Türkiye'de Sendikacılığa Yüklenen Anlam

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Sendika ve sendikacılık, Türkiye’de işverenle, emekçiler arasında ücret pazarlığı yapan ticaret kurumu niteliğindedir. Bunu sendika başkanlarının lüks marka makam aracı kullanmaları ve işçi emeklisi olmak yerine, milletvekili seçilerek kariyerlerini tamamlamalarından görüyoruz. Gerçek sendikacılıksa, doğru siyasi kültürel donanımla mütevazi bir şekilde, temsil ettiği sınıfın değerlerine bağlı kalarak yaşamaktır.

Sendika kelimesi; Fransızcadan, Türkçeye ithal edilen on binlerce sözcükten sadece bir tanesidir. Sendika ve sendikacılık 1700 yıllarında Fransız, İngiliz, Alman, Rus ve diğer Avrupalı sosyalist işçi sınıfının ortak adı olan, komünlerin icadı siyasal, sosyal hukuksal yapıdır. Sendikacılık Marksist felsefi düşünce olduğundan, demokratik yapıya geçemeyen ülkeler, sendikacılığı sosyalist düşman olarak gördüler ve görmeyi sürdürüyorlar. Dünya emekçileri üzerinde etkisini her geçen gün yükselten sendikacılık, dinci ve ırkçı devletleri büyük paniğe sürüklemiştir. Bundan kaçışın mümkün olmadığını gören gerici devletler, sosyalist emekçi sendikal uyanışı frenlemek veya budamak amacıyla, devlet ve din borazanlığı yapan, emekçileri işverene pazarlayan simsarcılığa dönüştürdüler. “Sarı Sendikacı” bu anlayış, T.C. Anayasasında şu mantık çerçevesinde şekillendirilmiştir.
 
Cumhuriyetin ilanıyla 1924’te yapılan ve günümüzde aynı şekilde yaşatılan anayasanın temel maddeleri sendika, siyasi parti, kültürel derneklerin kurulup çalışmasını, tek bir ilkeye bağlamıştır. Atatürk İlke ve İnkılapları olarak bilinen Türk İslam Milliyetçiliğini tartışmasız kabul edip, alternatif düşünce oluşturulamayacağı şartıdır. Cumhuriyetin ilkeleri de olan bu maddeler, din ve etnik ırkçılıktır. Irkçı, tekçi anayasaya rağmen sendikanın varlığı, emekçi sınıfı kontrolde tutup kendi ideolojisine göre eğitmek ve uluslararası ilişkilerde rencide olmayı engelleyen araçtan ibarettir. Devlet, toplumu bu mantıkla eğittiğinden, sendikalı işçilerin büyük çoğunluğu Allah, din devlet şeklinde devleti baba, kendilerini kul gören simsarcılığı, sendikacılık olarak bilmektedirler.
 
Örneğin sendikalı işçilerin grev vb. hak arayışları durumunda, işçiler arasına vatan, din, milliyetçi şovenizm sokularak, birbirine düşmanlaştırıp grevlerin kırılması. Sendika başkanlarının devlet yönetimleriyle olan seviyesiz ilişkileri. Çoğu sendika başkanının, siyasi partilerden milletvekili seçilmesi, sendikacılıktaki tüm hileleri açıkça gösteriyor. Devlet yarattığı “Sarı Sendikacılığa” yine kendisinin sürekli saldırması, sendikacılığı koruyan hukuki yasanın olmadığını kanıtlıyor. Türkiye devletini bu mantığa sahip kılan esas nedenler anlaşılıp çözümler üretilmedikçe, sendika gibi siyasal, kültürel yapılar asla gerçek anlamda şekillenmeyecektir. 
 
Dilde kullanılan kelimelerden tutalım ekonomik, sosyal, siyasal alanlardaki araç gereçler, sürekli dışarıdan ithal edilip montajlanarak yaşayan devlet ve toplumlarda, her şey sahtedir. Taklit, özenti, birilerini takip ederek yaşamak, maymunların zekâ seviyesidir.  Sendika kelimesi de yabancı olduğu gibi, Türkiye’de buna yüklenen anlam aynı şekilde yanlış ve sahteciliktir.
 
Türkçenin %85’i Arap İslam ve diğer farklı dillerden yozlaşarak şekillenmiş olmasını, Türkiye’de sağcı, solcu düşünceden herkes kabullenmiş olup, bunun değişmeyeceğine inanmaktadırlar. Mevcut kültürel yapıyla demokratikleşmenin düşünülmesiyse, İslam ve kapitalizmin değirmenine su taşımak olduğunu, kompleksten kimse dile getirmiyor. Sendikacılıkta dahil tüm alanlarda demokrasiye ulaşmak isteniyorsa, her konuda başa dönmek tek kurtuluş yoludur. Bin yıldır topluma zorla veya yarı gönüllü giydirilip, kangrenleşmiş İslam Arap ve batı hayranlığının, hastalıklı kültürel ruh hali olduğu kabul edilmelidir. Sıralanan yapılarda temel bir sadeleşme yapılması gerekirken, yüzde yüz arınma olarak algılanmamalı.
 
Dünyada yüzde yüz karışmamış saf bir kültüre sahip toplum bulunmuyor. Ancak özüne sahip toplumların kültürleri, en az %85’i öz değerlerine dayanır. Geriye kalan %15’lik oran çeşitli etkileşimlerden kaynaklı yabancı kökenlidir. Türkiye halkları ve emekçileri, gerçek öze dönüşü başlatmadıkları sürece, hiçbir zaman doğru yaşanmayacağını bilmelidirler. Her şey özünden uzak silik, ne, kim olduğu belli olmayan anormallikler içerisindedir. Kültürel, siyasal, ekonomik ve toplumsal kurum olan sendikacılık, hukuk alanı gibi ciddi bir yapıya kavuşturulmalıdır. Sendikalaşmanın, Türkiye’de altmış veya yetmiş yıllık tarihine rağmen, özünden uzak emekçilere kurulan tuzaktan ibarettir.
 
Türkiye devletinin temelini oluşturan anayasa ve buna bağlı şekillendirilen yasa, kanun, yönetmelikler, bireylere bu ülkede Türk İslam din ve etnik ırkçılığı kabul ettiği sürece faaliyet gösterme hakkına sahiptir der. Bunun adı da Atatürk ilkelerine başlığı Türk İslam Milliyetçiliğidir. Halbuki azıcık insani, demokratik düşünülse, dünyanın hiçbir yerinde tek etnik halk ve dine inanan insan toplulukları bulunmuyor. Demokratik devletlerde, her farklılığın insani temel hakları tanınıp, herkes birbirine yasal ve ahlaki olarak saygı gösterir. Kişiler başkasının din, ırk ve düşüncesini kabul etmek zorunda olmadığı gibi, kendi din etnik ve düşüncesini başkasına dayatma hak ve cesaretine de sahip değildir.
 
Türkiye’de resmi, özel her uygulamada, Türk İslam Milliyetçiliği kendinden olmayan herkesi insan görmediği gibi, hiçbir hak sahibi olmayı da tanımamıştır. İster gönüllü ister de zorunlu ırkçı yapı kabul edildiği sürece, bir şeyler yapma hakkı tanınmaktadır. Bilim, insanlık, ahlak, demokrasi dışı bu ırkçı düşünce, çoğu sendika başkanının da temel fikri olmuştur. İfade edilen kültürle yetişen sendika temsilcilerinin, sendika üyelerine vereceği bilgiler vatan, din, devlet ve ırkçı şovenizme dayanan içi boş aldatmacılıktır.
 
Herhangi bir işkolunda sendika başkanlığı yapmış kişi veya kişiler, sendikacılığın temel felsefesi olan Marksist ilkelere uygun, örgütlediği iş kolu bugüne kadar görülmüş değil. Marksist felsefeden uzak sendikacılık, emekçileri işverene pazarlamaktır. Bu yüzden çoğu sendika başkanları biraz tanındı mı, milletvekili seçilerek servet üstüne servet koyarlar. Üstelik sendika başkanlarının çoğu, eğitimsiz, kültürsüz, kalıplaşmış cümleleri tekrar ederek sendikacılık yapanlardır. Emekçiler ve halklar adına bu içler acısı bir durumdur. Türkiye’de sendikacılığa, “Sarı Sendikacılık” denmesinin bir diğer nedeni de sermayeyi temsil eden işverenleri, devlet kendisi gibi her şeyin üstünde baba (Paternalist) göstermesidir. Sendikacılık özet olarak Türkiye’de böyle çarpık bir anlama sahiptir.
 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...