AYŞE’NİN HAYALİ

Münevver Ongun kullanıcısının resmi
Ayşe Öğretmen o gün erkenden uyandı. Titreyen elleriyle dolaptan fotoğraf albümünü çıkardı. Siyah-beyaz fotoğraflara bakarken, çevirdiği her sayfaya hayatının filmine bakar gibi baktı. İlkokul yıllarından kalma bir fotoğrafı eline aldı. Siyah önlüklü, beyaz yakalı resmine bakarken küçük Ayşe gözlerinin önüne geliverdi birdenbire.
 

Köyünü, okulunu, öğretmenini, çocukluk arkadaşlarını ve onlarla koşup oynadığı kırları düşündü... Ne kadar da mutluydu! Okuluna giderken adeta bir kelebek gibi uçardı. Baharda açan dağ lalelerinin, papatyaların, menekşelerin renk cümbüşü onu sarhoş ederdi. Öğretmenine götürmek için onlardan bir demet toplamadan yoluna devam edemezdi. Hele o dağ menekşelerinin kokusunu doyasıya içine çeker, öğretmeninin masasındaki vazoya koyarken bu güzel koku bütün sınıfa yayılacak diye ayrı bir haz duyardı. Ayşe, öğretmenini can kulağıyla dinleyen, ödevlerini aksatmadan yapan çalışkan bir öğrenciydi. Öğretmeninin sınıfa yönelttiği her soruda parmak kaldırır, en ön sırada oturduğundan ara sıra uyarı aldığı bile olurdu.
“Kızım, parmağını gözüme sokacaktın az daha. Bu kadar heyecanlanma!” diye kızardı bazen öğretmeni. Yine de bu alışkanlığından kendini alamaz, her soruyu cevaplamak isterdi. Çalışkanlığı ve hırsıyla bütün arkadaşlarının dikkatini çekiyordu o zamanlar. Onlar bazen “Bakalım, sınavlarda da aynı başarıyı gösterebilecek misin?” diye sorarlardı ona.
İlkokulu bitirmesine çok az bir zaman kalmıştı. Öğretmen Okulu sınavlarına girecekti. Ayşe her akşam öğrendiklerini tekrar etmeden yatmazdı. En büyük hayali çok sevdiği öğretmeni gibi bir öğretmen olmaktı. Sınavla ilgili evrakların tamamlanması için elinden geleni yapmıştı. Okul dönüşü sevinçle eve giderken ilk işi ailesinin onayını almaktı. Yemekte konuyu açınca babası hemen itiraz etti.
“Ben kızımı öyle gurbetlere gönderemem. Hem bizim seni okutacak paramız bile yok.” deyince Ayşe yıkıldı. Bütün hayalleri suya mı düşecekti? Ağladı, yalvardı ama babası inatla izin vermeyeceğini söylüyordu. O gece ağlamaktan yorgun düşmüş, uykuya dalması gecenin geç saatlerini bulmuştu.
Sabahleyin okula giderken yolunun üstündeki rengârenk çiçekleri bir tül gibi örten bembeyaz kırağıyı görünce içindeki bahar çiçeklerinin de solduğunu hissetti. O gün öğretmenine çiçek götüremedi ne yazık ki! Okulun kapısından kolu kanadı kırık bir kuş gibi hüzünlü girdi içeriye. Her gün sınıfına koşarcasına giren Ayşe’nin adımları daha bir yavaştı o gün. Öğretmeni hemen fark etmişti ondaki değişikliği. Babasının kendisine sınava girme izni vermediğini kısaca anlatırken gözyaşlarını tutamadı. Öğretmeni ona sarıldı.
“Ben onları razı ederim, üzülme sen, benim çalışkan kızım!” dedi. Ayşe biraz rahatlamıştı ama babasının bu konudaki sert cümlelerini hatırladıkça endişeleri artıyor, onun öğretmenine de ‘Hayır!’ demesinden korkuyordu. Öğretmeni:
“Bugün okul çıkışı birlikte size gider, babanla konuşuruz.” dedi. Ayşe bu sözlerden sonra biraz ümitlendi. Pek eskisi gibi olmasa da derslere katılmaya devam etti. Sonunda beklediği an geldi. Ders bitimi öğretmeniyle birlikte evlerine gittiler. Bahçe kapısından avluya girerken:
“Ayşe, sen dışaıda bekle, ben babanla yalnız görüşeceğim.” dedi öğretmeni. Ayşe nasıl bir karar çıkacağını merakla beklerken nihayet öğretmeni dışarı çıktı,
“Tamam Ayşe. Baban kabul etti, sınava gireceksin.” dedi. Ayşe ok gibi fırlayıp öğretmenine sarıldı. Kara gözleri ışıl ışıl parlıyordu, hem sevinçten, hem gözyaşlarından.
Ayşe’nin evdeki, okuldaki davranışlarında büyük değişiklik oldu. Eskiden olmadığı kadar mutlu ve daha gayretliydi. Sınavdan büyük bir başarı elde etmeyi hedeflemişti. Sonunda sınav günü geldi. Sabahın erken saatlerinde sınava girecek arkadaşları ve öğretmeniyle birlikte köyden çıktılar. Hem yürüyorlar hem de öğretmenlerinin sınavla ilgili uyarılarını dinliyorlardı. Ayşe öylesine mutluydu ki ne sınav heyecanı, ne de aşacakları yol gözünü korkutuyordu. Sınavın yapılacağı okula geldiklerinde henüz onlardan başka kimse yoktu bahçede. Bir süre sonra ismi okunanlar içeriye alındılar. Ayşe soruları hızla cevapladı. Çoğu iyi bildiği konulardandı. Sınavdan çok umutlu ve mutlu çıktı. Artık sabırla sınav sonuçlarını bekleyecekti.
Bir gün sınıf arkadaşı Zehra geldi evlerine. Bahçe kapısından sesleniyordu:
“Kazanmışım, kazanmışım. Sen de kazanmış mısın? Öğrendiniz mi?”
Ayşe şaşkınlık içindeydi.
“Ben? Ben de kazanmış mıyım?” diye sordu.
“Bilmiyorum. Sana onu sormak için geldim zaten. Bir de Mehmet kazanmış.” dedi Zehra.
Ayşe neredeyse bayılacaktı. Kalbinin duracağını zannetti. Vücudunun her bir zerresinden ateş fışkırıyordu sanki. Kapıyı hızlıca çarptı, öğretmenin evinde aldı soluğu. Minik elleriyle sokak kapısına vurmaya başladı. Neredeyse kapıyı kıracaktı ama hala kimse açmıyordu. Sesi duyan yan komşu seslendi aradaki duvarın üzerinden.
“Evde yoklar. Hocanım şehre indi bugün.”
Ümitsizce geriye döndü, köy kahvesine yöneldi. Kahvenin bahçesinde oturan babası hemen kızına doğru yaklaştı.
“Bu ne hal? Ne oldu?” diye sordu.
“Sınav sonuçları gelmiş. Zehra ve Mehmet kazanmış. Ben de kazanmışımdır. Ama öğrenemedim.” Dedi.
“Kızım sen kazanamamışsın demek ki. Bak, onlara kâğıt gelmiş, bize gelmedi. Üzme kendini, dünyanın sonu değil ya!” diyerek sakinleştirmeye çalıştı babası.
O günden sonra Ayşe’yi hiçbir şey mutlu etmedi. İçini kemiren düşüncelerden bir türlü kurtaramıyordu kendini. Sınavdaki soruların hepsini yapmıştı, hem de hiç zorlanmadan. “Bir yanlışlık var.” Diye düşündü. Şüpheler şüpheleri doğurdu. Babasının şehre ineceğini öğrendi bir gün.
“Zehra ile ben de gelmek istiyoruz, baba. Pazardan alacaklarımız var.” dedi. Köyleri şehre oldukça uzaktı. Babası erkenden uyandırdı Ayşe’yi. Evlerinin önünden geçerken Zehra’ya da seslendiler. Üçü birlikte yaya olarak şehrin yolunu tuttular. Babası kestirme yolları iyi bildiği için, bazen tepeleri aşarak bazen de bir dere yatağından geçerek, güneş ışınları daha yakıcı olmadan şehre vardılar.
“Sen işlerini hallederken biz de Zehra ile alışveriş yapalım.” diyerek babasından ayrıldılar. Hiç vakit kaybetmeden koşar adım sınava girdiği okula ulaştılar. Okul müdürünün odasını bulup hiç tereddüt etmeden içeri girdiler.
“Biz bu okulda sınava girmiştik. Arkadaşıma kâğıt gelmiş ama bana gelmedi. Soruların hepsini doğru cevapladığımdan eminim. Benim de kazanmış olmam gerekir. Bir yanlışlık mı var acaba öğretmenim? Siz bilebilir misiniz kazanıp kazanmadığımı?”
“Adın ne senin, kızım?” diye sordu okul müdürü çekmecesinden bir dosya çıkararak. Adını söyledi Ayşe. Müdür listeyi dikkatle inceledi, gözlüklerinin üzerinden şaşkınlıkla bakarak;
“Sen kazanmışsın ya kızım! Size kâğıt gelmedi mi?” dedi. “Kayıtlar üç gün sonra bitecek. Siz nerede kaldınız? Acele etmezseniz hakkın yanacak.”
Ayşe, başından bir kova soğuk su dökülmüş gibi hissetti kendini. Ne diyeceğini bilemedi, dili tutulmuş gibiydi. Babasıyla buluşacakları yere gittiler. Babası ortalıkta yoktu. Zehra kendisini teselli etmeye çalışsa da bir türlü sakinleşemiyordu. Uzun süre beklediler.
“Ondan habersiz iş çevirdiğimizi öğrenirse öfkelenir. Belki de hiç göndermez beni. Kazandığımı babama söylemeyelim bugün.” dedi Zehra’ya. Babası geç vakit çıktı geldi, hep birlikte yola koyuldular.
Yollar, yollar, bitmeyen yollar… Ayşe’ye yol eskisinden çok daha uzun geldi dönüşte. Öğretmeniyle nasıl görüşeceğinin planlarını yapıyordu kafasında. Köye varır varmaz öğretmeninin evine koştu.
“Öğretmenim, bugün şehre gittik. Sınavı kazandığımı öğrendim. Kayıt yaptırmak için de üç günümüz varmış. Siz benden niye sakladınız?” diye sordu. Öğretmeni donmuş gözlerle baktı ona, ağlamamak için kendini zor tuttuğu her halinden belliydi.
“Babanın yüzünden yavrum!” dedi. Sınava girebilmen için zor izin almıştım, biliyorsun. O gün babana bir söz vermiştim. Kazanırsan sana haber vermeyecektik. Ancak o koşulla ikna edebilmiştim babanı. Çok çaresiz kalmıştım ve çektiğim vicdan azabı gece uykularımı bile kaçırıyordu. Sen öğretmen olmayı gerçekten çok mu istiyorsun?” dedi.
Ayşe “Ya öğretmen olurum ya da ölürüm.” diye yanıtladı. Son derece kararlıydı. Öğretmeni elinden tuttu, hayatındaki en ikna edici konuşmayı Ayşe’nin babasıyla o gün yaptı.
Kısa süre sonra Ayşe ve Zehra kendilerine öğretmen olma yolunu açan Kızılçullu Köy Enstitüsünün çatısı altındaydılar. Kırk gün sonra kız öğrenciler Bursa Öğretmen Okuluna gönderildi. Bu irfan yuvasında her zorluğa göğüs germeyi öğrendi Ayşe. Aydın fikirli, çağdaş öğrenciler yetiştireceğine ant içmişti o zaman. Her hafta başı şevkle söyledikleri marş çınlıyordu şimdi kulaklarında.

“Candan açtık cehle karşı bir savaş
Ey bu yolda ant içen genç arkadaş
Öğren, öğret hakkı halka gürle coş
Durma durma koş
Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun
Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun."

Kapı zilinin sesi anılarından uzaklaştırdı Ayşe öğretmeni bir anda. Kapıyı açtığında gözlerine inanamadı. Çiçek demetleriyle gelen eski öğrencileri karşısındaydı.
“Çocuklar, bugün 24 Kasım mı yoksa?” dedi titreyen sesiyle.

 

Kategori: 

Yorumlar

Yücel ışık kullanıcısının resmi

Yücel ışık (doğrulanmadı) tarafından tarihinde gönderildi

Çok güzel çok akıcı harika tebrikler
Münevverciğim.

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...