Gökçe

Nejla Arslan kullanıcısının resmi
Gökçe, çıkışı ahıra bakan iki göz, biri mutfak ve banyo olarak kullanılan evin çağında bulaşıkları yıkayıp odaya girdi. Her kapıyı açışında karşısında sütünü satın almayı düşünmediği kara bahtlı ineği görmeye alışıktı. Kara yazgısı derme çatma küçük avluda yaşamak zorunda oluşuydu. Gökçe’nin durumu da inekten farklı değildi.

Zengin evinde inek olsa bir ahırda yaşama şansı olurdu. Bulabildiği en ucuz ev burasıydı sonuçta. İki köz odayı sabunlu sularla o kadar çok siliyordu ki böceklere yaşam hakkı tanımıyordu.

Altı ay olmuştu cinayetten hüküm giyen kocasının kollarına ve kendini sarhoş eden nefesine kavuşalı. Güzel bir adamdı kocası. Hatta güzel demekte pek doğru olmazdı. Can yakan bir bakıştı. Her kadının istemeden de olsa gözünün kayarak iç çekmesine neden olacak duruşa sahipti.  Yüzüne bakan saf bir adam sanırdı. Gökçe’nin yüreciği her bakışında lal olurdu dili, kör olurdu gözü cemalinin güzelliğinden. Öyle severdi Gökçe adam öldürmüş kocasını.

Sığırtmaçtı Gökçe kocası içerde gün sayarken. Yayla zamanı oldu mu değerli olurdu. -ki kendi de şaşardı buna- Bir kızı vardı; adı Gülüm.  O kadar çok aşıktı ki kocasına. Kızının adını doğmadan Gülüm koymuştu.  Kocası hep “Gülüm.” derdi ona içeri girmeden önce.Üç beş yıl işte girip çıkmıştı, yıl dediğin çabuk geçiyordu. Ekmek parası kazanmak, kocasına sigara parası yatırmak, üstünü başını almak, sivri burunlu, yürüdükçe “tak tak” diye ses çıkaran kundurayı içeri götürmek onu nasıl mutlu ediyordu. Af çıkmasaydı daha çok para yatırır ve kundura   alırdı kocasına.

Gelmişti ya ne önemi vardı gerisinin? Bir kat yatak vereydi babası iyiydi. Vermedi, istemedi zaten. Bir oda bir çatı olaydı ona yeterdi. Bir kocası olaydı yüreğinin bağını çözen.  Yüzlerce koyunun yününden bir yorgan verebilirdi belki diye bile düşünmedi Gökçe.

Girişi ahır olan evinin önünde duran taksiden inenin kardeşi olduğuna gözleri bir süre inanamadı. Gadasını aldığı görmeyeli ne serpilmişti. Sırtında çantası, jöleli saçıyla yaylaların mor sümbüllerini evine getirmişti. Koyunlar kuzusuna kavuştuğu anda nasıl çanları çalıyorsa onun için de çalmıştı işte.

“Gadasını aldığım, gardaşım.” diye sarıldığında dünyanın tüm nimetleri önüne serilmiş olduğunu düşündü.  Babası koyunu, kuzuyu satmış, kardeşine G. A. T. E. M’de hırdavat dükkânı açmış, bir de apartman katı almıştı. Kardeşinin gözlerinde acıma duygusundan ziyade eve aşağılık bir mahluk görmüş gibi baktığını anlamadı Gökçe. Makarnayı haşlayıp domates sosu ekledi üstüne, turşuyla önüne koydu. Kocası akşamına Antep’in pavyonlarında kardeşini hangi parayla eğlendirdiğini bilmedi. “Çok çakal bu adam, dikkat et.” dedi kardeşi yiyip içip giderken.

Biraz canı sıkkın mıydı ne kocasının? “Yetmiyor Gülüm yetmiyor komi parasıyla geçim olmuyor,” dert yanmaları karşısında bulaşık yıkamaya başladı kebapçıda.  Önceleri şalvarla gidiyordu işe. Allı, dallı yazmalar bağlıyordu. “Sen hiç aynaya bakıyor musun?” dedi patronu bir gün. Saf gözlerle baktı Gökçe. Bakıyordu bakmaz mı kadın dediğin.  “Bak güzel kadınsın nerede olsa iş bulursun. Şu üstünü başını düzelt servise alalım seni.” Bilmediğimden mi sanki böyle alışmışız demedi servise geçene dek. Kendi de şaştı kaldı sonra aynaya bakınca. Genç kız gibiydi. Dar kot rahatsız etmeseydi daha iyi olacaktı. Yazmayı da atınca başından hiç kimse onun bir zamanlar sığırtmaç olduğunu bilemezdi.

Üst üste tütün sarıp içerken çok ohlayıp pohladı. “Borcum var Gülüm ödemezsem öldürecekler beni.” Ne yapabilirdi, nasıl öderdi. “Çok değil gülüm bir iki ay kadar zengin müşteri gönlü yapsan kurtuluruz. Öldürecekler beni yoksa arada kafa yapmak isteyenlere de bunu satarsın.” Esrarı gösterdi. “Sonra kurtuluruz bu izbe evden, kız liseye başlar. Abin gibi dükkân açar, büyük toptancı oluruz. Ne dersin? “

Ne desindi. Önceleri çok kustu, sonra kocasından uzaklaştı, anladı kocası pezevenkti.  Saatlik kiralanan evler işyerleriydi.

“Nasıl düştün?” dedi biri.

 “Düşmedim, kocamın borcu bitene kadar… Yoksa öldürecekler kocamı.”

 Güldü adam.  

Aracıdan telefon geldi.

“Paralı bir adam, iyi süslen.” dedi kocası. Adrese bıraktı kendini. Çıktı asansörle. Kapı açıktı. Üstünü çıkarmaya başladı. Jöleli saçlarıyla karşısına çıkan kardeşiydi.

“Demek seni sermaye etti ha!” diye bağırıyordu ardından. Koştu koştu koştu. Arkasından kocası...

Çingene kadın, yeni açmış papatya satıyordu. Arkasında saksıda sümbüller, “Yayladan   çiçekler…  mis kokulu..." diye bağırıyordu.

Gökçe’ye çarpan araç acı fren sesiyle durdu. Çingene kadın kenara sıçramış, Gökçe çiçeklerin üstüne savrulmuştu.

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...