Felsefe ve Ahlakın Çöktüğü Bir Dünyada, Ahlaklı Kalan Var mı?
Onlara kötü, sert davrandığımızda nasıl bir ruh haline girdiklerini, kendimize veya bir yakınımıza yapılan kötülük karşısında gösterdiğimiz tepkinin, aynısını hayvanlarda gösteriyor.
Bu yanlış günümüzde de devam ediyor. Şayet ifade ettiğimiz yanlışta ısrar edilmeseydi, büyük çaplı kanlı savaş ve düşmanlıklar olmazdı. O gün de bugünde istisna kişilerin dışında, tüm birey, topluluk ve uygarlıklar her zaman kendi yaptıkları her şeyin doğru olduğunu düşünerek hareket etmişlerdir.
Ahlak; Latince ethic, Yunanca ethos kelimelerinden türetilmiş olup, toplulukların yaşamsal kurallarını ifade eder. Her toplum kendi yaşadığı coğrafyanın doğal ve sosyal koşullarına göre, bir ahlak kuralı belirlediğinden, evrensel ahlak yapısından bahsetmek hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Ahlak üzerine felsefecilerin yapmış oldukları bilimsel çalışmalarda, somut tek bir ahlak kuralının mümkün olmadığını ortaya koyuyor. Bunun içindir ki ahlak, namus, özgürlük her zaman görecelilik taşıyor.
Detaylarına girmeden makale başlığının cevabını vermek gerekirse, kesinlikle insan doğar doğmaz akıllı ve düşünceli değildir. Sadece akıl ve düşüncenin gelişmesini sağlayan milyarlarca hücre, bu potansiyele sahiptir. Bu demek insan doğar doğmaz akıllı ya da dört başı mahmur anlamına gelmiyor. Nasıl ki insan beslenme, iş ve hareketleriyle fiziksel olarak aşama aşama gelişip, güç kuvvet sahibi oluyorsa, akılda da aynı yöntem geçerlidir. İnsan koşullarına göre edindiği bilgi, tecrübe, deneyimlerle ya akıllı olabilmekte ya da zırdeli.
Bilim insanlarının bu adlandırmayı yapmalarındaki mantık, şu gerçeklere dayanıyor.
Proletarya diktatörlüğüne dayanan bu komünist teori, 1848’den itibaren Karl Mark ve Friedrich Engels tarafından bilimsel şekli verilerek, dünya emekçilerinin kurtuluş anahtarı olarak benimsendi. Bu işçi sınıfı mücadelesi 1980 yıllarına kadar dünyanın her yerinde önemli derecede etkisini gösterdi. Fakat her türlü fedakarlığa rağmen 1980’lerden itibaren, işçi sınıf teorisine dayanan mücadele, sürekli zayıflayarak etkisini yitirmeye başladı. Günümüzde ise neredeyse itibar edilir teori olmaktan çıkmış durumda. Peki bunun teorik felsefi sebepleri nelerdir?
Uzun yıllar insan ve toplumsal konularla ilgili makaleler yazan birisi olarak, en fazla insan üzerine yazdım ve yazmaya devam ediyorum. Çünkü her türlü egoist çıkarlarımız için tüm insani değerleri kullanıp bitirdiğimiz halde utanmadan, sıkılmadan hâlâ ahlak ve insanlıktan bahsediliyor. Oysa 21. yüzyıl insanı ya “Üst İnsan” olmak zorunda ya da yarattığı alt kültürle sonunu getirecektir. İki önermenin dışında başka bir yol bulunmuyor.
Yazar kitabında, insanın duygu ve düşüncesini kullanmaya başladığı günden bu zamana kadar, kendisine kültür olarak edindiği tüm değerleri sorgulamaktadır. Sosyal bir varlık olarak insan, şimdiye kadar en kutsal değerler gördüğü Tanrı, din, ahlak, namus, siyaset ve gelenekleri, ataerkil mantıkla şekillendiğini ve ailenin temeli kadını köleleştirdiğini, kaynaklarıyla ortaya koymuştur. “Mevcut egemen patrial insan düşüncesinin yaşama yüklediği anlamlar, çağın gerçekliğine göre gelişmiş kültür değerleri değildir.” diyor. Bunların çoğunun yıkılıp atılması gerektiğini ifade etmektedir.