GÖÇ ÖYKÜLERİ VE “KEDER PERİLERİ”*

Adil Okay kullanıcısının resmi
“Edebiyat tarihin unuttuğunu gerçek kılar”. Carlos Fuente

Geç keşfettiğim bir yazar Remziye Arslan, yıllar önce yazmış Keder Perileri’ni. Ama benim karşıma yeni çıktı. Her yeni çıkan kitaptan haberimizin olması mümkün değil tabi. İzlediğim dergi sayısı onu geçmiyor. Kitap ekleri de sınırlı sayıda yazar şaire yer verebiliyor. Kitap tanıtım yazılarının da tümünü okuyamıyoruz. Hal böyle olunca, özel olarak da birileri tavsiye etmeyince birçok başarılı eseri gözden kaçırıyoruz.  Onlardan biri de yeni elime geçen “Keder Perileri”: Okurken hüzünlendiğim ama aynı zamanda edebi haz aldığım incecik bir öykü kitabı. Nicelik olarak ince ama nitelik olarak kalın diyebiliriz. Zira binlerce sayfa istatistikî bilginin, raporun, analizin, tarih kitabının damıtılıp, süzülüp, metaforlarla öykü olarak karşımıza çıkması söz konusu. Ama öyle böyle öykü değil, küçük şoklarla ilerleyen ve okuru sarsan usta işi öyküler bunlar.
 
Neden usta işi dediğimi kısaca anlatmaya çalışayım. Sonra Arslan’ın öykülerine geçeyim. Artık herkesin hemfikir olduğu gibi sadece “anlam” değil öyküleri (genel olarak sanat eserlerini) başarılı kılan. O anlamı – temayı örmede, çatmada kullanılan dil ve üslup da anlam – tema- içerik kadar önemli. Nitekim Remziye Arslan da öykülerini yazarken dili iyi yontmuş. Sözcüklerin fazlasını atıp, yazdıklarını damıtmış ve “eser”ini inşa etmiş. Bu inşada dilin tüm kıvrımlarını, gizli geçitleri, dilbilgisi kurallarını zorlamış. Dağıtılan sözcükleri yeniden çatarken kullandığı harcı imgelerle renklendirmiş. “İİham geldi, yazdım, bıraktım” dememiş. O “ilham”ı oya gibi işlemiş. Temanın, anlamın önemli olsa da yetmeyeceğini bilmiş, biçimde-biçemde ustalığa varmış. Tabi bu arada dili iyi kullanıyorum- kullanacağım diyerek kuşdiline yönelmemiş, yalınlıktan uzaklaşmamış. Handan Çağlayan’ın altını çizdiği gibi, “Ne politik söylemin edebiyatı sömürgeleştirmesine izin vermiş, ne de anlattığı olayları dramatize etmeye kalkmış.”[i]
Uzun yıllar hem bizzat yaşadığım, hem de şiirlerime ve öykülerime sirayet eden sürgün temasını bana yeniden sorgulatan on iki öykü var Arslan’ın kitabında. Tabi öykülerde sürgünden fazlası var: Özellikle iç göç ustaca işlenmiş. Ve en önemlisi bu zorunlu göçlere maruz bırakılan insanlar arasından sadece orta sınıf ve/veya üst sınıf mensuplarını seçmemiş yazarımız. Mülksüzleri de anlatmış. Çöp arabasını hem zabıtaya hem küçük mafya bozuntularına karşı korumaya çalışan Merdan ile özel arabalarda iğreti duran Gülistan öznelerinde en alttaki göç’menlerin sessiz çığlığı okuyucuya duyurulmuş. Zorunlu göç nedeniyle intiharın ya da şizofreninin eşiğine gelen insanlar ustaca betimlenmiş.
 
Arslan, bir söyleşide Elif Dumanlı’nın kendisine yönelttiği sorulardan birine verdiği yanıtta bunun altını çiziyor: “Kitaptaki öykülerde konu edilen göç, zorunlu göçtür; yani, en travmatik boyutlarda yaşanan göçtür söz konusu olan. Türkiye’nin son yirmi beş yılında özellikle Kürt nüfusun maruz kaldığı bir toplumsal yıkımın, bireylerin hayatında ne tür yaralanmalara sebep olduğunu anlatmak için en elverişli dil, elbette edebiyatın diliydi; çünkü edebiyat, sosyal bilimlerdeki istatistiksel dilin yerine, bireylerin ve toplulukların anlam dünyalarının dilini kullanır. Yüreğin, ruhun, hayatı hücre hücre kuran küçük şeylerin dilini kullanır edebiyat.”
 
Remziye Arslan’ın Öykülerinde kimler yok ki? Gözleri altı aydır kapanmayan, göç ettiği topraklarda ölmeyi bekleyen İhtiyar Sisê. Hatıra defterini bize sunan genç kızlığa adımı yeni atan Berivan. İstanbul’a yeni gelen Bingöllü bir adamın saçlarının içine girip O’nun midye satma hayallerine şahit olan bir poyraz. Yüzü değiştirilen, eski yüzü ile yeni yüzü arasında sıkışıp kalmış bir itirafçı. Karlı bir kış günü köylerini boşaltma emri alan, kara karşı yol açmaya çalışan köyün erkekleri. Kertik kokusunun peşine düşmüş, Mersin’den Bitlis’e gideceği günün hayali ile yaşayan Seyran Hanım. Uzun saçlarını savurarak, kendini almaya gelen özel arabaların ön koltuğunda oturan Gülistan. Hakkari’den gelip çöp toplayan, çöp arabasını zabıta Hamza’ya kaptıran Merdan. Yaylalarda otlarken Diyarbakır’da bir apartmanın bodrum katına kapatılan bir inek. Mardin’den gelip tek bir kelime Türkçe bilmeyen beş numaralı dairede oturan yaşlı kadın…” [ii]
Arslan’ın “Keder perileri” adlı öyküsünden tadımlık bir parça aktarıp dili hakkında örnek vereyim: “Mezarlığa doğru uzayan patikada, tozlu devedikenlerinin arasında yürüyordum. Tepeden tırnağa tere batmış ve yorgundum. Gözlerim, tanıdık bir şeyler arıyordu; ama hiçbir şey eski yerinde değildi: ne küçük, şirin evleri süsleyen bahçeler ne iri yaprakların arasında mor salkımları saklayan üzüm bağları ne avlulardaki salıncaklar ne de sokaklarda çınlayan çocuk sesleri? Hiçbir şey bildiğim yerinde değildi; Deli Zekiye’nin geçtiği yere yapışan yoksulluk kokusu bile.”
 
Sonuç olarak Remziye Arslan sonu mutlu biten popüler kahramanlık öyküleri yazmamış. Reyting uğruna, çoksatarlar arasına girme adına otosansüre yönelip dilini köreltmemiş, tersine bilemiş. Bu coğrafyada yaşanılan (resmi tarihin yok saydığı)  zorunlu göç olgusunu, kimlik sorununu sınıftan uzaklaşmadan edebiyatla görünür kılmış. Hatırlatmış. Tarihe not düşmüş. Ancak altını yeniden çizmeliyim ki bu notlarda sahi’likten uzaklaşmamış yazar. Edebiyatımızdaki bir eksikliğin giderilmesine katkı sunmuş. A. Ömer Türkeş’in dediği gibi, Hakikatin yerini yalanların aldığı bir ülkede en çok zarar görecek yazarlık kimliğidir. Sonuçta, hakikatin ve doğruların silindiği bir edebiyatın değer kaybı kaçınılmazdır. (…)  Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal gündemi, bu gündemin yarattığı atmosfer ile edebiyat arasında bir uçurum var. Sanki savaşlardan, krizlerden, şiddetten arınmış başka bir ülkede yaşıyor roman (ve öykü b.n) kahramanları. Sadece güncel siyasi ve toplumsal meseleler değil, artık tehlikesiz denilebilecek siyasi geçmiş de girmiyor ilgi alanına...”[iii]
 
Ama iyi ki Remziye Arslan gibi yazarlarımız var. Bu hengâmede başlarını kaldırıp, gerçek tarih yazılımına katkı sunuyor ve bu âlemde “Biz de varız” diyorlar. Üstelik edebiyattan uzaklaşmadan…
        
okayadil@hotmail.com
 
*Sancı Dergisi, Sayı 18, 2018.
Künye: Keder Perileri, Remziye Arslan, Ütopya Yayınevi / Öykü Dizisi, Nisan 2008.
 

[i] Handan Çağlayan’ın 30 Ağustos 2008 Tarihinde http://bianet.org ‘da Yayınlanan “Sosyoloji Kökenli Bir Öykücüden Zorunlu Göç Hikâyeleri: Keder Perileri” Adlı Yazısından.

[ii] Elif Dumanlı‘nın 11.02.2010 tarihinde Günlük Gazetesi’nde yayınlanan tanıtım yazısı ve yazarla söyleşisinden.

[iii] A. Ömer Türkeş, Seçici Unutkanlık, www.ozguruniversite.org, 2018.

 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...