YENGE BİZ BİR HATA YAPMIŞTIK "2"

Sibel Karakız kullanıcısının resmi
Aradan dört yıl geçmişti. Her iki arkadaşın da yeni bebeleri olmuştu. Necla'nın ikinci oğlu, Nuran'ın ise iki yaş arayla iki oğlu oldu. Nuran bebelerine gözü gibi bakıyordu. İlk evladının aksine her ikisi de tosuncuk gibiydi. Büyüğünün ismi Adem, küçüğünün ismi ise Salih’ti.

İkinci bebeğine bir yıl önce trafik kazasından kaybettikleri kayın biraderinin adını koymuşlardı.

Necla'nın evi küçük bir apartmanın birinci kattaydı. Ev her iki caddeye bakıyordu. Nuran evine gitmek için Necla'nın penceresinin önünden geçmek zorundaydı. Necla zaman zaman o geçerken perdeyi açar hatırını sorardı. Karşı caddeye bakan odası daha geniş ve ferahtı. Oturma odasını karşı caddeye bakan o odaya taşınmaya karar verdi. Dolayısıyla arkadaşının geçtiğini göremiyor, hatırını da soramıyordu. Bunu Nuran yanlış anlamasın diye ona açıklamak istiyordu. Oysa Nuran çoktan kendine durumdan pay çıkarmış, açık açık yüzüne vurmuştu.

Nuran her karşılaşmada yolunu değiştiriyor, selam vermeden uzaklaşıyordu. Derken bir gün bakkalın kapısında burun buruna geldiler. Nuran yine tavırlı bir şekilde oradan uzaklaşmak istedi. Necla eliyle işaret ederek,

"Bir dakika durur musun?” dedi, “neyin var senin, neden benden kaçıyorsun?"

"Çekil yolumdan…" diye bağırdı Nuran. Arkasından küfretti.

Dondu kaldı Necla, bir şey söyleyemedi. Böyle çirkin bir tepkiyi hiç beklemiyordu. Sinirlenmişti,

"Ne diyorsun sen?"

Bakkalcı kadın kızıyla bağrışma sesine çıktı. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı.

Necla, kimse de böyle bir küfür yememiş ve de böylesi bir küfür etmemişti. O anda Nuran’ın boğazını sıkmak, boğmak istemişti. Yine de sükûnetini korudu.

"Ne hakla bana hakaret edersin? Açıkla o zaman, ne yanlışı mı gördün ki o kelimeyi bana kullanıyorsun?" diye yakasına yapıştı. Nuran zor kurtuldu Necla’nın elinden, öfkeyle soluyor, ağlamaya başladı.

"Sen de bana aynı şeyi söylemiştin?"

Necla bir kez daha şoka girmişti. Nasıl bir iftiraydı bu. Böyle bir sözcük ağzından çıkmamışken hem de.

"Ben sana asla böyle bir şey söylemedim. Söylemem de.”

"Artık ben senin evinin yanından geçerken pencereye de çıkmıyorsun. En son geçtiğimde ise, "O kelimeyi kullandın bana. Onun için bende senin için söyledim"

“Ben söylemedim!”

“Söyledin işte.”

"Mademki söyledim, neden o anda tepki göstermedin?"

"Peki, yemin eder misin, çocuğum ölsün ki ben sana öyle demedim der misin?"

Necla ne yemin etmekten ne de birine beddua etmekten hoşlanmazdı. Üstelik Nuran’ın gözlerindeki nefreti ve ağzından alevlerin savrulduğunu hissedebiliyordu. Gerçekten çok etkilenmişti. Birden ürperdi ve durakladı. Bu nasıl bir öfkeydi. Ortadan hiçbir şey yokken, nasıl böyle bir yalanı gerçek gibi söyleyebiliyordu. Başka bir kelimeyi böyle anlamış olabilir miydi? Yoksa ona olan başka bir öfkesi vardı da onu mu kusuyordu. Bir sürü şeyler geçirdi aklında.

"Ben yemin etmem durup dururken.” dedi birden, “peki aynı yemini sen eder misin?"

"Ederim tabi, Allah canımı alsın ki sen bana… “dedin.

Necla bu sözün üstüne ne diyeceğini şaşırdı. Kendinden şüphe duymaya başladı. Hiç söylemediği bir kelimeyi 'acaba söyledim mi' diye içinden geçirdi. Nuran' yeni komşularının, geçmişte yaşadıklarının duyulmasından korktuğu için mi, yoksa bilmediği başka bir nedenle arkadaşlığını bitirmek için mi bu yola başvurmuştu. Böyle bir durum da ne diyebilirdi ki? Uzun uzun Nuran’ı süzdü, ama bir şey söylemedi.

"Seni çok yanlış tanımışım" dedikten sonra evinin yolunu tutar. O günden sonra Nuran’la olan arkadaşlık bağını tamamen kopardı. Karşılaştıklarında ne selamlaşıyor ne de konuşuyorlardı.

Bir hafta sonrasıydı, Necla, bakkalcı kadından Nuranların, kayınbiraderinin mezarını yaptırmak üzere memlekete gittiklerini öğrendi. Üzerinden birkaç gün geçmişti… Bakkalcı kız gözleri nemli Necla'nın yüzüne bakıyordu. Sanki bir şeyler söylemek istiyordu ama söyleyemiyordu bir türlü. Yutkundu. “Günaydın Necla abla” dedi.

“Günaydın”

Birbirlerine hal hatır sordular.

“Necla abla haberin yok galiba?" dedi.

Necla heyecanlandı birden. Çünkü ses tonu ve yüz ifadesi, gözlerindeki nem hiç de iyi şeyler söylemeyeceğini bildiriyordu. Meraklanmıştı.

"Ne haberi?"

"Nuranlar…"

"Anlamadım ne olmuş Nuranlara?"

"Nuranlar memleketten dönerlerken kaza geçirmişler…"

Necla sarsıldı, başı döndü, düşer gibi oldu. Nuran’a kızsa da, küsse de arkadaşıydı yine de. Onunla ekmeğini, suyunu, dertlerini paylaşmıştı. Her şeye rağmen sevmişti.

"inşallah önemli bir şeyleri yoktur…"

Kız başını sağa sola salladı. Necla birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kız onu teskin etmek için bir bardak su getirdi.

"Peki nasıl olmuş kaza, kimseye bir şey olmuş mu?”

"İzmir’e dönüyorlarmış. Ankara yakınlarında bindikleri otobüs bir kamyonla çarpışmış. Çok sayıda ölü ve yaralı varmış. Ne yazık ki Nuran ve küçük oğlu hayatını kaybetmiş. Büyük oğlu babasının kucağındaymış. İsmail abi kamyonun üstlerine geldiğini görünce onu otobüsün koridoruna fırlatmış, o kurtulmuş. Kendisi de yaralıymış, hastanede yatıyormuş ve durumu da iyi değilmiş. Nuran'ın ve küçük oğlu yani Salih'in öldüğünden de haberi de yokmuş.

Çok üzüldü, çok gözyaşı döktü Necla. Günlerce kendine gelemedi. İsmail'in bacağı kırılmıştı. Bir süre sonra iyileşti. Büyük oğlu Adem de iyiydi. Henüz üç yaşında olan Adem hiçbir şeyin farkında değildi. Ne annesinin ne de beş aylık kardeşinin öldüğünden haberi vardı. Babaannesinin yanında kalıyordu. İsmail kazadan dört-beş ay sonra, alelacele bir evlilik yaptı. Evlendiği karısı eşinden ayrılmış ve dört ile altı yaşlarında iki çocuğu vardı. Evliliğinin henüz ikinci haftasında Ankara'daki komşu kızından bir mektup aldı. Şaşırmıştı. Heyecanla mektubu açtı. Okumaya başladı.

“Ben seni çok sevmiştim, hala da seviyorum, ama bunu sana açıklayamamıştım. Eşini kaybettiğini duydum..." diye devam ediyordu mektup.

İsmail yaptığı evlilikten pişman olmuştu. Kadıncağıza bu mektuptan bahsetmeden onu istemediğini hal ve hareketleriyle gösteriyordu. Ona, "ben seninle evlendiğime pişman oldum, bu evde istemiyorum artık. Geldiğin yere geri dön" dedi. İsmail telafisi mümkün olmayan bir hata yapıyordu yine. Kadıncağız 'hay hay' demedi. Bir süre direndi. Hatta, İsmail onu kapı dışarı etmek istediğinde sandalyeyi kaptığı gibi İsmailin kafasına geçirmiş ve onu yaralamıştı. Üstelik henüz nikâhları da yoktu. Sonunda kazanan İsmail olmuş ve kadıncağız tekrar babaevine dönmüştü.

İsmail iki ay sonra Ankara'dan mektup gönderen kızla sessizce evlendi. Birkaç ay sonra ise tayini başka bir ile çıkar ve apar topar İzmir'den ayrılırlar.

Necla ne zaman arkadaşını hatırlasa üzülüyordu. Nuran’ı küs olarak kaybetmesine mi üzülsündü yoksa onun gençliğine mi, annesiz kalan biricik yavrusuna mı, kucağında kaybettiği bebesine mi, bilemiyordu. ‘Değiştirilemez, engellenemez kader bu olsa gerek.’ diye düşünüyordu.

‘Nur içinde yat arkadaşım…” diye mırıldandı. Gözlerinden boşalan yaşlar sel olup aktı yüzünden aşağılara.

Karakız...

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...