Kaçak Gecekondu

Şenol Durmuş kullanıcısının resmi
Rivayete göre bu kaçak gecekondu başta olmak üzere her şey Malazgirt’te başladı... Bu yer sadece uzun adamın doğduğu yer değildi. Toki'nin doğum yeriydi burası. Üçüncü köprünün, Kanal İstanbul’un, yeni havaalanın temelinin atıldığı yerdi. Tarihçi şarapçı ismet " At Kadehi Elinden " isimli bir kitabında bu konuda şu tespitlerini yansıtmıştır…

"Kardeşim bizimkiler Orta Asya’dan cümbür cemaat toplanıp buraya gelmiş. Zavallı Doğu Roma zaten çökmek üzere. Batı Roma’yı zaten Allah’ın belası orman kaçkını Almanlar mahvetmişti. Bizim insanımızı bilirsiniz. Düşene bir tekme bende atayım demiş. Sonra malumunuz onları bozguna uğratmışlar. Sonra oraya yerleşmişler. Şimdi bizimkiler hep çadırda yaşamaya alışmış köylü bozuntuları. Malazgirt’te ilk defa ev denen bir yapıyla karşılaşmışlar. Tek katlı, bazıları iki katlı, kilise, tiyatro gibi birçok yapı görmüşler. Ama bu yaşam kültürünü bilmedikleri için önce korkmuşlar. Demişler ki sakın bu gâvurların yuvasına girmeyin. Allah göstermesin şeytan çarpar. Veledi zina bile olabilirsiniz demişler. Sonra inanmazsınız belki senelerce o evlerin yanında birer çadır kurup yaşamaya devam etmişler. Sonra yağmur yağmış, hava soğumuş. Bizim keyfine düşkün paşa, bey, hoca bozuntularını bilirsiniz. Bir gün bir tanesi dayanamamış. Hava şartlarının acımasızlığından olacak ki korkusunu yenerek tüm cesaretiyle bu evlerden birine girmiş. Bir bakmış oh ne rahat. Hem sıcak, hem de yağmur geçmiyor. Dışarı fırlamış." Lan gelin oğlum burası ne rahat " diye bağırıp diğerlerini çağırmış. İşte hikâye burada başlıyor " diyordu. 



Eski tarihçilerden Limon Hikmet ise Şarapçı İsmet'in bu tezine katılmakla beraber bazı itirazlarını "Gökten Üç Elma Düştü" eserinde anti tezini bu şekilde belirtmiştir. 

"Beyler bu aslında bir zorunluluktu. Toplumlar medeniyetlere işte bu şekilde ulaşmışlardır. Birbirleriyle ilişkiler kurarak hem öğrenmişler hem de geliştirmişlerdir. Tabii ki bizim saygıdeğer beylerimizin, paşalarımızın mimari bilgileri yoktu. O yüzden ev ihtiyacı için daha sonra batıya saldırıya geçmişlerdir. Nerede bir kale varsa, nerede bir kasaba varsa oraya ulaşmaya çalışarak İstanbul’a kadar gelmişlerdir. Efendim takdir edersiniz ki bu bir ihtiyaç meselesine dönüşmüş durumda. Eş, çoluk, çocuk, düğün, dernek, bacanak, dünür misali akrabalık aile genişliyordu. İşte bu genişlemeyle aileler, sayesinde bir ulus imparatorluğa dönüşüyordu. Zaman hızla ilerliyordu. Ortaçağ, yeniçağ, uzay çağı falan yaklaşıyordu. O yüzden hiç hız, gaz kesmeden İstanbul önlerine kadar gelmişlerdir. Onları bu süratlerinden dolayı takdir etmek gerekiyor" diyordu. 



Peki İstanbul önlerinde ne oldu? Osmanlı sultanları her istila her seferde köylere davullarla zurnalarla haberci gönderiyordu. " Gelin savaş çıktı. Yağma var, ganimet var. Eli silah tutan her yiğit beygirimin peşine takılsın " diyerek yeni sefer için askere adam topluyorlardı. Haberi duyan tüm köylüler ayağa kalkıp bu habercinin peşinden gidiyordu. Askeri üniforması olmayan bu köylüler günlük kıyafetleriyle kiminin elinde balta, kiminde bıçak, kiminde satır gibi çeşitli kesici aletlerle orduya katılıyordu. Şarapçı İsmet bu bölümde bir hususa kitabında önemle değiniyordu... 



" Zavallı aç köylüler altın para, sarışın Frenk karılar sonra fethedilecek kalede güzel bir mekan sahibi olma hayaliyle hep oralarda toplanırdı. Sonra bu sefilleri kale önünde sıraya dizerlerdi. Saray ağaları, yeniçeri kodamanları en arkada bunları seyrederken şövalyelerin önlerine sürerlerdi. Şövalyeleri sakın seyrettiğiniz kara murat filmindeki şaklabanlarla karıştırmayın. Profesyonel savaşçılardı bunlar. Bir şövalye yaklaşık bir saatlik sürede beş yüze yakın aç köylüyü bir tavuk gibi acımadan doğrarlarmış... Düşman bu köylülerle iyice yorulduktan sonra kahraman yeniçeriler bu sefil köylülerin cesetlerinin üzerine basarak kolayca kaleye çıkarmış. Sonunda ganimette hep saray erkânının olurmuş." 



Tarihçi Limon Hikmet bu hususta da Şarapçı İsmet’e karşı çıkmıştır. 



"Bu savaş taktiği asırlardır Avrupa’da uygulanmış bir yöntemdir. Örneğin bu taktiği İngilizler de çok kullanmıştır. İskoçları, İrlandalı köylüleri de birçok savaşta öne sürmüşlerdir’’ diyerek karşı çıkmıştır. Bunun üstüne Şarapçı İsmet " Ulan biz İskoç muyuz " diyerek tepki göstermiştir. 



Uzun adamın hikâyesi de İstanbul surları önünde başlamıştı. Padişah verdiği sözü tutmamıştı. Çünkü İstanbul’u saray erkânı ile alırken yaşamlarını da papayla yapılan antlaşma yüzünden yine Bizans ahalisiyle sürdürmek zorundadır. Artık sultan ve ahalisi Bizans’la ortak bir batı medeniyeti yaşamına başlarken bizim saf köylülerin İstanbul’a turist olarak girmesi dahi yasaklanmıştır. Görünürde halife olan bu adam bir Müslüman görüntüsünde olsa da bir Hristiyan kavim olarak asırlar boyu bir Müslüman ulusu sömürmeye başlamıştır. 



Uzun adamın öfkesi ise Anadolu’nun kurak topraklarını asırlar boyu çatlatmaya başlasa da o sadece öfkesiyle baş başa kalmıştır. Köy camisinde hoca, muhtar, cemaat el ele bu sorunu yüzlerce yıl hiç bıkmadan tartışmaya devam etti. Bir umut ışığı, bir kıvılcım bekleniyordu. Yeniden Konstantin’e gitmek istiyorlardı. Bir eşekle, bir öküzle hamur yoğuran bir kadınla ömür sürmek ne kadar acıydı. Hani ışıltılı saraylar, konaklar, hani çalgılar, şarkılar. O sesler sadece Konstantin’den geliyordu. Hani o altın paralar ya o güzel sarışın Frenkler ya onlar nerde kalmıştı... Uzun adam mirasını istiyordu. Dedesi o surların önünde can vermişti. Ya o muhtarın, ya o hocanın dedesi nerede can vermişti... Bir miras hakları vardı ama o ne zaman verilecekti. 



Yunanlı bir filozof belki de o da eski İstanbulluydu. Birkaç bin yıl öncesinden bu müjdeyi vermişti. "Demokrasi tehlikeli bir yönetim biçimidir. Çünkü bu tip toplumlar da ayak takımı her an başa geçebilir " diyordu. 



Mavi gözlü adam eğer bu düşünceye dikkat etseydi kurduğu rejimden bir anda ertesi gün vazgeçebilirdi. Padişahın hak vermediği en ufak şans tanımadığı bu köylülere seçme seçilme hakkı vererek kurduğu yeni modern sistemin yeniden tekrar o eski çağların tiran yönetimine girme tehlikesini elbette fark edemezdi. Batı yaşamına kültürüne ve yaşamına saygı duyan bu adam hiç bir gücün yıkamadığı karanlık çağların otoritesini yıkmayı başarmıştı. Ama bu tiranların binlerce yıldır sömürdüğü adeta acı çekmekten mazoşizm boyutuna ulaşmış hastalıklı yapıyı düşünmemekle ihmal etmiş olabilirdi. 



İstanbul’u, Ankara’ya tercih etmekle bu yolu açmış oldu. Eğer İstanbul başkent olarak kalmaya devam etseydi uzun adam ve arkasından gelen göçlerde bu kadar rahat buralara yerleşemeyebilirdi. Şarapçı İsmet bu konudaki protestosu adeta isyana dönüşüyor gibi... 



" İstanbul’u sahipsiz bıraktı kardeşim. Saraya kafayı takmakla eski İstanbul burjuvalarına ders vermek amacıyla bu şehri sahipsiz bıraktı. Yoksa bu uzun adam değil İstanbul’a belediye başkanı olmak. Bir gecekondu bile yapamazdı " diyor kitabında... Limon Hikmet ise burada tarafsız kalmayı tercih ediyordu..." Şartlar sonuçları oluşturur " diyerek kısaca geçiştirmişti. 



Kasımpaşa semtinde dolaştığında çevresinde kendisi gibi yığınları görerek gülümsüyordu uzun adam. Köyden gelmişlerdi yine bir hoca yine bir muhtar, yine bir cemaat vardı. Sayıları sürekli artıyordu. Padişahın söz verdiği ganimeti istiyorlardı. Önce kaçak bir gecekondu sonra kaçak gökdelenler sonrasında ise kaçak bir başbakanlık konutu onu bekliyordu. 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...