan saz hiç susmamıştır.

Bir romancı o sınavı vererek yazar olur. Ayıpla ilk karşılaşma anı, onun devletler ve “ideolojilerle” kurduğu diyalog dilini ortaya çıkarır.  Yazarın eserinde yarattığı karakterler, yazın süreci boyunca kendi kişiliğini oluştururken yaptığı gibi o karakterlerin taşlarını sökmekle oluyor.

Bunun için yazar, kendi iç sorgulamasını bitirip bu toplumsal sorgulamaya yöneldiğinde iki temel tehlikeyi fark eder. Sanatta muhafazakârlık ve devrimcilik bu tehlikeye dokunmanızdan başka bir şey değildir.

Bunlardan biri devlet gericiliğidir, örgütlü bir zorbadır.  

İkinci gericilik halkın gericiliğidir. En gerici devletin mahkemesinde kendinizi savunabilirsiniz, ama halk gericiliğinin mahkemesi linç meydanıdır, savunması yoktur. Karnı hep açtır, mutsuzsa daha da açtır.

İslam ülkelerinde, devlet ve halk gericiliği bir bütünlük gösterir.

Cuma namazlarından çıkıp kendinden olmayanı linç eden kalabalıkların savunusu devlet gericiliği tarafından korunmuştur. Müslüman ahali kışkırtılmıştır, yoksa o barış dinidir kimseyi yakmaz, meydanda kesmez.

Genç kadına tecavüz mü edilmiş, o dünyanın en iffetlisidir. Suçlu kadındır, eteği kısadır Müslüman erkeğini tahrik etmiştir. Mahkemede, Müslüman erkeği devletiyle şöyle bir ilişki kurar: “Yolda yürüyordum, açık bir kadın gördüm, çok tahrik oldu önümdeki küçük hayvan ve o beni yönetti.” İslam devletinin yasası orada tecavüzcüyü yöneten önündeki küçük hayvanla bir olur, sanki uyanan çocukmuş gibi ceza indirimiyle ödüllendirir. Yani kulağını çeker, yaramazlıkta ileri gitmişsin der.  

İslamcı yazarlar, cuma namazı çıkışı kendisinden olmayana saldıran Müslüman kitleleri hep başkalarının tahrik ettiğini yazdılar. Mahkemeler ağır tahrik var uygulamasına gitti. Sivas’ta 6-7 Eylül olaylarında, Maraş ve Çorum olaylarında İslami kitle cuma namazında tahrik oldu.  

İyi de Dersim’de genç bir erkek grubu, yeni dinlerinin tekbir sesleriyle bundan bir süre önce yürüdü. Birahanelerde kadınlar çalışıyor diye, o küçük esnafın masa sandalyesini sokağa attı. Aynı 6-7 Eylül olaylarında İstanbul Beyoğlu’nda olduğu gibi, o cuma namazından çıkmış kalabalık gibi yaktı, yıktı.  Onları tahrik eden neydi?

Şimdi başka bir duraktayız. İnsanlığın son durağında. Yer İstanbul, Alevilerin yoğunlukta yaşadığı bir kenar semti. Düşküne karışılmaz denen hayatta, bir kalabalığın arasında saç baş dağılmış, gözleri pörtlemiş bir kadın var. Vahşi erkekler arasında, dünya durmuş orada.

Sanırsınız İslamcı İŞİD militanları Suriye’de eve girmiş, kollarından tutmuş bir kadını linç meydanına sürüklüyorlar.

Sanırsınız zaman Ortaçağ Avrupası.

Yer İstanbul değil, namusuna çok düşkün Graubünden şehri.

Papaz efendi çağrı yapmış. Graubünden kasabasının sakinleri Anna Göldin’i yakmaya götürüyor.

O kalabalık içinde Matihas adında genç bir çocuk Anna’yı yakmak için homurdanan ateşe doğru koştu, bağırdı, isyan etti.

Her şey var, linç var. Sürüklenen kadın var bir tek o çocuk yok.

Susuyoruz. Hamurumuzda bu sertlik nerede diye sormak yerine, susuyoruz. Feministler, yazarlar, sanatçılar, aydınlarımızla beraber susuyoruz.

Bu nedenle yazarlık kendinizi sökmekle sınırlı değildir, bu ruhun beslendiği temele doğru da bir yolculuk yapmanız gerekir. İslam toplumunda yapılamayan tek şey odur. Vicdanımızın eksik olmasının nedeni de.

Devlet gericiliği, halk gericiliği, solculuk bir teknede karıldı artık, maya ne o ne bu. Vicdan terazimiz bozuldu, mesele o.

Ayrıca BirGün'de haydar Karataş'ın yazılarını okuyabilirsiniz.

karatas.h20@gmail.com

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...