Ağ Günlükleri
İzmir’de Sen Eylül geçti ömrümden
kaç korsan gösteride olduğumu
izmir sokaklarında
seni nasıl koruduğumu
kadife sesine uzanırdım Kadifekale’de
gül gülüşlerine gültepe’de
kıskansa da konak
ben yüreğinin ortasında konaklardım
tarak yapar imbatı saçlarını tarardım
gözlerinin kıyısıydı benim için kordonboyu
sen bakarken basmane’ye
ben martılarla gözlerinden mutluluk araklardım
seni öpmeyi karşıyaka’ya saklardım
narlıdere asılı kalırdı
dudakların narında
ben buharlaşırdım
bakışların harında
Prag’da Diarbekirli bir Dreyfus.
Prag’da kamu kurumlarında görev alan bazı « derin » kişilerce « hedef » olarak kabul edilen bu şahsiyetin, başkaldıran adamın mücadelesi « Prag’daki Kürdün hikâyesi » olarak Diarbekir ve Kürdistan tarihinde yerini alacaktır.
Umut Veren Dağlarımız
Yamandır bizim dağlar, tüm dertlere derman olan
Yuvasızlara, çaresizlere, darda kalanlara
Kurda, kuşa, börtü-böceğe
Yavuklusunu kaçıranlara
Kucak açan
Yiğide
Mağdura
Yolcuya
Mekân olan
Umut ve güven dağları
Her ana kucağı gibi, her baba ocağı gibi huzur yeri
Dönüşü Olmayan Bir Yoldayım
Şimşekleri yoğun, güneşi içine çeken bulut kümeleri
Sardı, terk-i diyar edemediğim şu kocaman şehri
Ben günler, aylar siz de “yıllar” deyin
Nicedir maviliğini görmediğim
Göğün özlemini çekiyorum
Şimdi
Çoktan
Gazabından
Belasından
Kurtulamadığım
Fırtınalar sürüklüyor beni
Hep üşüyorum, titriyorum ben
Evet, şimdi avazım çıktığı kadar haykırıyorum
Çünkü korkuyorum güllerin, çiçeklerin dalları kırılır diye
Kur Xalo Min Birevîne
Dilê min de xweş evîne
Gulan veda min havîne
Ez qurbana çav te bim
Kur xalo min birevîne
Pişt mala me de kanî ye
Min kanîyê av anîye
Kur xalo lo xortê qemer
Ji te bo min roj ronî ye
Gundê me gundê şêran e
Xortan, qîzan û mêran e
Kur xalo ez te hiz dikim
Qedrê te ba min giran e
Paşila min de şeklê te ye
Dilê min de navê te ye
Kur xalo ez te dixwazim
Sebra min ji tu nemaye
Pêşeroja me ronî ye
Roja nû bo me nav de ye
Kur xalo tu para minî
Dilsozî ya min bo te ye
İfade özgürlüğü vazgeçilmez, öncelikli değerdir[*]
tot sententiae.”[1]
“CULPA VACARE MAXIMUM EST SOLATIUM”[1]
herkes karşısında
her şeyden sorumludur.”[2]
Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2016/109 no’lu dosyası ya da kamuoyundaki yaygın adıyla “Ayşe Öğretmen Davası”ndan ötürü karşınızdayım.[3]
Hayat Işığımdı
Duvarın diğer tarafından bastonuna dayanarak acılar içinde gelişini görür gibi olurdum ve bilirdim bu gece de dün ve ondan önceki gecelerde olduğu gibi ağrılardan uyumamıştır.
O kapının arkasındaki sürgüyü yavaşça aralar, aralı yerden dışarıya seslenirdi yaşlılığın verdiği endişe ile.
"Kim o ?"
"Teyze benim."
Aralı kapı kapanır, tekrardan ardına kadar açılırdı.
Onu o bu sabah da sağ salim karşımda görünce seviniyor ve yüzümde kocaman bir gülümsemeyle:
"GÜNAYDIN," derdim içimde ona olan bütün sevgimle.
Unutul(A)mazlar ya da Hatırlayın Onları[*]
unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz.
Ölü balıklar geçiyor kırışık bir denizin sofrasında
ve ellerinde fenerleriyle benim arkadaşlarım.
Durmadan düşünüyorum
ne kadar çok öldük yaşamak için.”[1]
Çok şeyin “unutuşa” teslim edildiği bir vurdumduymazlık bataklığıdır, “olağan” dedikleri düzen(sizlik)!