Kör karanlık hücreye attık, adam saz çalıyor./ H.Hasan Balcıoğlu

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
1987’de Isparta Cezaevi'ne götürülmüş, cezaevi girişinde üst baş aramasından sonra önüme atılan tutsaklara zorla giydirilmeye çalışılan "Tek Tip Mavi Elbiseyi" giymeyi kabul etmemiştim.

“Üç yıldır her türlü tutsak haneyi gördüm. Bu elbiseyi giymedim. Bundan ötürü ağır hücre ve işkencelerden geçirildim, ama yine de giymedim.” dedim.
Başgardiyan yüzüme dik dik baktı. Sesini yükseltti birden.
“Sus ulan!” dedim ona.  Aramızdaki küçük bir itişme sonrasında müdürün odasına götürdüler beni.
Müdüre durumu anlattım.
“İstersem bu cezaevinden kaçabilirim.” dedim, “ ancak 7 aylık kesilmiş cezamı yatacağım ve cezaevinin insanlık onurunu kırabilecek hiçbir uygulamasına boyun eğmeyeceğim!”
Müdür şaşkınlıkla beni dinliyordu. “İstanbul tutsak hanelerinin işkencelerinden geldim ben ve şerbetliyim aynı zamanda.” diye uygun bir dille anlattım.   Müdür:
“Hayır,  kesinlikle bu elbiseyi giyeceksin!” diye ısrar ediyordu.
“Hayır, giymeyeceğim!” dedim. “Gereken ne ise buyurun yapın!”  
“Seninle pazarlık etmem, ben müdürüm, ben ben şuyum buyum” diye atıp tutmaya başladı.
“Uzatma!” diye bağırdım. “Hücreler nerede, yolu gösterin!”
Birden üzerime çullandı gardiyanlar. Bir ikisine vurdum, yere kapaklandılar. Bu kez üzerime daha kalabalık geldiler. Ellerimi kollarımı bağlayıp yere yatırdılar beni. Yerde tekmeledikten sonra ayağa kaldırıp müdürün karşısına diktiler.
“Atın bunu hücreye.” dedi müdür. “15 gün orada kalsın ki ancak aklı başına gelir.”  
Üzerimde atlet, altımda şortla hücrelere doğru sürüklendim. Üç dönemeçli bir merdivenden indikten sonra karanlık maltası olan yere doğru girdik. Gardiyan ışıkları açtı, diğer iki gardiyan da hücrenin kapısını açarak beni içeri doğru karga tulumba fırlattı. Hücrenin ıslak tabanı, karanlık duvarları nemden yeşermiş. İçerisi pislikten geçilmiyor, yukarıda geçen kalorifer borusu bezle sarılmış. Köşede bir tuvalet taşı var, pislikten simsiyah olmuş. Bir musluk var altında. Lavabo desen yok. Musluğun çevirme kolu yerinden çıkıyor, ağır bir metal işe yarar diye avucuma aldım tekrar yerine taktım. Bakarsın lazım olur!
“Gardiyaaaaaaaaaannnnn!” diye uzatarak bağırdım. “Yemek almıyorum, ona göre. Gün direnme zamanıdır!”

Mazgalın arasından çok az bir ışık sızıyor, bu ışık huzmesi hücrenin küçük bir bölümünü aydınlatıyor. Mazgal kapağını biraz daha itince ışık biraz daha içeriye dolmaya başladı. Loş ve de hoş bir ışık.
Hücrenin tabanındaki pisliği bir köşeye doğru topladım. Ellerimi de duvardaki nem ile temizledim.
Akşama doğru gardiyanların ayak seslerini duydum. Saat kaç, bilemiyorum.
Hücrenin kapısına vurdu bir gardiyan. Mazgalın alt kapağını açıp tam yemeği uzatıyordu ki, “ Saat kaç?” dedim.
“Saat altı” dedi.
 ‘Güzel.’ dedim içimden. Yemeği geri ittim. Yemek zaten yenecek cinsten değil. Büyük bir asker tahini ve makarnadan ibaretti.
Gardiyanlardan kendime saat yapmıştım artık. Sabah 8 yemek, öğlen 12 ve akşam 6… Hesabıma göre beş gündür yemek almıyordum ve yalnızca su içiyorum.
Şortumdaki lastik gözüme çarptı birden. Yuvarlak don lastiği...
Lastiği özenle çıkardım. Dördünü şortuma lastik yaptım, diğer sekiz teli hücrenin kapısında seksen santim civarı, iki kol arasına paralel olarak bağladım. Lastiğin birini do akordu yaptım. Sonrakileri re, mi, fa, sol, la, si, do… Böylelikle perdesiz bir saz yaptım. Bunu çalıyorum. Gevşeyince tekrar akort ediyorum.
Hücre iki metre kare… Ancak akustiği şahane. Bazen Neşet Ertaş çakıyorum:
“Mahpushanelere attım postumuuuu”
                     ****

Hesabıma göre yedinci gün… 
Cezaevi müdürü geldi. “ Ne yapıyor?” diye sordu beni gardiyanlardan birine.
“Açlık direnişinde ama içeride saz çalıyor müdürüm.”
“Ne sazı?” 
“Saz çalıyor müdürüm.”
Müdür duyduklarına inanamıyor. Şaşkınlıktan küçük dilini yutacak neredeyse.
“Emin misin?”
“ Evet müdürüm, içeriden saz sesi geliyor..”
“Açın kapıyı!” diye emretti müdür.
Kapıyı açtılar, müdür içeriye girdi. Sağa sola baktı. Bir şey göremedi.
“Hani sazın nerde?” dedi bana.
“Ne sazı?” dedim 
“Saz çalıyormuşsun.”
“He, çalıyorum” dedim umursamadan.
Müdür başladı nutuk atmaya: “Bak elbiseyi giyseydin bunlar gelmeyecekti başına. Şimdi ranzanda paşa paşa oturmuş olacaktın…”
Onu umursamıyordum bile. “Direnmeye devam! “dedim, “sen yenileceksin!”
Ben birazdan kızacağını beklerken, o gardiyana talimat verdi:
“Çıkarın bunu buradan!”
Birkaç gardiyan koluma girip hücreden dışarıya çıkardılar beni.
“Karantinaya alın!” diye bir ses duydum. Şort ve atletle karantina koğuşuna götürdüler beni. Müdür tekrar yanıma geldi. “Seninle uğraşamam” dedi, ”burada siyasi mahkûm yok, yalnızca adli mahkûmlar var. Seni onların yanına da koyamam, orayı da karıştırırsın.”
Fazla bitkin olduğumdan adamın söyledikleri umurumda değildi hiç.
“Bak karantinaya getirdik seni, artık şu direnişi bırak!” diye ekledi müdür.
Başımı çevirip yüzüne baktım: “Bana bak ulan!” dedim. “Ben buraya kavga etmeye gelmedim. Onurumu korumaya geldim. Elbiselerimi getir. İtlerini de başımdan çek. Yoksa senin için iyi olmaz! “ Başka şeyler daha söyleyecektim ama şansımı zorlamak istemiyordum.
Müdür bir şey demedi nedense. Hızla yanımdan ayrıldı.
Gardiyanlardan biri elbiselerimi ve yanımda getirdiğim çantamı karantina koğuşunun kapısını açıp içeri fırlattı.
Karantina koğuşunda birkaç adli mahkûm var. Koğuşta ranza yok, yer yatakları var. Tuvaleti var, üstelik kapılı.
Tutuklulardan biri yanıma geldi. 
“Geçmiş olsun kardeş” dedi.  Gözlerinin içine baktım, ayakta durmakta zorluk çekiyorum. Başım ve gözlerim dönüyor, açlıktan ağzım kurumuş… 
Gardiyanlardan biri gülerek içeri girdi.
 “Hasan Bey ben sana kapı altında vurmadım biliyon de mi? dedi biraz da tırsarak. 
“Valla da billa da saz çalıyodun sen. Allasen sazın nirde?” diye sordu.
Ben çorba içmekle meşguldüm hâlâ. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Zoraki gülümsedim.
“Sazım hücrenin kapısında asılı.” dedim. 
Adam bir çocuk gibi sevindi, koşarak koğuştan çıktı. Beş on dakika sonra geri geldi.
“Laaan don lastiiimiş bu ya…” diye şaşaladı.

Bir hafta sonra müdür gardiyanlar eşliğinde karantina koğuşuna geldi. Yüzüme bakarak: “Yarın yolcusun” dedi. 
“Size daha önce bu kör dört duvar arasında ‘sizi yeneceğimi’ söylemiştim!” dedim
Müdür hızla çıktı koğuştan.
 
Oradan Sütçüler’i, ardından Eğirdir’i ve sonra da Senirkent İlçe Cezaevini ziyaret ettim.  
Hamza Hasan Balcıoğlu.
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...