Kimlik ve Kişilik Üzerine

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Bir toplumun unu, mayası, ekmeği, öz anadili ve bu dille düşünerek geliştirdiği kültürel yapısıdır. Bunun yerine kendi doğasına tamamen uzak yabancı dil ve dinle mayalanmış toplum, hiçbir şeye yaramayan küflenmiş ekmek ya da çöp demektir.

 
Kimlik; kişiyi insan yapan, aynı zamanda ulusal değerler bütününü kapsayan öz dilidir insanın.
Kişilik; anadiliyle düşünülerek geliştirilen genel kültürel karaktere denir. Bir toplum kendi öz değerleri olan dil ve düşüncesinden uzak, başkalarının dil ve diniyle düşünüp yaşıyorsa, o toplum hep geri kalmaya mahkûmdur.
Dil ve kültür değerinden uzak olan devlet ve toplumlar, her ne kadar bayrak, vatan, din, millet ulus olduğunu ifade etse de, kültürel olarak içeriği boştur. Mevcut boşluk; gerçekle ve öz değerleriyle alakası olmayan dini soyut safsatalarla doldurulmuştur.
Onun için Türkiye gibi çoğu Müslüman ülkelerde, “Kimlik ve Kişilik dendiğinde dinden başka bir şey anlaşılmaz. İfade edilen mantıkta Kimlik; sadece kişinin ana, baba, doğum ve adını yazan kart parçası olarak görülür.
Kimlik ve kişiliğin yerini, cahil insanların ürettiği hayal ürünü dini safsataların doldurması, kendi diliyle yaşayıp düşünen birçok toplumu da geri bırakmıştır. Arap toplulukları buna en somut örneklerden birisi.
Müslüman Türklerse, Araplardan daha çarpık bir şekilde kendi öz anadil değerinden uzak, Arap İslam dinine sahiplenmeleri geri kalmalarındaki en büyük sebeplerden birisidir. Çünkü kimlik, kişilik, kültür, bilim ve sanatla ilgili düşüncelerini sürekli İslam'a dayandırmaları, Türkleri tamamen edilgenleştirmiştir.
Diğer taraftan anadilliyle düşünerek dini dogmalardan uzak yarattıkları kültürle, doğru bir sorgulama yapan toplumların, her türlü edilgenlikten kurtulduklarını tarihteki örneklerden biliyoruz. Bu değerleri özet olarak şu şekilde sıralamak mümkün.
1-Öz anadil kültürüne sahiplenmek.
2-Anadille geliştirilen düşünce doğrultusunda, kendi genel kültürel kişiliğini oluşturmak.
3- Genel kültürün, dini gericilikten tamamen ayrışması.
4-İnanılan din, ulusal kimlik ve karakter olarak asla görülmemeli.
Sıralananlara daha farklı maddelerin eklenmesi mümkün. Fakat hepsinden önce temel yapıyı “Anadil” ve bu dilin düşüncesi belirlediği için, dil gerçekliği kabul edilmeden diğer şeylerin yerli yerine oturması mümkün değil.
Bu genel değerlendirmeden yola çıkıp Türk kimliği, kişilik ve gelişimi üzerine inceleme yaptığımızda, karşımıza herkesi şaşırtacak büyük bir anormal yapı çıkıyor.
Örneğin dünyadaki 200 devlet içerisinde bazıları hariç, Müslüman Türkler hepsinden daha erken ve uzun devlet geleneğine sahiptirler. Buna rağmen hâlâ 3. Dünya Ülkeleri komundan çıkmış değiller. Bunun birden çok nedenleri var.
Asıl sebepse, Müslüman Türkler kendi anadil değerlerine sahip çıkmayıp, tamamen yabacısı olduğu Farsça ve Arapça dil ile, İslam diniyle konuşup düşünmesi, hamuru ve mayası bozuk ekmeğe benzemektedirler.
Bilindiği gibi herhangi bir ekmek türü yapılmak istendiğinde, önce o ekmeğe uygun un bulunur. Daha sonra hamurlaştırılan una en uygun maya katılarak, hamurun o mayaya göre özünü alması beklenir. Böylece tercih edilen özellikte ve tatta ekmek yapılmış olur.
Bir toplumun unu, mayası, ekmeği, öz anadili ve bu dille düşünerek geliştirdiği kültürel yapısıdır. Bunun yerine kendi doğasına tamamen uzak yabancı dil ve dinle mayalanmış toplum, hiçbir şeye yaramayan küflenmiş ekmek ya da çöp demektir.
Her zaman ifade edildiği gibi bireyi, grubu ve topluluğu insanlaştıran ve dünya tarafından insan olarak tanımasını sağlayan temel kaynak, anadili ve bu dille düşünerek geliştirilen öz kültürel yapıdır.
O zaman sormak gerekiyor Müslüman Türklere; 1037 yıllarında Büyük Selçuklu kurduğu devletin dilini Farsça, dinini İslam'a dayandırması, hamuru ve mayası bozulmuş topluluk değil midir?
Türk kökeninden gelip egemen toplum olunmasına rağmen, kendi kendisini yabancı bir dil ve dinle çarpık şekilde asimile etmek, kabile toplumlarında bile görülmeyen yozlaşmadır.
1071 yılında kurulan Anadolu Selçuklu devleti aynı mantık üzerine devam edip, Farsça dil ve Arap İslam dinini her şey yerine koyması, daha büyük bir kimliksizlik ve kişiliksizliği hakim kılmıştır.
1299 yılında kurulan Osmanlı daha ileri giderek, anadil olarak Arapça ve İslam dinini temel değer (Öğe) görüp, Türkçe konuşmayı yasak etmesi kimlik, kişilik ve kültürden nasibini almamış en büyük soysuzluktur.
1923'de kurulan Cumhuriyet yönetimi ise, Osmanlı mantığının doğru bir kimlik ve kültürel değeri olmadığını biliyorlardı. Anadile dayanan yapının olmaması ve 1923'deki zorluklar Cumhuriyetçilerin, Osmanlı'yı çok fazla aşamadıklarını gösteriyor.
Her ne kadar Türkiye devletinin dili Türkçe olarak anayasa ve resmiyete girmiş olsa da, bu dili geliştirecek Türkçe kelimeler üretilmemiştir. Türkçe üst ulus kültür dili olarak kabul edilmesine rağmen, Arapça, Farsça ve diğer yabancı kelimelere Türkçe ekler yapmakla yetinilmesi, Dil Biliminden (Lengustik) bir şey anlamamaktır.
Cumhuriyetçiler, Osmanlı'dan almış oldukları karakteristik yapıyla hoşlarına ne gitmişse onu ilke olarak alıp yazmakla kimlik ve kişiliğin gelişeceğini düşünmüşler. Bu düşüncenin ne kadar sakat ve bilimsellikten uzak olduğunu şu noktalardan anlıyoruz.
İslam dinini resmileştirip ulus kimliği yerine konması veya ulusalcılığı tamamlayan temel unsur görülmesi, cahil ve gerilik değilse bilinçli bir yozlaştırmadır.
Aynı şekilde laikliği resmileştirip, laikliğin din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıyken, modern giyinmek ve din karşıtlığı şeklinde öğretilmesi, tam bir dezenformasyon.
Benzer bir durumsa, ekonomik ve sosyal yapıda Türkiye gerçekliğinin dışında Avrupa mı, Asya mı, Orta Doğu mu, ne tür olduğu belirsiz karmaşaya dayanan üretim, tüketim ve insan ilişkileri oluşturulması.
Eğitimdeki belirsizlik ve niteliksizlikle birlikte sıralanacak o kadar anormallik mevcut ki, hepsi yazılsa sayfalar yetmez. Her konuda kendi öz değerlerininden uzak, Arap İslam mantığıyla kimlik ve kişilik kazanılmayacağının hâlâ farkına varılmaması, toplumsal mantık ve düşüncenin tamamen öldüğünü gösteriyor.
Böyle bir mantıkla yaşayan toplum ve ülkenin, siyasal, ekonomik ve kültürel olarak gelişmesi asla mümkün değil. Bugüne kadar kimlik ve kişilikle ilgili ilkeli doğru, tüm yanlışları kabul eden bir siyasi anlayışın çıkmaması, düşündürmeye devam ediyor.
Gel ki halk sorgulamaktan uzak, sürü misali ulus ve kimlik sahibi olmayı Arap İslam dininde gördüğü için, kimliksizlik ve kişiliksizliği gönüllü kabul etmiş demektir. Bu devlet ve toplum yapısında kimlik, kişilik ve bilim gelişmeyeceği gibi, birlikte yaşadığı farklı halkların dil ve kültürlerine de bir faydası beklenemez.
Bir kişi veya toplumun, “Öz Kimlik (Dil) ve Kişiliğine (karakter)” sahip çıkması demek, başta kendi değerleri olmak üzere, diğer halkların değerlerine de saygı gösterip barış içerisinde yaşamaktır.
Ancak ne hazindir ki, Müslüman ülkelerde farklı kimlik ve karaktere saygı gösterecek anlayışı bulmak neredeyse mümkün değil. Müslüman Türklerin kimlik ve kişilikleri kısaca böyle bir yozlaşma üzerine şekillendiği için, her on yılda bir siyasi ve ekonomik kaosla mutlu olmaya çalışırlar. Bu haliyle dünyaya kahramanlık naraları atmak, kimlik ve kişilik bozukluğunun en açık dışa vurumudur. 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...