Tutsak yazar Seyit Oktay'dan gerçek bir öykü: "Evin.."

Görülmüştür kullanıcısının resmi
“yaşanmış gerçek bir hikayedir..."

             
Gülcan, kafenin merdivenlerini çıkarken çok heyecanlıydı. Haberdar olduğu ama göremediği ablasıyla ilk defa yüz yüze konuşacaklardı. Tabiri caizse tanışacaklardı. Birkaç gün önce telefon çaldığında şaşırmıştı. Bilmediği bir numaraydı ekranda görünen, açtığında kalbi duracak gibiydi.
“Merhaba Gülcan, ben Evin.”
“Evin mi? Hangi Evin?”
 “Ablan, daha doğrusu üvey ablan Hülya. Telefonunu ondan aldım. Seninle görüşmek istiyorum.”
Ne diyeceğini bilemiyordu, telaşlanmıştı. Sevinç, merak, endişe, heyecan ve daha birçok duyguyu iç içe yaşarken bir yandan da nasıl bir cevap vereceğini düşünüyordu.
“Tamam ama Hülya ablam da gelsin.”
“Olur, birlikte görüşürüz.”
Bu konuşmadan iki gün sonrasıydı. Kafenin üst katına çıktı, yanakları al aldı Gülcan’ın. Kat merdivenlerini bitirip düzlüğe çıkınca etrafa göz gezdirdi.  Hülya ablası eliyle işaret edip yerlerini gösterdi. O tarafa doğru yürüdü. Hâlâ kalbi ağzındaydı. Bu ilk karşılaşmada ne diyecekti? Masanın yanına vardı.
“Seni daha ufak tefek biri olarak bekliyordum. Hem sandığımdan daha büyük hem de daha güzelsin ve de tatlısın.” dedi Evin. Gülüştüler.
“Sen de çok güzelsin,” diyebildi utangaçça Gülcan, sesi kesik kesik çıkıyordu. İçinden söylendi. ‘Annemize ne kadar da benziyor!’
Birlikte yaşanmamış yılların o boşluğunda oluşan tedirgin sessizlik bir dil gibi yerleşti aralarına. Bakıyorlar, gülüyorlar, birbirlerini süzüyorlardı. Aynı annenin ama ayrı babaların kızlarıydılar.
“Hadi anlatsanıza,” dedi Evin. “Sizi dinlemek istiyorum.”
 “Aslında biz seni dinlemek istiyoruz.” dedi Gülcan.
 “Peki o zaman,” deyip başından geçenleri anlatmaya başladı. Anlattıkça Gülcan’ın gözleri doluyordu. Hülya zaten ağlıyordu, biraz sonra üçü de hüngür hüngür ağlamaya başlamış, sözler dilden dökülenlere karışıyor, bir tarifsiz acı, bir kırık hüzün olup yüzlerinde dolaşıyordu.
Gülcan, onun iyi bir hayat sürdüğünü, mutlu olduğunu, keyfinin yerinde olduğunu sanmıştı. Evin, yaşadıklarını anlatınca yanıldığını anladı ve böyle düşündüğü için de utandı.
Evin daha bebekken Eyde’den zorla koparılıp alınmıştı. Babası mayına basıp öldükten sonra Eyde baba evine yollanmış, ısrarla Evin’i kendisine verilmesini istemişti. Eyde ve ailesi çok direnmiş ama hem yoksul hem de güçsüz oldukları için karşı tarafın zorbalığına, tehditlerine boyun eğmek zorunda kalmış ve bir gün korkunç bir kavga sonucu koparıp almışlardı Evin’i annesi Eyde’den. Eyde günlerce aç susuz, perişan, çaresiz ağlayıp sızlamış, hiçbir yol bulamayınca intiharı bile düşünmüştü. Ne yaptıysa Evin’i geri alamamıştı. Ölen eşinin anne ve babası zalimce davranmış, yavrusunu elinden almışlardı. Kaderine boyun eğmekten başka çare bırakmamışlardı ona. Üstelik tehditle Evin’in velayetini onlara vermesi için zorlamışlar ve mahkemede Eyde gönüllü olarak Evin’i istemediğini söylemek zorunda bırakılmıştı. Aksi takdirde Eyde ve ailesini yok etmeyle tehdit etmişti diğer taraf.
Gülcan ve Hülya annelerinden hikâyeyi böyle dinlemişti. Oysa Evin’in büyüdüğü ölen babasının evindeki nine, dede, hala, amcaları ters düz edip anlatmış... Evin’in annesinden ve onun ailesinden nefret etmesi için her şeyi yapmışlardı. Annesi Eyde’nin kendisini istemediğini, bunun mahkeme kayıtlarında mevcut olduğunu, onu sevmediğini, baş belası olarak gördüğünü, ondan kurtulmak için her şeyi yaptığını, onlar olmasa açıkta, aç, biilaç, kalacağını, perişan olacağını ve daha birçok yalan, yanlış, iftira içeren ne varsa söylemiş ve Evin’i annesi Eyde’ye karşı zehirlemeyi başarmışlardı. Evin’in gözünde annesi Eyde zalim, evladına sahip çıkmayan, onu terk eden kalpsiz bir kadındı. Bir de ninesi ve dedesi bu düşüncelerinin kanıtı olarak da Eyde’nin ikinci kez evlendiğini de söylediklerinde, Evin, kalbi anasına karşı zehirlenmiş, kalbi kinle dolu bir evlat olup çıkmıştı. Şimdi bile annesinden bahsederken, gözlerinden bir atış yalımı, öfke kıvılcımı geçiyordu. Buna rağmen yaşadığı o evde de rahat huzur yüzü görmemiş, acı çekmiş, türlü sıkıntı, baskı ve zorluklara katlanmıştı. Üstelik değer vermemişler, itip kakmışlardı. İşlerine geldiklerinde kullanmış, sonra da öteleyip, dışlamışlardı. Hiçbir şey kolay geçmemişti onun için. Daha kundaktayken babası bir mayında ölmüş, annesi de anlatılanlara göre terk etmiş, bir başına yaşamın ortasına atılmıştı.
Bütün bunlara rağmen ayakta durmasını bilmiş, okumuş ve mezun olduktan sonra mesleğini yapmaya başlamıştı. Yakın zamanda yanında büyüdüğü babasının ailesi onu zorla amca oğluyla evlendirmek için baskı yapıyor, ısrarla onunla evlenmesini istiyorlarmış. O direnen inatçı ve kararlı kadın olarak bunları göğüslemiş, kabul etmemiş, aksine sevdiği başka bir insanla evleneceğini söyleyerek onlara meydan okumuş, bunun üzerine aile kabul etmemiş, direnmiş ancak sonuç alamamışlar ve Evin’in ısrarı, inadı, istediğini almadaki kararlılığı karşısında aile geri adım atmış ve sevdiği insanla evlenmesine razı olmuşlar.
Evin anlattıkça Gülcan ve Hülya üzüntüden ağlaşıp durdular. Sandıkları gibi hiç de rahat ve huzurlu bir hayatı olmamıştı Evin’in. Kalbi kırık yaralı bir kuş gibi çırpınıp durmuştu hayat gailesinde. Her şeye rağmen güçlü kadını, ablalarını içten içe takdir ettiler. Konuşma uzayıp gitti. Kâh güldüler kâh üzüldüler, bazen uzun uzun suskunca bakıştılar, bazen sessiz sedasız süzüldüler. Söylenmiş sözler kadar, söylenmemiş sözlerin de acısını içlerine duyumsadılar. Acı da bir tür öğrenme biçimiydi. 
Kalktılar. Ayrılacakları sırada Evin bir sürpriz daha yaptı.
“Bir, iki gün içinde annenizi görmek için köye geleceğim. Birlikte gideriz. Annenize de başka hiç kimseye de söylemeyin çünkü babamın ailesi ne sizinle ne de ailenizden herhangi biri ile görüşmemi kesinlikle istiyor. O yüzden dikkatli olalım.”
“Gerçekten mi, çok mutlu olurum! Bu dünyada sevdiğim tek varlık babamdır; zaten o da toprağın altında ne yazık ki!”
Gözleri yine doldu. Buluşacakları günü kararlaştırdıktan sonra ayrıldılar.
Her birinin kafasında ayrı sorular, duyguları karmaşık, halleri perişan vaziyetteydi. Yine de bir tür sevinç dalgası gözlerine ışık düşürdü. Ne de olsa hiç görmedikleri ama haberdar oldukları üvey ablalarını görüp konuşmuşlardı. Evin ne hissetmişti kim bilir? Onun için bütün yaşam zaten bir şok dalgası gibiydi…
Köye gidecekleri gün gelip çattı. Evin arabayı ayarlamıştı. Gülcan’la birlikte yola çıktılar. Yolda pek konuşmadılar. Belli bir gerginlik, stres ve kaygı vardı. Yıllar sonra ana kız buluşacaktı. Gülcan umutluydu belki her şey yoluna girer diye.
Eve vardıklarında Eyde, içi gide gide, kalbi bir yangın yeri olmuş halde kızı Evin’e tam yirmi dört yıl sonra hasretle, özlemle sıkı sıkı sarıldı. İmkânı olsa kalbini açacak o küçük bebeğini kalbinin içine koyacaktı. Öyle sarılıyor, öpüyordu ki bulutlar bile gözyaşı döküyordu. Ama Evin buz gibiydi, içinde olup biteni kimseye yansıtmıyor, annesine sarılmıyordu. Acı dolu bir buluşmaydı, annesini gözünde öyle kötülemişlerdi ki, kendisini annesine karşı öyle şartlandırmıştı ki, Eyde ne yaptıysa hiçbir karşılık alamadı sevgi gösterisine. Kolları öyle yanlarında iki öksüz çocuk gibi kimsesiz durdu.
Eyde yine de mutluydu. Yıllar sonra böyle bir buluşmayı dahi hayal etmemişti. Daha bebekken kendinden koparılan bebeğine sarılabilme hayali, kâbusun içine çekme düşü bile çok uzak bir ihtimaldi. Ama işte kollarındaydı. Bu şekilde de olsa Evin onu kabul etmese de yanındaydı. Acı bir mutluluk kederli bir sevinç dedikleri bu olsa gerekti.
Mutfağa geçip oturdular. Eyde olup bitenleri tek tek anlattı. Asla ondan vazgeçmek istemediğini ama yoksulluktan, güçsüzlükten ve karşı ailenin tehditlerinden dolayı, sırf Evin zarar görmesin diye öyle davranmak, ondan vazgeçmek zorunda kaldığını anlatsa da Evin ikna olmadı. Bu anlattıklarını bir annenin kızını terk etmesi için yeterli bir neden olarak görmedi. Ruhunda hangi fırtınalar koptu bilinmez. Belki de çektiği acıları hissetsin, annesi de acı çeksin, çeksin ki kendini anlasın diye böyle davrandı ama dayanılmaz acı bir tablo vardı ortada. Bunlar olduktan sonra Evin annesi Eyde’den bir şey istedi.
“Babamın bir fotoğrafı var mı sende?”
 “Yok yavrum, keşke olsaydı!”
 “Lütfen yalan söyleme, bu hayatta sevdiğim tek insan o, yalvarırım ver, tek istediğim babamın bir fotoğrafı, ne olur ver!”
Eyde yeminler etti, olmadığını söyledi. Gülcan o an kafede söylediği sözü hatırladı:
“Anne ‘ben var’ dedim. Hani eski bir fotoğraf var o değil mi? Getirsene.”
“Getireyim yavrum ama o değil, Fatma teyzenin kocasının fotoğrafıdır o.”
Eyde fotoğrafı getirdi. Evin baktı. Gerçekten babası değildi. Üzüntü katmerleşti. Bir süre sessizce oturduktan sonra Evin dönmek için kalktı. Dışarı çıktılar. Eyde yine tüm bedeni, ruhu, her şeyi ile Evin’e sarıldı. Kokusunu öyle içine çekti ki sanırdın mis u amber kokluyor. Bırakmak istemiyor, bu sarılışı uzatıyor, gitmesin istiyordu. Kalsın günlerce içini döksün, kızsın, bağırsın, çağırsın, ağlasın, dizinde uyutsun, o da hep böyle saçlarını okşasın, gecikmiş ninnilerini söylesin, özürler, aflar, bağışlar dilesin, durmadan öpüp dursun, yeter ki bu kalbi zehirleyen acı, öfke, sevgisizlik akıp gitsin, ruhu arınsın.  Günlerce, gecelerce hep konuşsun ne yaşadıysa hep anlatsın ne dinlemek, bilmek istiyorsa hep sorsun istedi. Ama olmadı. Evin yine karşılık vermedi sarılışına. Kanadı kırık kızgın bir serçeydi. Ana serçeyi affedemeyen kalbi kırık bir yavru serçe. Zorla ayrıldı Evin annesinden.
“Seninle bir daha konuşalım. Şehre gelince yanına geleyim.” dedi Eyde.
“Hayır, olmaz! Bu ilk ve son görüşmemiz. Çocuklarına iyi bak.” dedi Evin. Yabancı bir kadına öğüt verir gibi.
 Gülcan ile arabaya bindiler. Eyde kapının önünde ağlıyordu. Gözyaşları sular seller gibi akıyordu gözlerinden. Arabada Gülcan ağlıyordu, arkaya oturmuş olan Evin de araba hareket eder etmez ağlamaya başladı. Kendini tutup, katı, acımasız biri olduğunu göstermeye çalışması nafile bir çabaydı. Kalbi sonsuz bir parçaya bölünmüş, her bir parçası ayrı bir yere savrulmuştu. Anası Eyde hangi parçadaydı bilinmiyordu. Sarsıla sarsıla ağlıyordu. Yol boyunca kimse konuşmadı gözyaşlarından başka. Onların dilini de gece ve yıldızlar biliyordu.
Şehre vardıklarında Gülcan’ı okul pansiyonuna bıraktılar. Evin ve Gülcan sımsıkı sarıldılar, gözyaşları onların kardeşlik bağı olmuştu.
 “Abla bir daha görüşelim mi?” dedi Gülcan.
 “Hayır Gülcan! Hepinizle ilk ve son defa görüştüm.” dedi Evin.
Ayrıldılar. Hayat bütün kesinlikleri ve mutlakları aşan bir güce sahiptir. Bir buluşma bize kendisinden daha büyük ve olmadık sonuçlar doğurur. Gelecekte ne olacak şimdiden kestiremeyiz, bilemeyiz. Ama acı bir buluşmadan, kırık kalplerden, gözyaşlarından oluşan bu hikâyenin mutlaka bir bölümü daha olacak.
Her şeyden sonra Gülcan’ın aklından şu sözler geçti.
“Çok acı çeken insanlar bir gün mutlaka herkesten daha mutlu olurlar.”
...
 Not: Bu öykü size 13 Ağustos 2018 tarihinde yazdığım Eyde öyküsünün devamıdır. Gerçektir. Arşivden bakarsanız Eyde’in öyküsünü bulabilirsiniz. Bu kez de kızının öyküsünü yazdım. Bu bir arkadaşımın kız kardeşinin ve onun kızının hikâyesidir.
 Seyit Oktay
04 Ağustos 2020
T-Tipi Cezaevi
B-3-7 / TOKAT
 
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...