Öncesi, sonrasıyla Suruç Güzergâhı…

Temel Demirer kullanıcısının resmi
AKP NEDİR, NEYE YARAR? HÂL(İMİZ) VE GİDİŞ(İMİZ) SİYASAL DURUM(UMUZ) EKONOMİK HÂL(İMİZ) BİR SAVAŞ OCAĞI: TERÖRİST T.“C” “SONUÇ YERİNE”

“Görebildiğiniz yere kadar gidin.
Oraya ulaştığınızda daha
uzağı da görebileceksiniz.”[1]
 
Charles Dickens’ın, “Zamanların en iyisiydi ve de zamanların en kötüsü,” saptamasıyla betimlenen bir kesitte; öncesiyle Suruç Katliamı, sonrasındaysa coğrafyamız ve Ortadoğu açısından sarsıcı sonuçlara yol açan ve Ceyda Karan’ın, “Cehennemin kapılarının aralanması”; Nilgün Cerrahoğlu’nun “Ateş çemberi” olarak betimledikleri bir realiteyle yüzleşiyoruz…
AKP’nin totaliter bir ideoloji eşliğinde otoriterleşmesi ve yolsuzlukları, 7 Haziran 2015’de bir seçim yenilgisine dönüşürken; Erdoğan’ın “Başkanlık Planları” yerle yeksan oldu.
Koalisyon manevralarının neyi ne kadar kurtaracağı meçhulken ve bu da Erdoğan’ı kesmezken;[2] yetkisiz/ kadük bir hükümetin savaş aracılığıyla, coğrafyamızı milliyetçi hissiyatın gıdıklandığı bir erken seçime taşıyarak sandık zaferi kazanması hesapları yapılırken patlatıldı Suruç’taki kalleş bomba!
Hatırlayın: Başbakan Davudoğlu’nun İstanbul’da yaptığı bir konuşmada “Osmanlı düzenini, adaletini getireceğiz… Çevremizdeki ateş çemberinin içinden barışla, istikrarla, kalkınmayla çıkacağız” sözlerinden üç gün sonra, Suruç’ta bombalı bir saldırı, katliam gerçekleşti. Buradaki acı ironiyi görmemek olanaksız.
Başbakan’ın katliamdan sonra yaptığı konuşma da “ilginçti”. Diğer siyasi partilere, teröre karşı birlik çağrısı yaptı; Fransa’daki saldırıların ardından oluşan birlik havasını örnek gösterdi. Fransa hükümetinin terörist örgütlerin çalışmalarını kolaylaştırdığına ilişkin iddiaların hedefi olmadığını unuttu. AKP’yi eleştirecek olanları önceden adeta suçlu ilan etti; HDP’yi özellikle uyardı; eleştirilerden kurtulmak için sürekli “her türlü terör” genellemesine sığındı, bir türlü DAEŞ yerine IŞİD demeyi başaramadı. Sesi titriyordu, cümleleri bozuluyordu, bitmeden kalıyordu. AKP hükümetinin Suriye iç savaşıyla bağlantısı, “TIR’lar dolusu silah” haberleri, isyancılara ev sahipliği yapmaya devam etmesi varken, bu katliamın ardından “milli birlik” adına eleştirilerden kaçılabilir miydi?
İzlerken, “daha önce bu ülkeyi, jeopolitik farkındalığı bu kadar zayıf, kafasındaki dünya resmi realiteden bu kadar uzak bir başbakan, böyle bir siyasi kadro yönetti mi?” diye düşünmemek olanaksızdı. “Acaba hiç bu kadar çirkef, vicdansız bir yandaş medya olmuş muydu?”[3]
AKP’nin 12 yıldır izlediği politikalar, bunların arkasındaki “fantastik” dünya görüşü, tam anlamıyla iflas etmiştir. Cilvegözü, Reyhanlı, Ulukışla, Diyarbakır nihayet Suruç bu iflasın yarattığı ortamın sonucudur.
Bu “fantastik” dünya görüşü, başbakanın bayram konuşmasında, yine vurguladığı gibi “Osmanlı düzenini, adaletini” geri getirmeyi arzuluyor. Bu dünya görüşü, Osmanlı düzenini, Arap dünyasının nasıl bir nefretle anımsadığının, Türkiye’nin Sünnî İslâm geleneğinin ve pratiğinin, yükselmekte olan Selefî akımlarca küçümsendiğinin, hatta hedef olarak görüldüğünün hâlâ farkında değildir. Jeopolitikte böyle yetersizliklerin faturası her zaman kanla ödenir.
Ödenmektedir de... Bu “fantastik” dünya görüşünün ürünü Suriye politikası önce, Türkiye’nin çok yönlü bir iç savaşa taraf olmasına yol açtı. Liderlik hevesi, diplomatik acemilik, megalomani trajik bir yalnızlık üretti. Türkiye fiziki, ekonomik, kültürel olarak ve güvenlikle ilgili alanlarda kaldıramayacağı bir göçmen dalgasının ev sahibi, bu dalgayla gelen dinci militanların çalışma alanı, savaşa giden cihatçıların transfer koridoru oldu. Bu gelişmeler AKP hükümetini adının, IŞİD, El Nusra gibi, terörü siyasi, askeri, kültürel savaş aracı olarak kullanan örgütlerle birlikte anıldığı bir noktaya getirdi; nihayet canlı bombaların hedefi bir “failed state”e (başarısız devlete) dönüştürmeye başladı...
Bir diğer iflas Kürt sorunuyla ilgilidir. Kürtleri “çözüm süreci” fantezileriyle yıllarca oyaladıktan sonra hükümet gerçek yüzünü, Kobanê savaşındaki “düştü düşecek” tutumuyla, genel seçimlerde “Kürt sorunu yoktur” saçmalığıyla açığa vurdu. Maskenin böyle aniden, şiddetle sıyrılması Kürt halkında öfkeye dönüşmeye başlayan muazzam bir belirsizlik, düş kırıklığı yarattı.
Suruç katliamı, işte bu iki fiyaskonun kesişme noktasındadır. Kobanê’nin yeniden inşasına, “Bir başka dünya mümkündür ve yapabiliriz” umudu, iyimserliği ve cesaretiyle katılmaya giden sosyalist gençlere, İslâmın kendi yorumundan başkasını tanımayan, tüm uygarlığı yok etmeye kararlı nihilist bir el “Hayır yapamazsınız” dedi.[4]
Kim ne derse desin; gelişmeler “kaos” ortamına girdiğimizi gösteriyor.
Kaosun nereye kadar ilerleyeceği henüz belli değil, ama bence bir şey kesin: Yaşananlar AKP hükümetinin 12 yıllık restorasyon projesiyle uyumlu.
Bugünün tarihine, ülkede yeni bir “durum” yaratan “Gezi olayı”ndan başlamak gerekir. Bu “durum” Suruç katliamıyla yeniden değişmeye başladı. “Gezi olayı”, AKP önderliğindeki siyasal İslâmın, bir süredir restorasyon projesine toplumun rızasını alamadığını, giderek daha fazla şiddete başvurduğunu; liberallerin desteklerini çekmesiyle boşalan yeri milliyetçiliğin doldurmaya başladığını ortaya koydu. Bu noktadan sonra, ülke siyaseti bir “tek adam”, totaliter rejim konjonktürü içinde ilerlemeye başladı. “Bu ilerlemenin momentumu seçimlerde kırılabilir mi” sorusu gündeme oturdu.
AKP’nin elindeki devletin, medyanın giderek daha fazla şiddete dayanma eğilimine, bir taraftan “Gezi olayı”nın yankıları diğer taraftan, AKP söyleminin giderek daha fazla Sünnî-milliyetçi bir eksene oturması eklenince, seçimlerde HDP barajı aştı. Böylece totaliter konjonktürdeki ilerlemenin momentumunun kırılmasının koşulları oluştu.
AKP’nin tek başına hükümet kuramayacağı, başkanlık sistemine geçemeyeceği anlaşılınca, ilerici demokrat hatta liberal kesimlerde bir özgürlük, iyimserlik havası esti; medya, üzerinden bir yük kalkmış gibi davranmaya başladı. Cumhur Başkan ister istemez dilini yumuşatmak, medyada profilini düşürmek, durumu kabul etmiş gibi davranmak zorunda kaldı.
Bu sırada, siyasal İslâmcı entelijansiya, iktidarda kalamayabileceklerine ilişkin büyük bir korkuya kapılmıştı. Şimdi bu ikilemin merceğinden geriye, o birkaç haftaya bakınca insanın aklına Weimar Almanya’sı geliyor: Kısa süreli bir özgürlük, iyimserlik patlaması dönemi; faşizmin devleti ele geçirmesinden önce... Bu benzetme de, Suruç katliamı acaba “Reichtag Yangını” mıydı sorusuna açılıyor.[5]
Evet, Suruç sonrasında coğrafyamız, “Reichtag Yangını” tehdidinin AKP’de cisimleşen saldırganlığıyla yüzleşmektedir.
 
AKP NEDİR, NEYE YARAR?
 
Batı’nın AKP’ye desteğini yorumlayan Samir Amin’in, “Avrupa liderleri faşistlere bayılır,”[6] saptamasıyla betimlenmesi mümkün olan ve “sivil toplum”cu Tayfun Atay’ın, “Hem İslâm’ın fundamentalist savunuları, hem de anti-İslâmî polemikler bir ‘yekpare İslâm’ kavrayışında birleşir ve bu dinin söylem ve uygulamadaki tarihsel-yöresel çeşitliliğini gözden kaçırır,”[7] iddiasını yerle yeksan eden AKP, şiddetli siyasi, ekonomik krizlerin ürünü olarak ortaya çıktı. Hem 28 Şubat’a dayanan iktidar, hem de onu izleyen koalisyon hükümeti, tam anlamıyla bir yönetim krizi sergilediler. Bu sırada uluslararası hegemonyacı gücün, kendi hegemonya krizini imparatorluk ve Büyük Ortadoğu projeleriyle aşmaya çalışması da dış koşulları oluşturdu.
“Mania grandiosa/ Megalomani”nin “Exitus letalis/ Ölümcül sonuç”u devreye soktuğu AKP döneminde, işçi haklarını, demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlayan yasalar hep, Cumhuriyet öncesinin kodlarına, dine, ahlâka yapılan göndermelerin yanı sıra “demokrasi” söylemiyle gizlenerek ilerledi. AKP’nin toplumsal tabanına bakınca, İtalyan faşizminin kırsal oy tabanına benzer, muhafazakâr, dindar, kırsal kökenli, yoksul bir kesim görüyoruz. Bu kesim, sürekli dini değerler vurgulanarak, Alevîler anımsatılarak, “ecdadımız” söylemine başvurularak son derecede saldırgan, otoriter, onların düzene olan öfkesini istismar eden bir dil ile kışkırtıldılar, bir lider kültüne ram edildiler…
AKP döneminde Gezi olayının yarattığı korku baskı dalgasını getirdi. Ancak esas dönüm noktası, bu dalganın ardından geldi: Yasalara rağmen yapılan uygulamalar, yolsuzluk soruşturmalarının susturulması, Cumhurbaşkanı’nın yürütmenin başı gibi hareket etmeye başlaması, yeni MİT yasasıyla ardından gelen yeni polis yasası, Roboskî’den Gezi olayına, Kobanê protestolarına kadar cinayetlerin faillerinin bir türlü bulunamaması, kimi hükümete yakın şahısların Meclis komisyonunun ifade verme çağrısını cevapsız bırakabilmesi bence şunu gösteriyor: AKP rejimi, iktidarını bir daha gitmeyecek biçimde konsolide etmeye yönelik son adımları attı…
AKP’nin kamu düzeni saplantısı, ağzından düşmeyen “komplo”, “dış akıl”, “üst akıl” açıklamaları, kontrolü kaçırmakta olan bir yönetim görüntüsü sergiliyorken;[8] AKP, neo-liberal saldırganlığın karşı-devrimci tahkimatıdır. Kimsenin inkâr edemeyeceği üzere, AKP çok özel bir partidir.
AKP sıradan bir düzen partisi değildir. Türkiye devleti için de “post-colonial” (içinde “yabancı” iktidar barındıran) özellikler sergileyen bir “bağımlı” devlet tanımı yanlış olmaz.
AKP’nin en büyük özelliği, projesinin kapitalist toplumun genel anlamda istikrarını, sınıfları arasındaki çelişkinin düzen sınırları içinde kalmasını sağlamaya ilişkin en temel ilkesini yadsıyan, başka bir “düzeni” arzulayan bir “restorasyon partisi” olmasıdır.
Bu partinin liderliği, güçler ayrılığı ilkesini, ilgili kurumları bir istikrar garantisi olarak değil, “arzusu” önündeki engeller olarak görmüştür.
Bu partinin liderliğinin, kişi yaşamının özelliği ilkesini, kadın erkek eşitliğini, piyasa kurallarını kabul etmek gibi bir anlayışı yoktur. Siyasi görevle ekonomik faaliyetin ayrı tutulması geleneği ise bu liderlik için anlamsızdır.
Bu partinin liderliği, iktidarda olduğu yıllar boyunca, kapitalizmin liberal demokratik devlet geleneğini hemen her adımda hiçe saymış, yıkmaya çalışmıştır. Bugün Türkiye’de serbest piyasa ekonomisinden söz edilemez. Karşımızda bir “ahbap çavuş” ekonomisi, “aile vesayeti” olduğuna ilişkin, sorgulanmasına olanak verilmeyen çok sayıda iddia vardır.[9]
Bu parti devlet bürokrasisini, güvenlik güçlerini partizan bir yapıya dönüştürerek “devletin göreli bağımsızlığını” ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmış, bir Devlet-Parti-hareket- lider “bir”liği kurmayı amaçlamış, büyük ölçüde de başarılı olmuştur.[10]
Geride bıraktığımız yıllar boyunca devletin kültüründe, pratiğinde bu gelişmelerin hepsi önemli bir değişime yol açmış, AKP liderliğini, daha da önemlisi siyasal İslâmı destekleyen, kayıran bir “habitus” şekillenmiştir. Bu liderlik ve hareket, muhalefeti ve muhalefet liderlerini meşru görmeyen, her fırsatta aşağılayan, projesi her aksadığında “Haçlı-Siyonist” bir komplo arayan akıldışı, paranoyak, saldırgan bir medya tarafından da desteklenmektedir.[11]
Bu ve benzeri özellikler AKP’yı sıradan veya herhangi bir burjuva partisi olmaktan çıkarır. Çünkü onlar, Allah’ın ‘inayeti’ olarak iktidar talebiyle örgütlenirler.
Böylelikle de AKP liderliğinde iktidara gelen siyasal İslâm kendince, yüz yıl sonra ele geçirdiği bu fırsatı, “parantezi kapamak”, Osmanlı dünyasını restore etmek, Türkiye’nin düşünsel (simgesel) dünyasını, her zaman iktidarda kalmasına olanak verecek insanları yetiştirmek için kullanmak istiyorken;[12] AKP iktidarı 2002’den beri, tahayyülünde olan düzeni ve toplumu oluşturmak amacıyla, bir takım sosyal mühendislik faaliyetlerine girişmiş bulunmaktadır. AKP iktidarının siyasi ve hukuki yapılanmalarla sürdürülen faaliyetlerin en temel araçlarından biri de Diyanet İşleri Başkanlığı’dır.[13]
Çünkü AKP patentli Siyasal İslâmcı Restorasyonda din (ve dolayısıyla da Diyanet İşleri Başkanlığı) önemli/ başat bir kaldıraçtır.
Siyasal İslâmcı Restorasyon, temel değerleri, sadakat beyan ettiği “hakikât rejimi” bağlamında, “demokrasi” ve Cumhuriyet kavramlarına, hatta modern kapitalist devletin 200 yıllık geleneğine, en azından ilgisiz, ama daha doğrusu düşmandır. Bu düşmanlık bir cehaletin ürünü değildir, bir patolojik tahammülsüzlükten de kaynaklanmaz. Bu düşmanlık, karşısındaki şeyin kendi projesine yaşamsal bir tehdit oluşturduğunun bilincinde olmaktan kaynaklanan bir öz savunma refleksidir.[14]
 
HÂL(İMİZ) VE GİDİŞ(İMİZ)
 
Bunların böyle olduğunu coğrafyamızdaki hâl(imiz) ve gidiş(imiz) net biçimde kanıtlamaktadır!
Sümeyye Erdoğan’ın, “Yeni Türkiye’nin mayasında imam hatip ruhu var,” dediği;[15] “İHL’li sayısı 1 milyona dayandı”;[16] “Bursa’da insanların ‘Ateistsin’ diye dövdüğü”;[17] Din Şûrası Kararları’nda, “İmamlar ‘Toplum Mühendisi’ olacak,”[18] denildiği coğrafyamızda adım adım ümmetleştiriliyoruz! “Resmi Sünnî devlet yapıları” ile “Sivil Sünnî yapılar” her alanda paralel İslâmîzasyon araçlarına ve kurumlarına sahipler. Her iki alanda bu yapıların paralel işbirliği var. Menfaat şebekeleri karşılıklı olarak birbirlerini besliyor.[19]
İki İslâmîzasyon yapısı var. Bir; Devlet Sünnîliği, toplumu yukardan aşağı doğru İslâmîzasyona tabi tutuyor. Bunu da “kamusal din hizmetleri” olarak dayatıyor.
İki; Sivil Sünnî yapılar ise toplumu aşağından yukarıya doğru İslâmîzasyona tabi tutuyor. Bu yapılar daha çok, cemaatler, tarikatlar, İslâmcı, muhafazakâr ve milliyetçi siyasi partiler, dernekler, vakıflar, medya ve sermaye olarak karşımıza çıkıyorlar.
Resmi ve sivil olmak üzere bu paralel İslâmîzasyon alanlarına ve kurumlarına kısaca bir göz atarsak tablo kabaca şöyledir:
 

İSLÂMİZASYON ALANLARI VE KURUMLARI[20]

AKP DEVLETİ ELİYLE DİNDARLAŞTIRMA YAPILARI

SİYASAL SİVİL SÜNNİLİK ELİYLE DİNDARLAŞTIRMA YAPILARI

AKP hükümeti ve mezhepçi politikaları

Türk Diyanet İşleri Vakfı (TDV) Diyanet İşleri Başkanlığı ve MEB ile paralel çalışıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı (150 bin imam)

İslâmcı Vakıf (Sayıları 2000 -2200)

Diyanet TV

İslâmcı ve Cami yaptırma dernekler (sayıları 16 Bin 121)

Diyanet Radyo

Derneklere tapulu camiler

Diyanet Akademisi (Çalışmaları devam ediyor)

İslâmcı Vakıf üniversiteleri

Diyanet’in dini yayıncılığı (Milyonlarca mezhepçi kitap)

İslâmcı dershaneler

Hac organizasyonları

Hac organizasyonları

Ramazan iftar çadırları

Özel Kur’an Kursları (15 Bin)

Yurt dışında Sünnî misyonerlik (1527 Sünnî Din Görevlisi)

İslâmcı çocuk yuvaları

İlahiyat Fakülteleri (82 Adet)

İslâmcı cemaatlerin özel eğitim evleri

İmam Hatipler (952’si Lise, 1355’i Ortaokul olmak üzere toplam 2307 İHO)

İslâmcı öğrenci yurtları, Çeşitli burs ve yardımlar

Camiler (devlet kurumlarına tapulu camiler)

İslâmcı dergi, kitap, yayın, cd-film

Kur’an kursları (20 bin 094)

İslâmcı TV ve Radyo

Zorunlu Din Kültürü Ahlâk Bilgisi Dersi

İslâmcı sosyal paylaşım siteleri

Seçmeli Kur’an-ı Kerim dersi

İslâmcı Partiler

Seçmeli Hz. Muhammed’in Hayatı dersi

İslâmcı sanayi ve iş adamları dernekleri

Kutlu Doğum Haftaları

İlahiyat, İmam hatiplilere burslar

Diğer kamu dinsel etkinlikleri

“Kamu yararına” İslâmcı Deniz Feneri gibi dernekler

Aile İrşad Büroları

Cami altına dükkânlar ve ticaret (Dükkânların işletilme sorumluluğu cami yaptırma derneklerine aittir. Aynı zamanda derneklerin elde ettikleri gelirlerin yüzde 10’u Diyanet’e aittir.)

Din Bütçesi (10 milyar Dolar)

 

Diyanet’in yurtdışı temsilciliklerini açmak (86 adet)

 

 
“İslâmın barışçıl mesajı Kerbela’da bitmiştir, vurgusuyla İhsan Eliaçık’ın Mevcut İslâm kültürü öldürmeyi, çalmayı önemsemeyip, tespih çekip, zikir yapmayı göklere çıkarıyor… Türkiye’deki İslâm kültürüyle yetişen bir genç üç gömlek sonra IŞİD’cidir,[21] dediği tabloda her şey tam da Turan Eser’in ifade ettiği gibidir:
Allahın izniyle toplumu Sünnîleştirmek için eğitimi dinselleştirip, sözde laik eğitimi özde teokratikleştirdik...
Sünnîleştirme projemiz için okul müdürlerini İmam Hatiplilerden ve yandaş Eğitim-Bir-Sen üyelerinden atadık...
Vatandaş esasına göre topladığımız vergiyi Sünnîleştirip, Diyanet’in 150 bin imamını, mollasını ve melesini maaşa bağladık. 5 Milyar 500 bin TL bütçe ayırdık! Din eğitimi için de bir o kadar bütçe ayırmayı ihmal etmedik...
Tek din, tek mezhep için 100 bin cami, 82 ilahiyat fakültesi, 20 bin Kur’an kursu, 952 İmam Hatip Lisesi açtık...
Kur’an kurslarına katılmak için yaş şartını kaldırdık...
DİB camilerini ailelerin çocuklarıyla birlikte gelip dinini öğreneceği, dini öğretim merkezi hâline getirdik...
DİB ve MEB olarak evlerde, ailelere ve çocuklara din eğitimi vermeye başladık...
AİHM’in zorunlu din dersleri kararlarına kulak tıkayıp, Ulemayı dinledik. Alevîleri Sünnîleştirmek için Kur’anı Kerim, Hazreti Muhammed’in Hayatı ve Temel Dini Bilgiler gibi zorunlu seçmeli din (Sünnî-Hanefi) derslerini müfredata ekledik...
Düz liseleri imam hatiplere çevrilmekle kalmadık. Bazı okulların içinde ayrıca İmam Hatip sınıfları açtık...
İmam Hatip Lisesi sınıflarına 18 öğrenci düşerken diğer okulların sınıflarına 50-60 hatta 90 öğrenci düşmesini sağladık...
Sünnîlik sembollerinin okulda kullanılmasının önünü açtık...
5. Sınıftan itibaren başörtüsüyle derslere girilmeli dedik. Oldu! Şimdi sıra anaokullarında...
Cami imamı, mele ve mollaların okullarda din dersi vermesini sağladık...
TEOG ile Alevî, Hıristiyan, ateistler ve mevcut sisteme itirazı olan Sünnî öğrencileri zorla tercih etmediği imam hatiplere sokmaya gayret gösteriyoruz...
Özellikle Alevî çocukların uhrevileşen okulda doğrudan ve dolaylı horlanmaya, ayrımcılığa, asimilasyona ve dışlanmaya maruz kalmasının ve öğrenciler arasındaki kutuplaşmanın önünü açtık
Aile hekimi yetmez, birde toplumu Sünnîleştirmek için bir de aile imamı olsun istedik...
Diyanet ile MEB ve Sağlık Bakanlığı gibi kurumların kamu hizmetlerini Sünnîleştirmek için işbirliğini sağladık...
Sünnîler için her yerde ibadet edebilsinler diye, AVM’lere mescit zorunluluğu getirdik...
Çocukları Sünnîleştirmek için okullara mescit ve namaz odaları açıyoruz...
Gençleri Sünnîleştirmek için okul kampuslarına, üniversitelere ve fakültelere mescit-cami yapılmasını zorluyoruz...
Sünnîleştirmek için Taksim’e camiyi zorladık, fakat 37 bin 500 kişilik Çamlıca’ya dikilecek camiyi bitirmek üzereyiz...
Kılık kıyafet yönetmeliğini Sünnî-Hanefi inancı doğrultusunda serbestleştirerek, imam hatiplerde, Kur’an kursları, diğer dini eğitim kurumlarında Sünnîler için başörtüsü takılmasının önünü açtık...
YGS sınavları ile Sünnîleştirmek için ‘İslâm dini’ hakkında sorular eklendi...
Kamuda hizmet alan ve veren ayrımını ortadan kaldırıp, Sünnîleştirmek için öğretmenler dahil başörtüsü takma serbestliği fiilen uygulanmaya başlandı...
MEB ve Diyanet olarak kardeş kardeş her yıl Sünnîleştirmek için 20 bin civarından Kutlu Doğum Haftası düzenliyoruz...
Dini bayramları ve Ramazan ayındaki iftar çadırlarını Sünnîleştirmek için kuruyor ve kamu bütçesiyle karşılıyoruz...
Öğrencileri Sünnîleştirmek için MEB ve Diyanet işbirliği ile Hac ve Umre ziyaretleri düzenledik...
Süt kardeşler evlenmesin diye Sağlık Bakanlığının ‘Süt Bankası’ projesini Diyanet’in fetvasıyla iptal ettirdik. Kürtaja katliam dedik…
Devlet ve cemaat dinbazlığı ile yolsuzluğumuzun, hırsızlığımızın ve hak gasplarımızın üstünü örtük...
Alevî’nin, Hıristiyan’ın, Ateistlerin ve mevcut uygulamalara itiraz eden Sünnîlerin devlete doğrudan ve dolaylı ödedikleri vergileri, hukuksal kılıf uydurarak sadece Sünnî-Hanefilik inancına aktardık”...[22]
Evet, tüm bunlar Siyasal İslâmcı Restorasyona işaret etmektedir!
“Nasıl” mı? Prof. İştar Gözaydın’ın, Diyanet İşlerinin 1930’larda da bugün de “ideolojik bir aygıt” olarak toplumsal dönüşümün merkezinde bulunduğu vurgusuyla, “İçerik farklı ama yöntem aynı. Diyanet’in gücünün artması çok daha geniş çerçevede okunmalı,”[23] notunu düştüğü tabloda Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), toplumun dini konularda güven duyduğu en üst kurummuş. DİB’in “magazinel” bir dille yıpratılmasının, hatta kapatılması vaadiyle politik malzeme yapılması, toplum nezdinde kaygı ve endişelere yol açıyormuş. Bu nedenle toplumun söz sahibi bütün kesimleri, sorumlu davranmaya ve söylemlerinde daha dikkatli olmaya davet ediliyormuş.
Kim diyor bunları? Türkiye’deki 66 ilahiyat fakültesinin dekanı. Evet, YÖK kuruldu kurulalı, neredeyse benzerine rastlamadığımız bir dayanışma örneği gösteren 66 dekan, birkaç gün önce ortak açıklama yaptı...
Ve kimse de kalkıp onlara “darbeci” filan demedi. Ki bu yaklaşım bize yabancı değil: Zira daha önce de Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, kurum bütçesiyle ilgili tartışmaları “haddini aşmak” diye yorumlamıştı![24]
Alın birkaç örnek daha…
i) MEB, 4+4+4’ün istatistiklerini yayınladı, 37 bin kız okuldan koparıldı![25] Zorunlu olmasına karşın Türkiye’de ortaöğretime devam etmeyen kız öğrencilerin sayısı iki kattan fazla arttı![26]
ii) Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Türkiye’de 80’i aşkın üniversitede cami inşaatlarının sürdüğünü belirterek “15’ini ibadete açtık, 50’sini de 2015’te açacağız,” dedi![27]
iii) 8 Ocak 2015’de imzalanan protokol ile hastahanelerde artık imamlar da görev yapacak... Sağlık Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında protokol imzalandı. Protokole göre din görevlileri hasta ile yakınlarına manevi destek ve moral verecek![28]
iv) Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı, ilişki ile gebeliğin mümkün olmadığı durumlarda başvurulan ‘Taşıyıcı anneliğin’ İslâm dini açısından uygun olmadığını; nikahlı olmayan kişiler arasında başlayıp sonuçlamayan tüp bebek uygulamasının, insanlık duygularını rencide etmesi ve zina unsurlarını taşıması sebebiyle caiz olmadığını açıkladı![29]
v) Diyanet İşleri Başkanlığı’nın aylık dergisinin şubat 2015 sayısında yer alan makalede, nişanlı çiftlerin “el ele dolaşmalarının dinen uygun olmadığı” savunuldu. Fetvada, nişanlı çiftlere “İslâmî usullere göre görüşüp konuşmaları” önerildi![30]
vi) Manisa Milli Eğitim Müdürlüğü, rehberlik öğretmenlerinin öğrencilere yol göstermesi için geliştirdiği ‘Yaşam Koçumla Başarıya Doğru’ projesine imamları da kattı. Lise öğrencilerine, “Değerlere saygı, ahlâk ve sorumluluk duygusu” kazandırmak için eğitilecek imamlar, öğrencilerin yaşam koçu olacak![31]
vii) G. Antep’in Şehitkâmil ilçesindeki bazı okullara, okul yönetiminin bilgisi ve gözetiminde ‘Herkese Lazım Olan İman’, ‘Namaz’, ‘İngiliz Casusunun İtirafları’ ve ‘Kıyamet ve Ahiret’ gibi dini içerikli kitaplar dağıtıldı. ‘Fareler ve İnsanlar’, ‘Şeker Portakalı’ gibi dünyaca ünlü klasik kitapların sakıncalı bulundu![32]
viii) Bağcılar Merkez Mahallesi’nde “Çocuk Bahçesi Alanı”na cami yapılacak. AKP’li Bağcılar Belediyesi Meclisi, bölgede caminin az olduğunu, çocuk bahçesi ve park alanların ise yoğun olarak bulunduğunu öne sürerek bir teklif hazırladı![33]
ix) İzmir’de 692 okul müdürünün belirleneceği sözlü sınavlarda yönetici adaylarına meslekleriyle ilgisi olmayan, “Ortaoyununda Kel Hasan’ın kavuğu kime verildi?”, “BM Genel Sekreteri’nin yardımcısı kimdir?” gibi sorular yöneltildi. Eğitim Sen 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Ali Kılıç, “Sözlü mülakat AKP kadrolaşmasının bir parçası. Kimlerin müdür yapılacağı zaten belli,” dedi![34]
x) Okullar, her yıl olduğu gibi bu yıl da temizlik ihtiyaçlarını karşılayabilmek için yasak olmasına karşın velilerden para toplama yoluna bile başvururken, imam hatip liseleri (İHL) bu sorunu yaşamadı. Milli Eğitim Bakanlığı, (MEB) imam hatip liseleri için kesenin ağzını açtı. Bakanlık, aralarında İstanbul ve Ankara’nın da olduğu 15 ilde 53 imam hatip lisesinde mevcut temizlik personelini yeterli görmeyerek ek personel alınmasını istedi. Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nden ilçe milli eğitim müdürlüklerine gönderilen yazıya göre 53 müstahdemin 4 aylık maaşları ve sigorta primleri dahil 341 bin 320 TL ödenek ayrıldı![35]
xi) Bütçe disiplininin ve gerçekleşmelerinin değerlendirilmesindeki en önemli göstergelerden biri olan başlangıç ödenekleri ile yılsonu ödenekleri arasındaki sapma oranlarında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın adını taşıyan üniversite, onlarca kamu idaresini ve 100’ü aşkın yükseköğretim kurumunu geride bırakarak ilk 10’a girdi. Bütçe yılı başında 81 milyon 440 bin TL ödenek ayrılan Erdoğan üniversitesi, yıl sonunda 224 milyon TL harcadı![36]
xii) Amasya Gümüşhacıköy ilçesinde okul müdürlüğüne atanacaklardan 8’inin, AKP Amasya Milletvekili Avni Erdemir’in akrabası, listedeki diğer müdürlerin ise AKP’ye yakınlığıyla bilinen Eğitim-Bir-Sen üyesi veya yöneticisi, İlim Yayma Cemiyeti, AHİMDER gibi hükümete yakın dini referanslı dernek ve vakıfların üyeleri oldukları belirtildi![37]
xiii) Ankara’nın Çankaya İlçesi Kurtuluş semtinde Hüdaverdi Camii’nde cuma hutbesinde imam, “İktidarı eleştiren tweetler atmayın,” dedi![38]
xiv) Erzincan’ın yanı sıra Dersim ile Adıyaman’da şalvarlı, cüppeli ve sakallı kişiler türlü bahanelerle, Alevî köylerinde dolaşırken, halkın endişesi büyüyor. Erzincan’ın Kemah ilçesinde Alevî köylerine yönelik olarak cihatçılar tarafından keşif yapıldığı iddiasının ardından, Dersim’in Alevî ve Kürt köylerinde de benzer söylentilerin olması tedirginliği artırıyor. Bununla beraber Adıyaman’a bağlı beldelerde yaşayanlar da “Kaygılıyız” açıklaması yapıyor. Adıyaman’da yaşamını sürdüren, Z.T. adlı yurttaş , “Adıyaman’ın Alevî köylerinde de keşif mahiyetli ‘ziyaretler’ olduğunu düşünüyoruz. Ülkenin içinde bulunduğu bugünlerde, bu tip durumların yaşanması huzurumuzu kaçırıyor,” diyor… Öte yandan Adıyaman’ın Yarmayaka (Çakal) Köyü’nde olanlar endişeleri derinleştiriyor. Z.C., halı satmak bahanesiyle köye gelen şalvar pantolonlu ve sakallı üç kişinin varlığından söz ediyor: “Birinin sırtında eski bir halı vardı. Köyde dolaştı. Halı satıcısı olduğunu söyledi. ‘Ancak buralarda kaç Alevî köyü var?’ diye de sordu. Tersleyince arkadaşlarıyla birlikte uzaklaştı”![39]
xv) Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, İzmit’te açık alanda personeli için düzenlediği iftar yemeğine katılımı mecburi tuttu. Personelin cep telefonlarına gönderilen mesajlarda, “katılımın mecburi” olduğu vurgulanırken, katılamayacakların mutlaka mazeretlerini bildirmeleri istendi![40]
xvi) Ve nihayet Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İstanbul’da düzenlenen KADEM 1. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’nde aynen şunları diyebildi: “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir. Tabiatları bünyeleri fıtratları farklıdır. İş hayatında hamile bir kadını erkekle aynı şartlara tabii tutamazsınız. Çocuğunu emzirmek zorunda olan bir anneyi, bir erkek ile eşit konuma getiremezsiniz. Kadınları erkeklerin yaptığı her işi yaptıramazsınız, komünist rejimlerde olduğu gibi. Eline ver kazmayı küreği çalışsın, olmaz böyle bir şey. Onun narin yapısına ters düşer. Anadolu’da da böyle yapılmadı mı? O garibim analarımız ne çileler çektiler be, kamburları çıktı. Erkek de kahvede pişpirik oynasın zar atsın.
Bizim dinimiz kadına bir makam vermiş, annelik makamı. Anneye bir makam daha vermiş. Cenneti ayakları altına sermiş. Babanın değil annenin ayakları altına koymuş. Annenin ayağının altı öpülür. Ben anacığımın ayağının altını öperdim. Anam nazlanırdı, anacığım çekme ayağını derdim, çünkü burada cennetin kokusu var. Bazen ağlardı. Anne başka bir şey. Ve makamların o ulaşılamazdır. Ama bunu anlayanlar olur anlamayanlar olur. Bunu feministlere anlatamazsın mesele, onlar anneliği kabul etmiyor. Ama anlayanlar yeter bize diyoruz, onlarla yola devam ederiz”![41]
 
SİYASAL DURUM(UMUZ)
 
Coğrafyamızdaki siyasal durumu; Antonio Ferrari’nin, ‘Corriere della Sera’da ‘Ülkenin Babası mı? Hayır… Artık Sadece Sahip ve Efendi O!’ başlığıyla çıkan yorumdaki “Ülkenin sahibi ve efendisi” tümcesi açıklar![42]
IŞİD’e desteğini açıklayan İBDA-C’nin,  Kurban Bayramı’nda İstanbul’daki bürosunda düzenlediği, ‘Adımlar Dergisi’nde notları yayınlanan toplantıda Kürtlere ve Kobanê’deki direnişe karşı İŞID’le işbirliğini, yaklaşan “iç savaşı” ve “Müslümanların hazırlıklarını” tartıştığı[43] coğrafyamızda; ‘The Financial Times’dan David Gardner’in, “Ankara artık güvenilir görülmüyor,”[44] notunu düşmekte haksız değil!
Tıpkı Türkiye için Nuray Mert’in, “Polis devletinde toplumsal barış olmaz”; Deniz Kavukçuoğlu’nun, “Çürüme”; İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’ın, “Ülkenin üzerine sağanak bir hukuksuzluk yağıyor. Bu açıkça faşizmdir”; Melih Pekdemir’in, “Karşımızda yine sömürge tipi (taşeron!) bir faşizm var ama buna ilaveten bir de “İslâm tipi” bir faşizm geliştiriliyor. Çünkü her ülkenin faşistleri kendilerine temel olarak en “makbul” öğelerini öne çıkarırlar ve bu yüzden Naziler Alman ırkına sarılmışlardı. Faşizm sınıfsallığını geri plana itmek için dinsel, etnik kurgular üzerinden yapılanır. 12 Eylül faşizmi Türk-İslâm sentezi ve Atatürkçülük söylemiyle kurgulanmadı mı? MHP’lilerin faşistliğini köpürten Türk milliyetçiliği, AKP’lilerin faşistliğini köpürten de Sünnî İslâmcılığıdır,” saptamalarını dillendirmeleri gibi…
Bu hâle dair Can Dündar’ın altını çizdiği gerçek de şudur: “Bir polis darbesine doğru gidildiğinden kaygılıyım. AKP, askerin dişini söktükten sonra, ona rakip bir polis gücü yaratmaya koyuldu.
İktidara geldikten sonra Emniyet mensubu sayısını yüzde 50’ye yakın oranda artırdı. 750 bin askeri olan Türkiye’de, 350 bin kişilik bir polis ordusu yarattı.
Kişi başına düşen polis oranında, dünyada Rusya’dan sonraki en güçlü polis teşkilâtı kuruldu.
Polisin sayısı artırılırken, teçhizatı da güçlendirildi.
AKP iktidarında 26 bin zırhlı/zırhsız araç alındı. Teşkilât, helikopterlerle, TOMA’larla, Kobra’larla donatıldı.
2014’te Emniyet’in bütçesi, bir önceki yıla göre yüzde 12.5 artırılarak, 17.5 milyar liraya çıkarıldı. Böylece Milli Savunma’nın 22.5 milyar liralık bütçesine yaklaştı.
Son olarak TSK kontrolündeki Jandarma’nın da İçişleri Bakanlığı’na bağlanacağının açıklanmasıyla, hükümet kontrolünde bir kır polisi oluşturulmasına zemin yaratıldı.
Bu, İçişleri Bakanı’nın emrinde, yaklaşık 200 bin kişilik yeni bir silahlı güç anlamına geliyor.
Yani, sayıca askere denk bir polis ordusu… Giderek güçlenen özel güvenlikçileri saymıyorum bile…”[45]
Şunun çok net olarak görülüp, kavranması gerekiyor: AKP döneminde, “pasif devrim” modeli içinde ilerleyen bir geçiş sürecindeyiz. Bu siyasal İslâmın, liderliğini yapan Sünnî-Müslüman entelijansiyanın simgesel üretim araçlarına sahip olma özelliklerine göre şekillenmiş totaliter bir kapitalist devlet biçimine geçiş sürecidir.[46]
Çok önceleri, AKP diktatörlüğünün otoriter bir rejimden, totaliter bir rejime, tekçiliğe dönüştüğünü ifade edip, “Bugün Türkiye’de kendisine, ‘Cumhurbaşkanıyım’ diyen Recep Tayip Erdoğan hem Başbakan’dır, hem Dışişleri Bakanı’dır, hem ekonomiden sorumlu bakandır. Yani tekçiliğin simgesidir. Tekçiliğin, bu düzeyde dayatıldığı bir toplumda son hukuki düzenlemeler ya da güvenlik paketi denilen şeyin yasaya konulması bal gibi totaliter bir rejimi devreye sokmaktadır” değerlendirmesiyle, “Bugün AKP’nin uygulamalarıyla Mustafa Kemal’in buyrukçu uygulamaları, yukarıdan aşağıya topluma kendi öznel isteklerini dayatma açısından herhangi bir fark yoktur. AKP’ye ikinci Kemalist restorasyon girişimi demekte sakınca yoktur,” diye[47] tarif ettiğim bu süreç doğası gereği bir toplumsal kamplaşma ve kapışmaya da kapı açmaktadır!
 
EKONOMİK HÂL(İMİZ)
 
Kaldı ki Türkiye’de bunun çok ciddi bir ekonomik zemini de vardır! “Nasıl” mı?
AKP’nin anti-popülist politikalarla sosyal demokrat uygulamalar ve sonuçlar ürettiğini belirten Yapı Kredi Başekonomisti Cevdet Akçay’ın, “Türkiye’de 12 senede orta sınıf oluştu”; Eastpak CEO’su Massimo Ferrucci’nin, “Ülke büyüyor. Orta sınıf zenginleşiyor,” türünden zırvalarını bir kenara bırakırsak; Koç Holding Yönetim Kurulu üyesi Ali Koç’un dahi Türkiye’deki gelir dağılımı eşitsizliği ve işsizlikten bahsettiği konuşmasındaki, “Ben şahsen 6 ve 8 yaşında iki çocuk sahibi bir baba olarak çocuklarımızın geleceğinden endişe duyuyorum,”[48] diyebildiği bir gerçekle yüz yüzeyiz…
İşte ekonomik duruma ilişkin kimi veriler!
i) Malatya Valiliği önüne gelen, 2 bin TL kira borcunu ödeyemediğini belirten Ali Özbay, üzerine benzin dökerek kendisini yaktı![49]
ii) Eskişehir’de Çiftçi ailesi, 6 yaşındaki işitme engelli oğulları Enes Çiftçi için aldıkları işitme cihazının taksitlerini geciktirince firma küçük çocuğu icraya verdi![50]
iii) Konut ve gıda fiyatları ortalamasının enflasyon üzerinde artması, zengin ile yoksul arasındaki enflasyon farkını da rekora çıkardı. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nden Prof. Dr. Seyfettin Gürsel ve Dr. Ayşenur Acar tarafından hazırlanan rapora göre, zenginle yoksul arasındaki fark 2014 yılında 2013’e göre yüzde 13’ten yüzde 18’e yükseldi![51]
iv) ‘The Forbes’un zenginler listesinde Türkiye’den 32 milyarder girdi. Zenginler listesinde Murat Ülker 369’uncu (4.4 milyar dolar), Hüsnü Özyeğin 690’ıncı (2.7 milyar dolar) Semahat Sevim Arsel 714’üncü (2.6 milyar dolar) oldu. Listede, Mustafa Rahmi Koç (2.5 milyar dolar), Ferit Faik Şahenk (2.5 milyar dolar), Şarık Tara, (2.4 milyar dolar), Erman Ilıcak (2.2 milyar dolar) Suna Kıraç (2.2 milyar dolar), Filiz Şahenk (2.2 milyar dolar) ve Ali İbrahim Ağaoğlu da (1.8 milyar dolar) yer aldı![52]
 

TÜRK(İYE) DOLAR MİLYARDERLERİNİN ‘THE FORBES’IN 2014 LİSTESİNDEKİ SIRALARI

‘THE FORBES’IN LİSTESİNDEKİ SIRASI

KİM

SERVETİ (milyar dolar)

737

MUSTAFA RAHMİ KOÇ

2.5

737

FERİT FAİK ŞAHENK

2.5

782

ŞARIK TARA

2.4

847

ERMAN ILICAK

2.2

847

SUNA KIRAÇ

2.2

847

FİLİZ ŞAHENK

2.2

1105

ALİ İBRAHİM AĞAOĞLU

1.8

1118

AHSEN ÖZOKUR

1.7

1312

BÜLENT ECZACIBAŞI

1.5

1324

AHMET ÇALIK

1.4

1324

FARUK ECZACIBAŞI

1.4

1324

AHMET NAZİF ZORLU

1.4

1386

MUSTAFA LATİF TOPBAş

1.4

1386

HAMDİ ULUKAYA

1.4

1415

MEHMET AYDINLAR

1.3

1415

MUBARİZ GURBANOĞLU

1.3

1500

TURGAY CİNER

1.3

1500

DENİZ ŞAHENK

1.3

1533

MEHMET RÜŞTÜ BAŞARAN

1.2

1533

MEHMET NAZİF GÜNAL

1.2

1533

MEHMET SİNAN TARA

1.2

1605

MEHMET EMİN KARAMEHMET

1.2

1712

MUSTAFA VEHBİ KOÇ

1.1

1712

ŞEVKET SABANCI

1.1

1741

AYDIN DOĞAN

1

1741

SUZAN SABANCI DİNÇER

1

1741

SERRA SABANCI

1

1741

MURAT VARGI

1

1741

FATMA YAZICI

1

 
v) AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında Türkiye’deki en zengin yüzde 1’lik nüfus toplam servetin yüzde 39.4’üne sahipken ülkenin geri kalan yüzde 99’luk kesimi Türkiye’deki toplam zenginliğin yüzde 60.6’sını elinde bulunduruyordu. AKP iktidarı altında geçen yıllar içinde, Türkiye’deki en zengin yüzde 1’lik kesimin toplam zenginlikten aldığı payı geri kalan yüzde 99’un aleyhine çok hızlı biçimde artırdığını ve 2012 yılı itibariyle en zengin yüzde 1’lik kesimin geri kalan yüzde 99’un toplam mal varlığından daha fazla birikime sahip olduğunu görüyoruz. Servet bölüşümündeki bu adaletsiz gidişat sonucunda 2014’e geldiğimizde artık Türkiye’deki en zengin yüzde 1’lik nüfus toplam servetin yüzde 54.3’üne sahip; buna karşın nüfusun geri kalan yüzde 99’luk kesimi toplam servetten, ancak yüzde 45.7 oranında pay alıyor. Yani artık Türkiye’deki çok küçük bir azınlık geri kalan yüzde 99’luk nüfusun toplam mal varlığından daha büyük bir servete sahip![53]
vi) ‘Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi’ tarafından açıklanan ‘Negatif Nitelikli Bireysel Kredi ve Kredi Kartı Mart Raporu’na göre, 2015 yılının ilk üç ayında bireysel kredi veya kredi kartı borcundan dolayı 384 bin kişi yasal takibe girerken,[54] tasfiye olunacak kredi miktarı 38 milyar 239 milyon 507 bine ulaştı![55]
vii) Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) 15 Mayıs 2015’de yayımladığı verilerine göre, mart ayında bankalara olan kredi borcunu ödeyemeyip takibe giren yani icralık olan KOBİ sayısı 226 bin 830’a ulaştı. Bunun 9 bin 699 adedini orta büyüklükteki işletmeler, 36 bin 191 adedi küçük işletmeler, 180 bin 940 adedini de mikro nitelikteki işletmeler oluşturdu. Türkiye’de yaklaşık 3.5 milyon KOBİ olduğu düşünüldüğünde rakamlar KOBİ’lerin yüzde 6.5’inin icralık olduğunu gösteriyor. Diğer yandan bankalardan kredi alan KOBİ 2 milyon 495 bin 924, Buna göre kredi alan her yüz KOBİ’den 9’u icralık![56]
viii) “2015 yılının Ocak-Şubat aylarında 1.5 milyar liralık, 158 bin adet senet protesto edildi”![57]
ix) 2009 Ocak-2015 Ocak döneminde kredi kartı ve kredi kartı borcundan dolayı yasal takipte olan kişi sayısı 3.94 milyona çıktı![58]
x) Batık kredi kartı sayısı 1 milyonu geçti. Ödenmeyen kredi kartı borç toplamı da 2002’de 222 milyon lirayken, 25 kat artarak 5.8 milyar liraya ulaştı. Tüketici Birliği Başkanı Mehmet Bülent Deniz, 9 milyon insanın, kart borcunun yalnızca asgari tutarını ödeyebildiğini söyledi. Ödenmeyen kredi kartı borç toplamı da 2002’de 222 milyon lirayken, 25 kat artarak 5,8 milyar liraya ulaştı. Batık kredilerin, işsizliğin zirve yaptığı kriz dönemlerinde yükselmesi dikkat çekiyor. 2009’da 3 milyon 43 bine ulaşan işsiz sayısı daha sonra azalarak, 2012’de 2 milyon 518 bine inmişti. 2014 yılında bu sayı 3 milyon 64 bine yükseldi![59]
xi) AKP’nin iktidara geldiği “2002 sonunda 364.6 milyar lira (221.3 milyar dolar) olan toplam borç stoku, 2014 sonu itibarıyla özel sektör dış borçlarıyla birlikte 2 trilyon 516 milyar liraya (932 milyar dolara) ulaştı”. Buna göre “2002 sonunda 5 bin 524 lira olan kişi başı borç yükü de 32 bin 386 liraya ulaşmış oldu”. Diğer bir ifadeyle, dünyaya gözlerini yeni açan “her bebek, bu ülkenin bir bireyi olarak 32 bin 386 lira borçla hayata başlıyor![60]
xii) Türkiye’nin 2003 başında 129 milyar dolar olan toplam dış borç stoku, 2014 sonuna gelindiğinde 3 misli artarak 403 milyar dolara çıkmıştır. TÜİK verilerine göre 2013 itibarıyla yoksulluk sınırında, aylık geliri 579 TL’den az olan 21.9 milyon; aylık geliri 330 TL’den az olan 6.7 milyon kişi bulunmaktadır.
Türk Tabipleri Birliği verilerine göre Türkiye’de 2012 yılında gerçekleşen 72 milyar 820 milyon TL toplam sağlık harcamasının yüzde 79.5’i, yani 57 milyar 892 milyon lirası şahıslar tarafından sağlanmıştır. Kişi başına yıllık 1.009 TL olan sağlık harcamasının, 785 lirası kişilerin kendileri tarafından yapılırken yalnızca 224 TL’si devlet tarafından karşılanmıştır.
Diğer yandan, OECD verilerine göre ilköğretimde öğrenci başına toplam 1.860 dolarlık eğitim harcaması ile Türkiye, OECD’de 7.974 dolar olan ilkokul eğitim harcaması ortalaması ile karşılaştırıldığında, son sırada yer almaktadır. Orta öğretimde ise Türkiye’de öğrenci başına eğitim harcaması 2.470 dolar düzeyinde iken, aynı rakam OECD’de 9.014 dolara ulaşmaktadır. 15-29 yaş arası “genç” nüfus içerisinde eğitimde bulunan kişiler sadece yüzde 32 iken aynı oran OECD’de yüzde 47’ye çıkmaktadır![61]
xiii) Resmi rakamlara göre AKP iktidarı boyunca 3.5 milyon kişi işsiz. Ülkedeki yoksul sayısı 20 milyonu aşıyor. 227 bin KOBİ icralık. Günde ortalama 350 dükkân ve küçük işyeri kapanıyor. Ailelerin yüzde 65’i borçlu. Yılda ortalama 1200-1300 işçi iş cinayetine kurban gidiyor![62]
xiv) AKP iktidarı dönemi boyunca, yolsuzluk, kayırma, ihalelerde şaibe ve usulsüzlük iddiaları havada uçuştu. İktidarın yargı ve emniyette sağladığı denetim nedeniyle suçlamaların çoğunun üzeri örtüldü. Önüne iddialı hedefler koyan AKP, büyümede yüzde 6 düzeyinden yüzde 3’lere gerilemeyle ekonomide yavaşlamanın önüne geçemedi. Cari açık, 2002’de eksi 0.3’ken eksi 5.7’ye çıkarak 44.26 milyar dolara tırmandı. İşsizlik oranı AKP açısından önemli bir başarısızlık göstergesi olarak, resmi rakamlara göre yüzde 10’luk ortalamanın altına inmedi![63]
 

ERDOĞAN, YILLIK 183 BİN DOLARLIK MAAŞLA DÜNYA SIRALAMASINDA SEKİZİNCİ[64]

SIRA

KİM

ÜLKE

MAAŞ (dolar)

1.

BARRAC OBAMA

ABD

400.000

2.

STEPHAN HARPER

KANADA

260.000

3.

ANGELA MERKEL

ALMANYA

234.400

4.

JACOP ZUMA

GÜNEY AFRİKA

223.500

5.

DAVID CAMERON

İNGİLTERE

214.800

6.

SHINZO ABE

JAPONYA

202.700

7.

FRANÇOİS HOLLANDE

FRANSA

194.300

8.

RECEP TAYYİP ERDOĞAN

TÜRKİYE

183.000

9.

VLADİMİR PUTİN

RUSYA

136.000

10.

MATTEO RENZI

İTALYA

124.600

11.

NARENDRA MORİ

HİNDİSTAN

30.300

12.

Xİ JİNPİNG

ÇİN

22.600

 
xv) Gıdada yıllık artış yüzde 13.25 oldu![65]
xvi) Türkiye’nin milli gelirinden en az payı alan yüzde 20’lik grubun tüketim harcamalarındaki payı 2014’te azaldı. En yoksul grup toplam tüketimin sadece 8.5’ini gerçekleştirirken, yüzde 20’lik en zengin grup ise tüketim harcamalarının yüzde 37.2’sini yaptı. Eğitim harcamalarının da yüzde 64.7’sini zenginlerden çıktı… Türkiye’de toplam tüketim harcamasının yüzde 37.2’sini en zengin yüzde 20’lik grup yaptı. En yoksul yüzde 20’lik grup toplam tüketimin sadece 8.5’ini gerçekleştirdi. Yani en zengin grup en yoksul grubun 4.5 katı daha fazla harcadı. TÜİK’in 2014 yılına ait hanehalkı tüketim harcamaları istatistiklerine göre, Türkiye’nin milli gelirinden en az payı alan en yoksul grubun tüketim harcamaları payı 2013’e göre de azaldı. 2013 yılında toplam tüketim harcamalarının yüzde 8.8’ini en yoksul yüzde 20’lik dilim yaparken 2014 yılında sadece yüzde 8.5’lik bölümünü harcadılar. Yani en yoksulların tüketim harcamaları da azaldı. Gelirden en az payı alan en yoksul yüzde 20’de bulunanlar gelirinin yüzde 32.8’ini kiraya, yüzde 28.8’ini ise gıdaya harcadı. Barınma ve yiyecek gibi en temel ihtiyaçlarına en fazla harcamayı yapan en yoksul grubun diğer harcaması ise yüzde 6 ile mobilya ile ev eşyasına oldu. Bu grup gelirinin sadece yüzde 0.6’sını eğitime aktarabildi. En yoksul kesimin en yüksek aylık geliri bin 407 lira olarak gösterildi![66]
xvii) Türkiye’de bankalarda tasarrufu olan yetişkin nüfusun toplam nüfus içindeki payı yüzde 4. Kredi kartı sahiplerinin toplam nüfusa oranının yüzde 45… İç tasarruf oranı 10 yılda yüzde 24’ten yüzde 13’lere geriledi![67]
xviii) Türkiye’deki 81 ilden sadece 4’ünün tasarrufundan daha az borcu bulunurken, en borçlu il G. Antep çıktı. G. Antep’te 2014 yılında nakdi kredilerin mevduata oranı yüzde 352.59 oldu![68]
xix) Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) ‘Ölüm İstatistikleri’ verilerine göre, Türkiye’de ölüm sayısı 2014 yılında, yüzde 4.7 artışla 390 bin 121 düzeyine yükseldi. Ölenlerin yüzde 54.7’sini erkekler, yüzde 45.3’ünü kadınlar oluşturdu![69]
xx) Türkiye anne olmak için en iyi ülkeler sıralamasında 179 ülke arasında 65. oldu. Listenin başında Norveç, sonunda Somali var![70]
xxi) TÜİK, 2014 yılı verilerine göre, 2013 yılında evlenen çift sayısı 599 bin 704 ile yüzde 0.1 azalırken, boşanan çift sayısı 130 bin 913 ile yüzde 4.5 arttı. TÜİK evlenme ve boşanma istatistikleri, 2014 yılında boşanmaların yüzde 39.6’sının evliliğin ilk 5 yılı, yüzde 21.8’inin ise evliliğin 6-10 yılı içinde gerçekleştiğini gösteriyor![71]
Geçerken konuyla ilintili bir not; “Marx sefalette tüm soyut merhametlilerin ve daha soyut ütopyacıların gördüğü gibi yalnızca sefalet de görmez, sefaletteki infial etmeni onda gerçekten infiale yol açar ve infialin sebebine karşı etkin bir güce dönüşür. Böylece sefalet, kendi sebebini anladığı anda, bizzat bir devrimci kaldıraç olur,” der Ernst Bloch ‘Umut İlkesi’nde…
 
BİR SAVAŞ OCAĞI: TERÖRİST T.“C”
 
Ekonomi-politik verileriyle T.“C”, hem bölgede hem de yerelde terörist bir savaş ocağıdır!
Kolay mı? ‘Demokrasileri Koruma Vakfı/ Foundation of Defense for Democracies’ın 21 Şubat 2014’de yayımladığı ‘Türkiye’de Terörizmin Finansmanı-Giderek Artan Bir Endişe’ başlıklı rapora göre, “Türkiye büyük terör gruplarının finansmanında anahtar rol oynuyor.”[72]
Irak Şam İslâm Devleti’ni (IŞİD) el altından destekleyip, bölgesel planları için kollayan T.“C” şahsında AKP kurmayları, “Biz Suriye meselesini bir dış mesele olarak görmüyoruz. Suriye meselesi bizim iç meselemizdir” buyurmuşlardı taa 6 Ağustos 2011’de… Komşuda ideolojik hırslarıyla körükleyip durdukları yangını Türkiye’ye çoktan taşıdılar! Suruç’ta yitirdiğimiz 31 can, bu zihniyetin sebep olduğu ikinci toplu katliamın kurbanlarıdır.
Söyleye söyleye dilimizde tüy bitti. Mesele salt IŞİD MIŞİD değil. Mesele Türkiye’yi yöneten siyasal İslâmcı ideolojinin azgınlaşan zihniyetidir.
Kaldı ki ‘The New York Times’tan Stephen Kinzer, “Türkiye’nin IŞİD’i kontrol etme hayali bir fanteziden ibaretti” diyerek ekliyor: “Bu ne yazık ki çok geç, IŞİD Türkiye’de hücreler oluşturduktan sonra fark edildi. IŞİD artık Türkiye içinde açıkça yerleşmiş durumda. Bunun, Türk hükümetiyle zımni bir anlaşma olmaksızın yapılamayacağını da biliyoruz. Türkiye’nin şimdi aktif olarak IŞİD’le savaşması, en başta mücadele etmesinden çok daha zor.”
Yine ‘The Independent’tan Patrick Cockburn daha çarpıcı bir uyarıyla 2015’in Haziran ayında 39 kişinin yaşamını yitirdiği Tunus örneğini veriyor. “Tunus’un içinde Türkiye’de konuşlandığı kadar IŞİD’cinin konuşlanmadığını” hatırlatıyor.
O hâlde içimizde yuvalanan Frankeştayn’ın ne olduğu hakkında bu durumda çok daha fazla kafa yormak durumundayız ve bunun AKP patentli Siyasal İslâmcı Restorasyon ile doğrudan ilintili olduğunu bir an dahi unutmamalı/ unutturmamalıyız.
İşte bunun somut veri ve kanıtları:
i) Interpol Genel Sekreteri Ronald Noble, Fransa’nın Monaco kentinde yaptığı açıklamada İslâmcı militanların deniz yoluyla en fazla gittikleri yerin İzmit olduğunu, bilhassa Suriye ve Irak’a İzmit üzerinden geçişlerin arttığını belirtti![73]
ii) Musul’da rehin tutulan 49 konsolosluk personeli karşılığında Türkiye tarafından serbest bırakıldığı iddia edilen IŞİD militanlarından birisi ‘The Times’a, Ş. Urfa’da tutuldukları hapishanede internet bağlantıları olduğunu ve IŞİD’le konuştuklarını belirtti. Shabazz Suleman adlı militan, pizza dahi yiyebildiklerini, görevli polislerin de kendilerine çok iyi davrandığını anlattı![74]
iii) İstanbul’da konuşlanan Suriye muhalefetinin oluşturduğu geçici hükümetin Başbakanı Ahmed Tumeh, hükümetin merkezinin G. Antep olduğunu açıklayıp, “G. Antep’ten Suriye’nin çeşitli bölgelerine daha kolay ulaşabileceğimizi düşünüyoruz,” dedi![75]
iv) Irak’ın Ebu Gureyb hapishanesine 2013’ün temmuz ayında El Kaide militanları tarafından düzenlenen baskın sonucu kaçan yüzlerce cihatçının Suriye’ye geçtiği, Iraklı ve Batılı yetkililerin bu konudaki korkularının gerçek olduğu bildiriliyor. ‘The Foreign Policy’ dergisi, Türkiye’den Suriye’ye geçen Ebu Ömer’le G. Antep’te konuştu. G. Antep’ten Türk malı bir tablet ve dijital Ortadoğu haritaları yüklenmiş küçük bir GPS cihazı alan Ebu Ömer, Ebu Gureyb’den hücre arkadaşı 6 kişinin de Suriye’ye geçtiğini anlattı. Çok sayıda militanın daha Suriye yolunda olduğunu söyleyen Ebu Ömer, “Herkes Suriye’de cihada gitmek istiyor,” dedi![76]
v) Suriyeli muhalif kaynaklar, Arap ülkeleri tarafından satın alınmış 400 ton silahın Türkiye üzerinden Suriye’ye nakledildiğini açıkladı. Muhammed Selam ‘Reuters’e verdiği demecinde Türkiye sınırından gelen 20 silah yüklü TIR’ın çeşitli muhalif gruplara ait silah depolarına doğru gittiğini söyledi. Suriyeli muhaliflere ait Askeri Konsey’e mensup bir yetkili de yapılan silah naklini doğruladı![77]
vi) ‘The Daily Mail’ gazetesi muhabiri Sam Greenhill, Türkiye-Suriye sınırını geçmenin ne denli kolay olduğuna bizzat tanıklık ettiğini yazdı. Greenhill’in haberine göre turist gibi davranarak Antalya’ya ya da doğrudan Hatay havalimanına giden Avrupalı cihatçılar, Türkiye sınırlarının “rahatlığından” yararlanarak oldukça kolay bir şekilde terör örgütü IŞİD’e katılıyor, bu rota da “Cihat ekspres” ya da “Cihada giriş kapısı” olarak adlandırılıyor. Her gün yaklaşık 20 yabancı cihatçı bu rotayla sınırdan Suriye’ye geçiyor![78]
vii) ‘The Newsweek’e konuşan “Şerko Ömer” kod adlı eski IŞİD üyesi, “IŞİD komutanları, hiçbir şeyden korkmamamızı, Türkiye ile tam işbirliği içinde olduklarını söylüyordu. IŞİD özellikle konu Suriye’deki Kürtlere saldırmaya gelince Türkiye’yi müttefiki olarak görüyordu. Kürtler Türkiye ve IŞİD’in ortak düşmanıydı. IŞİD Türkiye ile müttefik olmak zorundaydı çünkü sadece Türkiye üzerinden Suriye’nin kuzeyine ve Kürt bölgelerine savaşçılarını sevk edebiliyordu,” dedi![79]
viii) ‘The Independent’ yazarı Patrick Cockburn, “Türkiye’nin Suriye sınırını kapatması, cihatçıların Avrupa’ya giriş çıkışlarını engellemek için en işlevsel yol. Türkiye Hükümeti bunun durdurulamayacağını söylüyor. İnanmak zor,”[80] diyor!
ix) CHP Genel Başkan Yardımcısı Nihat Matkap, Esad yönetimine muhalif Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) mensuplarının, havaalanlarından “VİP (çok önemli kişi) müşteri” olarak geçiş yaptıklarını açıkladı![81]
x) Tuluyhan Tekelioğlu’nun röportajına göre; Hatay Reyhanlı’da Esad’a karşı savaşan yaralı askerlerin tedavisinin yapıldığı pansiyon diye faaliyet gösteren dört hastane bulunuyor. Kapısında Türkçe konuşan yerel bir güvenlik görevlisi var. Hastanelerde Arapça bilen doktorlar çalışıyor, başında Suriyeli başhekim bulunuyor. 
Türkler’in girmesinin yasak olduğu, Tekelioğlu’nun “Hollandalıyım” diyerek girdiği hastanelerden birinin kapısında “Yörük Pansiyon 03264130054 ve 05069951229” diye yazıyor. Ancak içeri girildiğinde bir hastane olduğu görülüyor. Fizik tedavi merkezi olduğu anlaşılan hastanede kullanılan ilaçlardan aletlere kadar her şey Suudi sivil toplum örgütü tarafından sağlanıyor. Hastanenin duvarlarına Suudi sivil toplum örgütünün amblemi yapıştırılmış.
Hastanede fotoğraf çekmek de yasak. Tekelioğlu hastanedeki tabelaların fotoğrafını çekince, hemşire tarafından engelleniyor. Tabelalar, pansiyon görünümlü hastaneyi Suudi Arabistan kökenli “Rabıtatül Alemi İslâmî Uluslararası İmar ve Kalkındırma Kurumu”nun finanse ettiğini gösteriyor. Rabıta’nın kollarından biri olan bu kurum kişilik geliştirme ve meslek edindirme merkezi olarak geçiyor, buna imam hatip ve din kursları da dahil. 
Tabelalar, söz konusu binada aynı zamanda kişilik geliştirme ve mesleki eğitim edindirme merkezi olarak faaliyet gösterdiğine işaret ediyor. Zaten ikinci bir tabelada da “Türkiye’deki 3. meslek edindirme merkezine hoş geldiniz” yazıyor.
Merkezi Mekke’de olan 19 Mayıs 1962 yılında Kral Suud tarafından kurulan Rabıtatül Alemi İslâmî’nin söz konusu pansiyon görünümlü hastanesinin Hatay’da 9 yıldır faaliyette olduğu kaydedildi![82]
xi) ‘The New York Times’, Ş.Urfa’nın Akçakale ilçesinden IŞİD kontrolündeki Tel Abyad’a taşınan gübrelerin bomba yapımında kullanıldığını açıkladı. Gazetenin 6 Mayıs 2015 tarihli nüshasında “Bomba yapımında da kullanılan gübre Türkiye’den IŞİD topraklarına geçiyor” başlığıyla yayımlanan haberde, içlerinde amonyum nitrat gübrelerinin bulunduğu öne sürülen çuvalların işçi oldukları belirtilen kişilerce römorka yüklendiği görülen bir fotoğrafa da yer verildi. Gazete muhabirleri gübre yüklü araçların iki günde dört kez sınır kapısından geçtiğini ve bir süre sonra boş olarak Akçakale’ye döndüğünü bildirdi![83]
xii) ‘Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin (Mirsad) raporuna göre, Arap ülkeleri ve Türkiye’den, Özgür Suriye Ordusu’na gönderilen silah ve askeri yardımların bir kısmı ülkenin doğusunda ve kuzeyinde IŞİD’in eline geçti![84]
xiii) ‘Foreign Policy’ kaynaklı habere göre, Suriye’deki isyancılara silah göndermekten sorumlu Libyalı eski bir isyancı komutan, Esad’ın devrilmesi için ülkeye silah gönderdiklerini açıkladı… Libyalı isyancıya göre Bingazi’den Türkiye’nin İskenderun limanına iki silah yükü gönderilmiş. Biri Şubat 2013’de, ikincisi 2013 Haziran’ındaydı… Türk yetkililerin bilgisi dahilinde, kara yoluyla Suriye’nin kuzeyindeki muhaliflere ulaştırıldığını iddia eden Libyalı isyancı, “İki kargoda 450 ton malzeme bulunuyordu, bunun büyük bir bölümü silahtı. İnsani yardımlar da vardı,” diyor![85]
xiv) Hatay’da içinde silah olduğu iddiasıyla jandarma tarafından durdurulan TIR’ın MİT’e ait olduğu ortaya çıktı. Özel yetkili Adana Cumhuriyet Savcısı Özcan Şişman’ın TIR’ın aranması yönündeki emrine karşın Hatay Valisi Celalettin Lekesiz’in TIR’ın bırakılması yönündeki talimatı üzerine araçta arama yapılamadı![86]
Jandarma, TIR’da yüklü konteynırları olay yerinden götürmek isterken polisle karşı karşıya geldi. Yaşanan gerginlikte “bir el” devreye girdi ve TIR’lar Hatay’a hareket etti![87]
Reyhanlı ilçesinde durdurulan, ancak MİT görevlilerinin “devlet sırrı” gerekçesiyle aratmadığı TIR olayına İçişleri Bakanı Efkan Ala ile birlikte, Adalet Bakanı Müsteşarı, MİT Hukuk Müşaviri’nin de müdahil olduğu ortaya çıktı![88]
Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 10. maddesiyle yetkili Adana Cumhuriyet Savcısı Özcan Şişman, 1 Ocak 2014’de Suriye’ye mühimmat taşıdığı iddiasıyla Kırıkhan-Reyhanlı yolunda durdurulan TIR’ın aranmasını engelleyen MİT görevlileri, savcılar, Hatay Valiliği ve İçişleri Bakanlığı yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulundu![89]
xv) 19 Ocak 2014’te sonradan MİT’e ait olduğu anlaşılan 3 TIR’da arama yaptırdığı için önce sürgüne gönderilen, ardından da hakkında soruşturma başlatıp, görevini yaptığını vurgulayan eski Adana Cumhuriyet Savcısı Savcı Aziz Takçı, “Bu olayda ben ve kolluk, kanunların verdiği görev ve yetkiyi kullandık. Yaptığı iş yasal zeminde olmayan MİT’ti. Zaten bu suçluluk nedeniyle suçlarının kapatılması için sadece yasaların verdiği görevlerini yapan savcıları açığa alıyorlar, kolluk görevlilerini hukuka aykırı olarak yargılıyorlar. ülkemiz şu anda terör örgütleri açısından adeta bir cennet. IŞİD de bundan yararlanıyor,” dedi![90]
xvi) Türkiye’den Suriye’ye MİT TIR’larıyla yapılan silah ve cephane sevkıyatının Türkmenlere değil cihatçı Ansar el İslâm örgütüne gittiği ortaya çıktı![91]
xvii) Türkiye’nin, Suriye’deki muhaliflere kimyasal gönderdiğine ve Adana’da ele geçirilenin bunun küçük bir bölümü olduğuna yönelik iddialara yol açan sarin gazı operasyonunu, Milli İstihbarat Teşkilâtı’nın (MİT) yaptırdığı ortaya çıktı![92]
xviii) Türkiye üzerinden Suriye’de radikal gruplara silahlı destek sağlandığı ilk kez Güvenlik Konseyi raporuna yansıdı…[93] BM Güvenlik Konseyi’nin El Kaide Yaptırımlar Komitesi’ne destek sağlayan “Analitik Destek ve Yaptırımları İzleme Birimi”nin, Güvenlik Konseyi’nin 15 Ağustos 2014 tarihinde kabul ettiği 2170 sayılı karar uyarınca “DEAŞ (IŞİD), El-Nusra Cephesi ve El-Kaide’yle bağlantılı diğer kişi, grup ve oluşumlardan kaynaklanan tehdit ve alınabilecek tedbirlere ilişkin tavsiyeler” konusunda hazırladığı raporda, IŞİD’e giden silahlar konusunda çarpıcı saptamalar yapıldı.
Raporda, Türkiye’yi ilgilendiren iki kritik bölüm bulunuyor. Raporda, IŞİD’in elindeki silah gücünden söz edilirken, IŞİD ve El Nusra’nın özellikle geleneksel silahlarla dolu bir çatışma bölgesinde faaliyet göstermeleri nedeniyle çok iyi silahlanmış gruplar olduğu belirtiliyor. “Özellikle Irak Hükümeti’ne ait yüklü miktarda ağır silaha el koymuş olan IŞİD, tam teçhizatlı bir gruptur” denilen raporda, Türkiye üzerinden silah geçtiği şöyle anlatılıyor:
“Ayrıca IŞİD ordusunda geleneksel savaş deneyimi olan ve tank ve ağır silahlar da dahil pek çok silah sistemine hâkim savaşçılar bulunmaktadır. Silah ve teçhizat, 1980’ler ve 1990’larda depolanmış mühimmatın yanı sıra daha yeni malzemelerden oluşmaktadır. Bunların pek çoğu ya Irak ya da (daha nadiren) Suriye Arap Cumhuriyeti’nin silahlı kuvvetlerinin el konulmuş teçhizatıdır veya öncelikle Türkiye üzerinden geçirilen kaçak silahlardır”![94]
xix) IŞİD militanlarının Niğde Ulukışla’daki saldırısına ilişkin dava dosyasına giren telefon kayıtları, Türkiye’nin silah kaçakçılığının merkezi hâline geldiğini ortaya koyuyor. Dosyaya göre soruşturma kapsamında dinlenen şüphelilerden Ayhan Orli, silah ve cephane alım satımına aracılık eden kişilerle 162 ayrı konuşma gerçekleştirdi. IŞİD militanlarının Niğde Ulukışla’daki saldırısına ilişkin dava dosyasına giren telefon kayıtları, Türkiye’nin silah kaçakçılığının merkezi hâline geldiğini ortaya koydu. Soruşturma kapsamında dinlemeye alınan şüphelilerden Ayhan Orli’nin silah ve cephane alım satımına aracılık ettiğine dair çeşitli kişilerle yaptığı telefon görüşmeleri de kayda alındı![95]
xx) TSK, Suriye’nin Kesap kasabasına saldıran cihatçıların verdiği koordinatlara top ateşi açmış… Suriye’nin Türkiye sınırında bulunan ve nüfusunun yüzde 80’inden fazlasını Ermenilerin oluşturduğu Kesap kasabasına yönelik saldırılarda Türkiye’nin askeri desteğine ilişkin iddiaları kanıtlayan telefon konuşmaları ortaya çıktı. Niğde Ulukışla’daki IŞİD saldırısının dava dosyasına giren telefon konuşmalarında Kesap’ta savaşan cihatçıların verdiği koordinatlara göre Türkiye’den top atışı yapılması isteniyor. Konuşmalara göre koordinatları gönderen kişi, Kesap’a yönelik saldırılara katılan Bayır Bucak Türkmen Cephesi’nin komutanlarından Adil Orli. Kardeşi Ayhan Orli aracılığıyla Whatsapp uygulamasıyla koordinatlar Yayladağı Gençlik Derneği Başkanı ve AKP delegesi Mehmet Toktaş isimli kişiye bildiriliyor. Ayhan Orli, “Whatsapp’tan gönderdim sana... 7 nokta enlem boylamlarını gönderdim sana” dedikten sonra atış yapılmasın istiyor. Orli’nin, “Sizin buradaki atışlar hayırlı oldu. Arkadaşlar da gerisini hâlettiler yani ama hâlâ 7 nokta var. Bunlara birer tane atsanız yeter” şeklindeki konuşmaları daha önce de Türkiye topraklarından Suriye’ye ateş açıldığını gösteriyor![96]
xxi) Washington’ın terör örgütlerine destek veren 11 kişilik yaptırım listesindekilerden biri Türk, üçü de Türkiye ile bağlantılı… Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) 24 Eylül 2014’de oybirliğiyle “yabancı savaşçılarla” mücadele tasarısını kabul ederken Washington’dan cihatçı örgütleri hedef alan yaptırımları genişletme kararı geldi. ABD’nin 11 kişilik yaptırım listesinde yer alanlardan biri Türk. Ayrıca listedeki isimlerden üçünün Türkiye ile bağlantılı olduğuna da dikkat çekiliyor. ABD Hazine Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, IŞİD, El Nusra Cephesi, El Kaide ve buna bağlı gruplar ile Güneydoğu Asya merkezli Cemaati İslâmîye’ye mali yardım ve malzeme desteğinde bulunan, Suriye’ye yabancı savaşçı gönderilmesinde rol oynayan bir organizasyon ve 11 bireyin “terör listesine” alındığı duyuruldu. Kararın BMGK’nin “yabancı savaşçılarla” mücadeleyi öngören tasarısının bir parçası olduğu kaydedildi![97]
xxii) IŞİD’in 29 Kasım 2014 günü bombalı araçlarla Kobanê’ye düzenlediği saldırılarla ilgili, YPG ve HDP’den sonra bölge halkı da bombalı araçların Türkiye’den Kobanê’ye gittiğini, askerlerin saldırdan önce kendilerini sınırdan uzak durmaları konusunda uyardığını iddia etti![98]
xxiii) IŞİD tarafından 29 Kasım 2014’de Türkiye üzerinden Kobanê’ye yönelik bombalı araçla gerçekleştirilen saldırının aydınlatılması için inceleme komitesi kurulmasını isteyen Kobanê Kantonu Başbakanı Enver Muslim, “Bizlerin yanı sıra Türkiye’de bulunan insan hakları kuruluşlarının, siyasi partilerin, bağımsız şahsiyetlerin ve milletvekillerinin içinde bulunduğu bir inceleme komitesi oluşturulmalı. Kim suçlu, kim sorumlu ortaya çıkarılmalı ve hesap sorulmalı,” dedi![99]
xxiv) Nafeez Ahmed’in ‘Middle East Eye ve Medium’da yayımlanan değerlendirmesine göre IŞİD’e karşı koalisyonun en büyük iki unsuru olan ABD ve İngiltere, bölgedeki önemli siyasi kaynaklara göre IŞİD’i dolaylı yoldan finansal olarak destekliyor. Ahmed’e göre ABD’li ve İngiliz petrol şirketleri bulanıklıklarla yüklü ve IŞİD’in karaborsa petrol satışlarını sağlayan jeopolitik üçgene aşırı derecede yatırım yapmış durumdalar.
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) ve Türk askeri istihbaratının da IŞİD’in petrol kaçakçılığı faaliyetlerine destek verdiğinin belirtildiği analizde IŞİD’e zaman zaman bu odakların silah dahi sağladıkları bilgisi Kürt, Iraklı ve Türk yetkililere dayanılarak veriliyor. 
Özellikle İKBY ile başlıca Kürt firmalarından birine petrol sağlamak üzerinden anlaşmalı olan İngiliz Petrol Şirketi “General Energy” firmasının IŞİD’in Türkiye’ye petrol satışlarında aracılık yaptığı iddia ediliyor. Bu firmanın bölgede doğrudan İngiliz Hükümeti’nin desteği ile bulunduğu bildiriliyor![100]
xxv) AKP, dünya kamuoyuna IŞİD’e savaş açtığını ilan ederken, seçim öncesi ve seçimlerin hemen ardından getirdiği iki gümrük düzenlemesi Türkiye sınır kapılarını terörün finansmanına açtı. Gümrüklerden nakit para giriş çıkışıyla ilgili yapılan düzenlemeleri Suriyeli muhalif grupların TL’ye geçişi takip etti… Merkez Bankası’nın açıkladığı verilere göre ise 2015’in temmuz ayında toplam emisyon hacmindeki hızlı artış da dikkat çekiyor. Temmuz başında 95.5 milyar lira olan emisyon hacmi 18 Temmuz’da 108.6 milyar liraya kadar yükseldi. 2015’in Mart sonundan haziran temmuz başına kadar da yaklaşık 6 milyar lira arttı![101]
xxvi) Hamas’ın Türkiye’de oluşturduğu merkeziyle ilgili iddiaların ayrıntıları ortaya çıkarken; Hamas’ın İstanbul’daki örgütlenmesi hakkında Al Monitor yazarı Shlomi Eldar ilginç bilgiler verdi: ‘Türkiye’deki Hamas Bürosu’ başlıklı yazısında Eldar, Hamas yöneticisi Salih Arouri’nin Türkiye’deki faaliyetlerine yer verdi. Makalede aynı zamanda Arouri’nin Türkiye üzerinden örgüte maddi kaynak sağladığına ilişkin bilgiler içerirken, Hamas Lideri Meşal’e karşı bir güç olmaya başladığını da ileri sürdü![102]
O hâlde Suruç’un da faili olan terörist T.“C”nin bir savaş ocağı olduğu gerçeğinin altını çizip, geçerken aktaralım:
“İstanbul’un en soğuk gecesi. Savaştan kaçan Suriyelileri konuk eden Küçükpazar’da 80 metrekarede 100 kişi tutunmaya çalışıyor. ‘Niçin kamplara gitmiyorsunuz’ sorusunun yanıtı buz gibi: Kızlarımız güzel, tecavüz ediyorlar.”[103]
“G. Antep’teki Karkamış çadır kampından sorumlu iki sığınmacı anlatıyor: “Kamptan Suriyeli bir kadın almak isteyenler oluyor. 5 bin TL karşılığında kadını alırsın. Daha aşağı da olur. Pazarlık yapılır. Resmi nikâh şart olmadığı için kadını bırakmak kolay. Kötü niyetliler de var tabii. Gecelik ilişkiler de olur.”[104]
İşte terörist T.“C” bir yanıyla da budur; böyledir!
 
“SONUÇ YERİNE”
 
“In flamam flammas, in mare fundis aquas/ Ateşe ateş katıyorsun ve denize su döküyorsun,” diye betimlenen tabloda bu kadar veri yeter değil mi?
Ama yine de birlikte hatırlayalım (ve hatırlatalım): “Gezi”den bu yana gerginlikleri, çelişkileri derinleşmekte olan “toplumsal yapı”, Suruç katliamıyla “durum” değiştirdi…
Şimdi “Çözüm Süreci” yerini savaşa, imhaya, misillemeye bıraktı. Ülkenin 12 yıldır şekillenen simgesel evrenindeki (aslında o biçimiyle bir “imkânsızlık” olan) bir “şey” yok oldu, büyük bir delik açıldı. Gezi’den seçimlere giderken yok olan, bir başka “şey”in (diğer inançlara, “dünyalara” saygılı İslâm - bir başka “imkânsızlık”) yerinde açılan delik de şimdi hızla büyüyor.
Biraz “tarihsel” baksak: Cumhuriyetin ilk kurucu dönemi kapanırken, bu “fanteziler”, önce Kürt isyanlarının, sonra NATO, Soğuk Savaş yapılanmalarının; işçi hareketini, sosyalist hareketi, Kürtlerin taleplerine ilişkin kıpırdanmaları bastıran askeri darbelerin; Müslüman entelijensiyayı yeniden devlet-siyaset alanına davet, giderek entegre eden siyasi partilerin, hükümetlerin elinde aşındılar; neo-liberalizmin ekonomik- toplumsal-ideolojik modelinin şokuyla da hızla dağıtmaya başladılar.
AKP döneminde bu dağılma, bir çöküşe dönüştü. Bu çöküşün toplumsal sancılarını uyuşturacak, devlet- siyaset alanında başlayan, hegemonya sürecini, iktidar değişikliğini gizleyecek, demokratikleşme, ılımlı İslâm, “Müslümanlara baskı yapılıyordu”, “Kürt açılımı” gibi yeni “fantezilerin” de ömrü uzun olmadı. 
“Gezi olayı”, “yolsuzluk skandalları”, her türlü muhalefete yönelik, acımasız fiziki ve simgesel şiddet, Suriye politikası, IŞİD-TIR’lar vb., açıkça dillendirilen tek adam yönetimi, totaliter rejim arzusu, nihayet seçimlerden başlamak üzere iktidarla muhalefet arasındaki çizginin Sünnî İslâm olarak şekillenmesi bu “fantezileri” yıktı...
Sünnî İslâm dışındaki mezhepler (Cumhurbaşkanı’nın Endonezya açıklamalarına bakınca), İslâmı bölen, hatta ateistleri savunan zararlı akımlardır. Siyasal İslâmın entelijensiyasına göre “Kürt sorununun tek çözüm yolu, İslâmdır; ötesi hüsrandır!”, “Bireysel özgürlükler, özgürleşme, laiklik hurafedir... Sınıfsal, etnik, ulusal, cinsel farklılıklara, çelişkilere cevap ’ümmet’tir”. 
Suruç’tan sonra hızla şekillenen durum, iç savaş taktiklerinin devreye girmesi, bu noktaya ulaşmakta açık şiddetin açıkça kullanıldığını, sürecin Meclis’te dokunulmazlıkların kaldırılması gibi incir yapraklarıyla süsleneceğini de gösteriyor. 
AKP, siyasal İslâm, atması gereken adımları milliyetçilerin desteğini de alarak kararlılıkla atıyor. Peki ya “demokratik” muhalefet?[105] Ya biz radikal sosyalistler?
Tarihin yanıtını aradığı soru(n), bugün ve gelecekte sadece budur!
İyi de verili tabloda “Ne mi yapacağız”?
Gayet basit; uğruna dövüştüğümüz barışın devrimci barış olduğunu ve sürdürülemez kapitalist çerçeveye sığmadığını; Kürtlerin bağımsız, birleşik hedefli ulusal kurtuluş mücadelesinin tahvil edilmeye çalışıldığı ‘çözüm süreci’ yalanı ardından açığa çıkan,[106] “J’avait reculer pour mieux sauter/ Önce geri çekileceksin ki iyi sıçrayasın” gerçeğini unutmadan; Komutan Yardımcısı Marcos’un, “Mücadele bir çember gibidir, her noktasında başlar ama asla bitmez”!; George Orwell’in, “Bilinçleninceye kadar asla başkaldırmayacaklar, ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler”!;[107] Forrest Carter’ın, “Savaşmak, yaşamaktır”![108] uyarılarını kulağımıza küpe ederek yolumuzu açacağız!
 
6 Ağustos 2015 15:39:01, Çeşme Köyü.
 
N O T L A R
[*] Kaldıraç’ın 1 Eylül 2015 tarihinde İzmir/ Dikili’de düzenlediği “Düşlerimizde Özgür Dünya -10. Öğrenci Kampı”nda yapılan konuşma… Kaldıraç, No:170, Eylül 2015…
[1] Thomas Carlyle.
[2] Bir erken seçim HDP imha edilmeden AKP’ye istediği sonucu getirmez, HDP imha edilirse seçim sonuçları siyasal İslâmın projesine arzuladığı “rızayı” sağlamaz. AKP’ye de, seçimler, parlamento gibi incir yapraklarından kurtulup, totaliter rejimi tüm açıklığıyla olarak oturtmayı denemekten başka bir seçenek kalmaz.
[3] Geçerken aktarayım: “Ertuğrul Özkök, 24 Temmuz 2015’de Hürriyet’te Cumhurbaşkanı’nı savunmak için televizyonlarda yorum yapanların seviyesizliğini eleştirirken şöyle diyordu: ‘Nerede, onu savunan entelektüel donanımı güçlü, fikri yapıları tutarlı, şuurlu aydın takımı... Hasan Cemal’ler, Cengiz Çandar’lar, Şahin Alpay’lar, Ali Bayramoğlu’lar, Atilla Yayla’lar, Mustafa Karaalioğulları’lar, Fehmi Koru’lar, Nihal Bengisu Karaca’lar, Ayşe Böhürler’ler, Sibel Eraslan’lar, Mümtazer Türköne’ler, Soli Özel’ler, Hasan Bülent Kahraman’lar, Ahmet İnsel’ler, Mehmet ve Ahmet Altan’lar’... Yazısındaki bu bölüme koyduğu ara başlık da şöyleydi: ‘Saray’ın entelektüel müdafaa hattı çöktü’…” (Emre Kongar, “Sarayın Entelektüel Müdafaa Hattı(!)”,Cumhuriyet, 25 Temmuz 2015, s.3.)
[4] Ergin Yıldızoğlu, “Stratejik Derinlikten Suruç Katliamına…”, Cumhuriyet, 23 Temmuz 2015, s.10.
[5] Ergin Yıldızoğlu, “Gezi’den Suruç’a Ya sonra?”, Cumhuriyet, 27 Temmuz 2015, s.9.
[6] Ömür Şahin Keyif, “Samir Amin, Batı’nın AKP’ye Desteğini Yorumladı: Avrupa Liderleri Faşistlere Bayılır”, Birgün, 6 Nisan 2015, s.13.
[7] Tayfun Atay, “Bir Ayrıntılı Gökkuşağı: İslâm”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2015, s.7.
[8] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Demokrasi’ Masalı Biterken...”, Cumhuriyet, 29 Ekim 2014, s.7.
[9] Bir zamanlar Başbakan danışmanı olan Etyen Mahçupyan, “İslâmî kesimin yarısı AKP yolsuzluğun farkında” (“Mahçupyan: İslâmî Kesimin Yarısı Yolsuzluğun Farkında”, Cumhuriyet, 16 Kasım 2014, s.6.) demişti!
“Her birimiz Recep Tayyip Erdoğanız. Ruhunun o masada olmasına gerek yok. Kimse Recep Tayyip Erdoğan’ı bizden kopartamaz. Recep Tayyip Erdoğan bizim hareketimizin lideridir. Davutoğlu da Erdoğan'dır, Erdoğan da Davutoğlu’dur,” diyor Mehmet Metiner. (Cumhuriyet, 4 Ağustos 2015… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/337649/ AKP_li_Metiner__Her_birimiz_ Recep_Tayyip_ Erdogan_iz.html)
[10] Ergin Yıldızoğlu, “AKP-CHP Koalisyonu Olasılığı Üzerine”, Cumhuriyet, 16 Haziran 2015, s.8.
[11] Ergin Yıldızoğlu, “Bu Kez İklim Çok Farklı - II”, Cumhuriyet, 21 Nisan 2015, s.8.
[12] İştar Gözaydın, “AKP ve Diyanet”, Cumhuriyet, 3 Nisan 2015, s.18.
[13] Ergin Yıldızoğlu, “İki Küme, Bir Yanılsama...”, Cumhuriyet, 9 Nisan 2015, s.8.
[14] “Sümeyye Erdoğan: Yeni Türkiye’nin Mayasında İmam Hatip Ruhu Var”, Cumhuriyet, 12 Nisan 2015, s.6
[15] Sinan Tartanoğlu, “İHL’li Sayısı 1 Milyona Dayandı”, Cumhuriyet, 12 Nisan 2015, s.9.
[16] Levent Genceli, “Bursa: ‘Ateistsin’ Deyip Dövdüler”, Cumhuriyet, 19 Ekim 2014, s.15.
[17] “Din Şûrası Kararları: İmamlar ‘Toplum Mühendisi’ Olacak”, Cumhuriyet, 14 Aralık 2014, s.17.
[18] Çocuk yurtlarında yaşanan skandalların ardı arkası kesilmiyorken; Yaşananlar, “muhafazakâr iktidarın” çocukları, muhafaza edemediğini gösteriyor. Mağdur çocuklar fuhuş batağına sürükleniyor, suç çetelerinin kucağına itiliyor. Devletin olanı görmezden gelmesi, çocuklar üzerinden rant sağlayanları daha da cesaretlendiriyor… İstanbul Emniyet Müdürlüğü 2013 yılında kapatılan Taksim Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi’ndeki çocukların fuhuşa nasıl sürüklendiğini belgeleriyle ortaya koyarken mülki amirlerin tavrının olayı örtbas etmek ve soruşturmanın genişlemesini engellemek olduğunu ortaya koyuyor. “Bakanlık, dolaylı olarak da iktidar zarar görür, üzerine gitmeyin” talimatı veriliyor, soruşturmada usulsüzlük yapılıyor ve sonrasında adı iddialara karışanlar başka devlet kurumlarına atanarak adeta ödüllendiriliyor. Yurttan kaçmasına göz yumulan yaşı küçük kızların çalıştırıldığı gece kulüpleri ise adlarını bile değiştirmeye gerek görmeden hâlen çalışmaya devam ediyor. (Erk Acarer, “Fuhuş Skandalı AKP’ye Zarar Verir Diye Kapatıldı”, Cumhuriyet, 24 Mart 2015, s.10.)
[19] Turan Eser, “Paralel İslâmîzasyon”, 24 Şubat 2015… http://www.birgun.net/news/view/paralel-İslâmîzasyon/14121
[20] Erdal İrmek, “İhsan Eliaçık: Türkiye’deki İslâm Kültürüyle Yetişen Bir Genç 3 Gömlek Sonra IŞİD’cidir”, Evrensel, 10 Ocak 2015… http://www.evrensel.net/haber/101771/turkiyedeki-İslâm-kulturuyle-yetisen-bir-genc-3-gomlek-sonra-isidcidir#.VLDIHpb5bZQ.hootsuite
[22] Turan Eser, “Selamünaleyküm Çocuklar”, Birgün, 30 Eylül 2014, s.7.
[23] Serpil İlgün, “Prof. İştar Gözaydın: AKP, 1930’larla Aynı Taktiği Uyguluyor”, Evrensel, 9 Şubat 2015, s.14.
[24] Çiğdem Toker, “66 İlahiyat Fakültesi Dekanına Çağrı”, Cumhuriyet, 13 Mayıs 2015, s.8.
[25] Sinan Tartanoğlu, “Kızlar Eve Hapis”, Cumhuriyet, 30 Mart 2013, s.7.
[26] Figen Atalay, “Kızlar Evde Erkekler Okulda”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 2013, s.20.
[27] “80 Üniversiteye Cami”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2014, s.10.
[28] “Hastanelerde İmam Dönemi”, Cumhuriyet, 8 Ocak 2015, s.9.
[29] İhsan Dörtkardeş, “Diyanetten Fetva: Taşıyıcı Annelik Yöntemi Zina Unsurları Taşır”, Hürriyet, 22 Mart 2015… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28520975.asp?utm_source=newsletter&utm...
[30] “El Ele Dolaşmayın, Örtülü Gezin”, Cumhuriyet, 14 Şubat 2015, s.15.
[31] Sinan Tartanoğlu, “İmam Yaşam Koçu Oluyor”, Cumhuriyet, 3 Ocak 2015, s.7.
[32] Bekir Şahin, “Laik Eğitime Saldırıyorlar”, Cumhuriyet, 25 Ocak 2013, s.13.
[33] Hazal Ocak, “Çocuk Bahçesi Değil Cami Olacak”, Cumhuriyet, 14 Ocak 2015, s.6.
[34] “Müdür Adayına ‘Kavuk’ Sorusu”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2014, s.13.
[35] Sinan Tartanoğlu, “İHL’ye Yine Kıyak”, Cumhuriyet, 24 Eylül 2013, s.8.
[36] Fırat Kozok, “Üniversitenin Adı Yetti”, Cumhuriyet, 30 Eylül 2014, s.5.
[37] Mehmet Menekşe, “Akrabalara Özel Atama”, Cumhuriyet, 27 Ekim 2014, s.4.
[38] “İktidarı Eleştiren Tweet Atmayın”, Cumhuriyet, 3 Ocak 2015, s.4.
[39] Erk Acarer, “Halı Satmayan ‘Halıcı’ Alevî Köylerini Neden Sorar?”, Milliyet, 6 Ağustos 2015… http://www.milliyet.com.tr/hali-satmayan-halici-Alevî-gundem-2097946/
[40] “Kocaeli Belediyesi’nden Personele Zorunlu İftar”, Birgün, 1 Temmuz 2015, s.6.
[41] “Cumhurbaşkanı Erdoğan: Kadın Erkek Eşitliği Fıtrata Ters”, Hürriyet, 24 Kasım 2014... http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27640428.asp
[42] Nilgün Cerrahoğlu, “Türkiye’nin Efendisi Erdoğan”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2014, s.7.
[43] “İstanbul’da IŞİD, İBDA-C, Hüda-Par’dan Kontra Toplantısı”, 19 Ekim 2014… http://siyasihaber.org/haber/istanbulda-isid-ibda-c-huda-pardan-kontra-t...
[44] “The Financial Times: Türkiye Artık Güvenilir Değil”, Cumhuriyet, 16 Nisan 2015, s.13.
[45] Can Dündar, “Darbeyi Askerden Değil, Polisten Bekleyin”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2014, s.8.
[46] Ergin Yıldızoğlu, “Sıra ‘Ötekinin’ Dilini Kesmeye Geldi”, Cumhuriyet, 10 Aralık 2014, s.6.
[47] “Temel Demirer: Türkiye’de Her Kesin Can Güvenliği Tehdit Altında”, DİHA, 5 Aralık 2014… http://www.diclehaber.com/tr/news/content/view/433559?from=675588005
[48] Mustafa Çakır, “Ali Koç: Çocuklarımızın Geleceğinden Endişeliyim”, Cumhuriyet, 26 Şubat 2015, s.8.
[49] “Kirayı Ödeyemeyince Valilik Önünde Kendini Yaktı”, Cumhuriyet, 16 Nisan 2015, s.15.
[50] Can Hacıoğlu, “Altı Yaşındaki Çocuğa İşitme Cihazı İcrası”, Cumhuriyet, 5 Mart 2015, s.14.
[51] “Zenginle Yoksulun Enflasyonu da Farklı”, Cumhuriyet, 3 Mart 2015, s. 13.
[52] “Forbes En Zenginler Listesinde 32 Türk”, 3 Mart 2015… http://www.gorelesol.com/haber/haber_detay.asp?haberID=20602
[53] K. Murat Güney, “Ekonomi Kimin İçin Büyüyor? Türkiye’de Servet Bölüşümü Adaletsizliği”, Birgün, 28 Mayıs 2015, s.5.
[54] 2002 yılında kullanılan konut, taşıt, ihtiyaç kredisi tutarı 2014 yılında yaklaşık 126 kat arttı. Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre, tüketici ve konut kredisi kullanan kişi sayısı 15 milyona ulaşmıştır. Aynı dönemde kredi kartları ile yapılan harcamalar 4.3 milyar liradan 79.2 milyar liraya yükseldi. Merkez Bankası verilerine göre kredi/kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin sayısı sürekli artıyor, takibe alınan kredi kartı borcu miktarı 20 Şubat (2015) itibarı ile bir önceki yıla göre yüzde 10.39 artışla 6 milyar liraya yaklaştı… Bugün vakıflar ve belediyeler aracılığı ile yapılan yardımlardan yararlananların sayısı 2 milyon aileye, yeşil kartlı sayısı 9.5 milyon kişiye ulaşmıştır. Yapılan bir araştırmada yardım almanın yaşam biçimine döndüğü, bağımlılık yaptığı saptandı. Ailelerin çoğu yardımsız yaşamayız diyor. Yardım alan üç kişiden ikisi işsiz olmasına karşın iş aramıyor. (İrfan O. Hatipoğlu, “Öncelik Yoksullukla Mücadele”, Cumhuriyet, 1 Mayıs 2015, s.18.)
[55] “38 Milyarlık Batık”, Cumhuriyet, 12 Mayıs 2015, s.10.
[56] Pelin Ünker, “Borcunu Ödeyemeyen 227 Bin KOBİ İcralık Oldu”, Cumhuriyet, 25 Mayıs 2015, s.9.
[57] “1.5 Milyar Liralık Senet Protesto Edildi”, Cumhuriyet, 21 Mart 2015, s.9.
[58] “4 Milyon Borçlu Takipte”, Cumhuriyet, 11 Mart 2015, s.7.
[59] “Batık Kredi Kartı Sayısı 1 Milyonu Geçti”, Radikal, 12 Nisan 2015… http://www.radikal.com.tr/ekonomi/batik_kredi_karti_sayisi_1_milyonu_gec...
[60] “Türkiye’de Çocuk Olmak Zor”, Sözcü, 23 Nisan 2015, s.8.
[61] Erinç Yeldan, “Seçime Doğru Ekonomi”, Cumhuriyet, 3 Haziran 2015, s.9.
[62] Bülent Falakaoğlu, “AKP’nin Ekonomide 13 Yılı: Sömürü Ekti Yoksulluk Biçti”, Evrensel, 3 Haziran 2015, s.10.
[63] Zeki Tezer, “İşte AKP’nin 13 Yılı: Yağma, Talan, İflas”, Cumhuriyet, 22 Haziran 2015, s.9.
[64] Pelin Ünker, “Erdoğan Maaşlara Göre Gerçek Bir ‘Dünya Lideri’…”, Cumhuriyet, 12 Mart 2015, s.9.
[65] Güngör Uras, “Gıdada Yıllık Artış Yüzde 13.25”, Milliyet, 4 Haziran 2015, s.11.
[66] Şebnem Turhan, “Zengin Harcadı Yoksul Baktı”, Hürriyet, 6 Ağustos 2015… http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/29736883.asp
[67] Meral Tamer, “Yetişkin Nüfusun Yüzde 4’ünün Bankada Tasarruf Hesabı Var”, Milliyet, 1 Mayıs 2015, s.8.
[68] “Borca Battık!”, Milliyet, 17 Şubat 2014… http://uzmanpara.milliyet.com.tr/haber-detay/gundem/haberin-detayi/13425/
[69] “Türkiye’de Ölüm Hızı Artıyor”, Evrensel, 30 Nisan 2015, s.16.
[70] “Norveç Anne Cenneti”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2015, s.15.
[71] “Boşananların Sayısı Son Bir Yılda Yüzde 4.5 Arttı”, Cumhuriyet, 3 Nisan 2015, s.2.
[72] Pelin Ünker, “Türkiye Uluslararası Terörün Finansörü”, Cumhuriyet, 2 Mart 2014, s.8.
[73] “Interpol: Cihatçı Çetelerin Geçiş Noktası İzmit”, Birgün, 8 Kasım 2014, s.9.
[74] “Türkiye’de Cezaevinde IŞİD’le Konuşabiliyorduk”, Cumhuriyet, 16 Ocak 2015, s.5.
[75] Duygu Güvenç, “Üssümüz G. Antep”, Cumhuriyet, 28 Kasım 2013, s.17.
[76] “Firari Cihatçıların Geçiş Noktası Türkiye”, Cumhuriyet, 8 Ekim 2013, s.9.
[77] “Muhalifler: Türkiye Üzerinden 400 Ton Silah Aldık”, Evrensel, 26 Ağustos 2013, s.9.
[78] Birce Bora, “Türkiye Sınırı Cihada Giriş Kapısı”, Hürriyet, 27 Ağustos 2014, s.17.
[79] “Eski IŞİD Militanı: ‘Türkiye ile Tam Bir İşbirliğimiz Var’…”, Cumhuriyet, 9 Kasım 2014, s.14.
[80] Ömür Şahin Keyif, “Patrick Cockburn: Cihatçılara Engel Olamamak İnandırıcı Değil”, Birgün, 21 Ocak 2015, s.6.
[81] “Muhaliflere VIP İddiası”, Cumhuriyet, 15 Eylül 2013, s.8.
[82] “Rabıta Sizden mi İzin Aldı?”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2013, s.8.
[83] “Bomba İçin IŞİD’e Türkiye’den Gübre Gidiyor”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2015, s.10.
[84] “ÖSO’ya Verilen Silahlar IŞİD’in Elinde”, Taraf, 3 Temmuz 2014, s.3.
[85] Mehveş Evin, “Suriyeli Muhaliflere Silah Gönderiliyor mu?”, Milliyet, 22 Temmuz 2013, s.7.
[86] Akın Bodur-Canan Coşkun, “Bir Garip Tır: Jandarma Durdurdu, Vali ‘Serbest Bırakın’ Dedi!”, Cumhuriyet, 3 Ocak 2014, s.7.
[87] Savaş Kürklü, “Yedi TIR’lık Kriz Var”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2014, s.8.
[88] “TIR’ı Böyle Aratmadılar”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2014, s.8.
[89] Savaş Kürklü-Akın Bodur, “MİT Çatışmayı Göze Aldı”, Cumhuriyet, 4 Ocak 2014, s.7.
[90] Ahmet Şık, “MİT Suç İşledi”, Cumhuriyet, 8 Mart 2015, s.14.
[91] Ahmet Şık, “… ‘TIR’daki Sır Aydınlandı”, Cumhuriyet, 14 Şubat 2015, s.8.
[92] “Sarin Operasyonu Hükümeti Zora Soktu”, Taraf, 26 Eylül 2013, s.9.
[93] IŞİD Ortadoğu’nun kadim halklarından Êzîdîlerin ardından Süryanîleri de hedef alırken eleştiri okları yine Türkiye’ye yöneldi. Suriye’nin Kürt bölgesindeki Haseke’de IŞİD’in rehin aldığı Süryanîlerin sayısının 150’yi bulabileceği, 1000 Süryanî ailenin de kaçmak zorunda kaldığı belirtilirken, Suriye Katolik Kilisesi’nin Haseke-Nisibi Başpiskoposu Jacques Behnan Hindo Ankara’ya sert çıktı. Vatikan Radyosu’na konuşan Hindo, Türkiye’nin Hıristiyanları katleden cihatçıları sınırdan geçirirken Hıristiyanların geçişini engellediğini söyledi.
Başpiskopos, “Abluka nedeniyle her gün onlarca aile Şam üzerinden uçakla ülkeyi terk ediyor. Kuzeyde Türkiye sınırdan kamyon kamyon IŞİD militanı, Suriye’den çalınan petrol, kaçak buğday ve pamuğa izin veriyor: Bunların tümü kolayca geçirilirken bir tek Hıristiyan bile geçemiyor” dedi.
Türkiye’deki Süryanî Deyrulzafaran Manastırı ve Kiliseler Vakfı Başkanı İliye Kırılmaz, “Bunu yapan insan olamaz. İnsanlık adına söylenebilecek kelime bulamıyoruz. Kaçırılan insanların günahları nedir” diye isyan etti. “Kahroluyoruz ama bir şey yapamıyoruz. Yazık, çok yazık,” dedi. (“Süryanîler Türkiye’ye Öfkeli”, Cumhuriyet, 26 Şubat 2015, s.12.)
[94] Fırat Kozok-Duygu Güvenç, “Türkiye’den IŞİD’e Kaçak Silah Hattı”, Cumhuriyet, 30 Aralık 2014, s.9.
[95] Ahmet Şık, “… ‘Cihatçılar’ Silah Pazarlığında”, Cumhuriyet, 15 Şubat 2015, s.8.
[96] Ahmet Şık, “Cihatçılara TSK’dan ‘Topçu’ Desteği... İşte O Telefon Konuşmaları”, Cumhuriyet, 13 Şubat 2015, s.8.
[97] “Kara Listede Türkiye İzi”, Cumhuriyet, 26 Eylül 2014, s.14.
[98] Mahmut Oral, “Sınırda Tampon Tartışması”, Cumhuriyet, 1 Aralık 2014, s.6.
[99] Ersin Çaksu-İbrahim Aslan, “IŞİD Saldırısından Türkiye Sorumlu”, Evrensel, 3 Aralık 2014, s.3.
[100] “İşte IŞİD Petrollerini Satanlar: Barzani, Talabani, Erdoğan, İngiltere...”, 1 Ağustos 2015… http://haber.sol.org.tr/dunya/iste-isid-petrollerini-satanlar-barzani-ta...
[101] Pelin Ünker, “Suriye’de Muhalifler TL’ye Geçti”, Cumhuriyet, 27 Temmuz 2015, s.9.
[102] “Hamas, Türkiye’de Örgüte Para Sağlıyor”, Evrensel, 3 Aralık 2014, s.11.
[103] Erk Acarer, “Ölmemek İçin Uğraşıyoruz”, Cumhuriyet, 9 Ocak 2015, s.3.
[104] Erk Acarer, “Kamplardaki Kadın Ticareti”, Cumhuriyet, 18 Ocak 2015, s.8.
[105] Ergin Yıldızoğlu, “Peki Şimdi Ne Olacak?”, Cumhuriyet, 4 Ağustos 2015, s.8.
[106] KCK’nın Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar, ‘Amerika’nın Sesi’ radyosunun Kürtçe bölümüne verdiği mülakatta çözüm sürecinin bitmediği vurgusuyla, “Biz ABD kongresinden ve Beyaz Saray’dan Kürt meselesinde çözüm için barışı ön plana çıkaran bir rol oynamalarını istiyoruz… Amerika nasıl Türkler ile diyalog kuruyorsa, bu diyalogları Kürtler ile de kurmasını istiyoruz. Biz ile Türkiye’yi bir masa etrafında yan yana getirmelidirler,” (“KCK’den Çözüm Süreciyle İlgili Önemli Açıklama”, Cumhuriyet, 6 Ağustos 2015… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/338801/KCK_den_cozum_sureciyl...) dedi!
[107] George Orwell, 1984, Çev: Celâl Üster, Can Yay., 50. baskı, 2015, s.95.
[108] Forrest Carter, Dağlardan Sorun Beni, Çev: Şen Süer Kaya, Say Yay., İkinci Basım, 2000, s.80.
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan  Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...

Konuk Yazarlar

ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı. “Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...