Umut Gömücüler/Mevlüt Âsar

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Aylin, salonun geniş penceresinin önünde durmuş masmavi akan Boğaz’ı seyrediyordu. Bulunduğu mekân, İstanbul’daki ünlü bir yayınevinin merkezinin üst katındaki toplantı salonuydu. Biraz sonra basın toplantısı başlayacak ve yeni yayınlanan kitabı, yazılı ve görsel medyanın sanat, edebiyat redaktörlerine, eleştirmenlere tanıtılacaktı. Karmaşık duygular içindeydi, ama bu duygular arasında kesinlikle sevinç yoktu. Bu anı yaşamak için ödemek zorunda kaldığı bedelin ağırlığı yüreğini acıtıyor, sevinmesini engelliyordu.

Birden, omuzuna konan bir elin ağırlığını fark etti. Oteldeki iri taşlı altın yüzükten ve burnunu dolduran ağır losyon kokusundan, gelenin yayın evi sahibi Volkan Taşkın olduğunu anladı. Midesi bulandı, yine de gülümsemeye çalıştı. Adamın “Ne düşünüyorsun?” sorusuna karşılık bir an gerçekten ne düşündüğünü onun suratına haykırmak istedi, sonra vazgeçip kuru bir “Hiç”le geçiştirdi. Belleğinde canlanan bir önceki gece ye ait resimler midesindeki bulantıyı artırınca, iki elini birden karnına bastırdı. Adam, ”Heyecandan,” dedi kaygısızca, “Sakin ol!”

Şu anda tatlı bir heyecan duymayı ne çok isterdi. Hep bu anı beklememiş miydi? Günlerdir reklamı yapılan kitabıyla seçkin gazetecilerin, eleştirmenlerin karşısına çıkıp övgüler toplayacağı bu anı düşlememiş miydi? Bunun için her şeyi göze almamış mıydı? Şu içindeki sesi susturabilse, Volkan Taşkın’ın yatağında yaşadıklarını unutabilse, tenine yapışan kirden arınabilse, işte o zaman kendini mutlu hissedebilirdi.

Aniden salonun kapısı açıldı, önde yayınevi müdürü Ahmet Bey, ardından davetliler, onlara eşlik eden kameralar, fotoğrafçılar salona girdiler. Volkan Taşkın, Aylin’in koluna girerek basın toplantısı için hazırlanmış masaya doğru götürdü. Patlayan fotoğraf flaşları, yanan kamera spotlarının parlak ışığı altında her şeyi unutup masada kendisi için ayrılmış yere oturdu. Sağında oturan Genel Yayın Müdürü Ahmet Bey, medya mensuplarını her zamanki kibar tavırlarıyla selamlayıp geldikleri için teşekkür etti. Ardından Türk edebiyatına yeni bir yazar kazandırmaktan onur duyduklarını belirterek, sözü Aylin’e verdi. Aylin, artan heyecanını yatıştırmak için birkaç kez öksürdü, sonra sakin bir sesle konuşmaya başladı:

– Nazan’ın Dünyası adlı romanımın tanıtımına katıldığınız için teşekkür ederim. Daha önce Almanya’da yayımlanan kitaplarımı saymazsak bu benim Türkiye’de yayımlanan ilk kitabım. Roman, adından da anlaşıldığı gibi, bir Türk kızının çelişkiler, çatışmalar ama bir o kadar da farklılıklar, zenginliklerle dolu yaşam öyküsünü anlatıyor. Bir başka deyişle, göçmen bir ailenin kızı olan Nazan’ın önüne çıkan tüm engellere karşın ne pahasına olursa olsun, yükselmek ve mutlu olmak için verdiği mücadeleyi, sonunda kazandığı zaferi anlatmaya çalıştım. (Bir süre sustu: Nazan’ın kazandığı zaferin kendisi için bir teslimiyet olduğunu düşündü!) Romanın ayrıntılarına girmek istemiyorum. Buyurun sorularınız varsa, onları yanıtlamaya çalışayım.”

İlk soru bir kadın dergisinin redaktöründen geldi:

– Yazın serüveniniz nasıl başladı?

– Gençlik yıllarımda başladım yazmaya. Konuşacak, dertleşecek kimse yoktu. Çevremdekilerin beni anlamadığını düşünüyordum. Duygularımı, düşüncelerimi kâğıda dökmeye başladım. Bunun bana iyi geldiğini fark ettim. Böyle başlayan yazma uğraşım, zamanla bir tür tutkuya dönüştü.

– Peki, yazdıklarınızı okuyucuyla paylaşmak, yayınlatmak fikri nasıl oluştu?

– Öyle bir an geldi ki, tanımadığım, bilmediğim diğer insanların, yazdıklarıma gösterecekleri tepkiyi merak etmeye başladım. Fakat Almanca yazdığım ilk kitabımı yayınlatacak bir yayınevi bulmak kolay olmadı. Epey bir kapı çaldıktan sonra, “alternatif kitaplar” yayınlayan tanınmış bir yayınevi kitabımı basmayı kabul etti. Bu ilk öykü kitabımı elime aldığımda dünyalar benim oldu. Eleştirmenlerin olumlu tepkisi, okuyucuların ilgi ve beğenisi beni daha çok yazmaya teşvik etti; daha yoğun ve uzun soluklu yazmaya başladım…

Bir büyük gazetenin sanat köşesi yazarı söz aldı:

– Romanınızı Türkçe yazmak size zor gelmedi mi? Çocuk yaşta Almanya’ya gitmişsiniz, Türkçeyi unutmadınız mı?

– Okuduğum okullarda verilen isteğe bağlı Türkçe anadili derslerine katıldım. Lisede okumamızı, yazmamızı teşvik eden, iyi bir edebiyat öğretmenim oldu. Yazdıklarımı beğeniyor, yetenekli olduğumu söylüyordu. Buna rağmen ben de başlangıçta Türkçe bir roman yazıp yazamayacağımdan emin değildim. Ama anadilimde de yazmak için müthiş bir istek duyuyordum. Önce kısa denemeler, öyküler yazdım. Okuyanlar yazdıklarımı beğeniyor, Türkçemin de Almanca kadar güzel olduğunu söylüyorlardı. Türkçe bir roman yazmak gibi bir amacım olmadığı halde, sonunda bu roman ortaya çıktı…

Romanını Türkiye’de yayımlatarak, adını oradaki edebiyat çevresinde tanıtmak, Türkiye’deki okurlara ulaşmak arzusu yüzünden, son birkaç ay içinde yaşadıkları belleğinde canlanınca keyfi kaçtı. İçinden, “Bir bitse şu toplantı,” diye geçirdi içinden. Kendini çok yorgun hissediyordu. Tek istediği otel odasına çekilip yatağında dertop olup uyumak, uyumak, uyumaktı. Aylin’in kafasından bunlar geçerken, tanınmış bir sanat ve edebiyat dergisinin eleştirmeni Tayfun Keskin söz istedi. Edebiyat dünyasında oldukça etkin olduğundan, söylediklerini duyabilmek için herkes susmuştu. Aylin huzursuzlandı. Yayın evinin sahibi Volkan Taşkın, mutlaka onunla yemeğe çıkmasını, romanı hakkında iyi şeyler yazması için etkilemeye çalışmasını tavsiye etmişti. Fakat, Aylin bunun ne anlama geldiğini sezdiği için bu teklife hiç sıcak bakmamıştı.

-Aylin Hanım, kitabınızı okudum. Kendi yaşadıklarınızdan yola çıkarak yazdığınız bu roman, kimilerine ilginç gelebilir. Ama bana göre “artist olmak isteyen yoksul kız” izleğinin Almanya versiyonundan başka bir şey değil. Belki önyargı diyeceksiniz ama, Almanya’da Türkçe yazılan kitapların kalitesi genellikle düşük. Gerek dil gerek içerik olarak üst düzeyde bir edebiyat yapıldığı söylenemez. Sizin romanınızda da hem kurgu ve hem dil yanlışları var. Bence romanınızın en başarılı bölümleri kahramanınızın cinsel dünyasını anlattığınız bölümler. Oldukça erotik betimlemeler var. Bu sahneleri yazabilmek için çok görmüş geçirmiş olmak gerekir öyle değil mi?

Aylin’in huzursuzluğu giderek gerilime, gerilimden öfkeye dönüştü. Bir şeyler söylemek, adamı susturmak istedi, fakat sözlerin boğazına düğümlenip kalmasından korktu. Masadaki bardaktan elleri titreye titreye bir yudum su içti. Sonra birden ayağa kalkıp su bardağını, Tayfun Keskin’e doğru fırlatarak bağırdı:

– Yeter, aşağılık herif! Kafanın içinde beyin yerine cinsel organ mı var! Romanı okurken kaç kere mastürbasyon yaptın?

Aylin’in titreyen sesi birden kesildi, kendini düşer gibi sandalyeye bıraktı. Bir an herkes şaşırmış ne diyeceğini ne yapacağını bilememişti. Tayfun Keskin, kıpkırmızı bir suratla üstüne dökülen suları eliyle silkelemeye çalışıyordu. İlk kendine gelen Genel Yayın Müdürü Ahmet Bey oldu:

“Beyler, özür dileriz. Aylin hanım oldukça yorgun, son günlerin stresi olmalı! Tanıtım toplantımızı burada bitirelim lütfen. Tekrar özür dileriz,” diyerek Aylin’in yanına geldi. Şefkatle omuzlarından tuttu, kulağına bir şeyler fısıldayarak salondan çıkarmak istedi. Aylin, çok sakin bir sesle; “Lütfen bırakın beni Ahmet Bey, henüz söyleyeceklerim bitmedi,” dedi.

Ayağa kalktı birkaç kez derin nefes aldıktan sonra, karşısında oturanları teker teker süzdü. Bu sırada Tayfun Keskin’in kapıya doğru hızlı adımlarla ilerlediğini gördü. “Korkak!” dedi, içinden. Sonra yüzüne yansıyan bir boş vermişlik ve acı tebessümle tane tane konuşmaya başladı:

– Sizin peşinden tutkuyla koştuğunuz, hayatınıza anlam katacak bir düşünüz oldu mu hiç? Şayet olsaydı, benim ve hayatını yazdığım Nazan’ın düşlerine saygı duyar, düş kurmayı seven binlerce insanı kendine çeken bu kentte boğmaya, Boğaz’ın sularına atmaya kalkışmazdınız. Almanya’da bir yabancı kadın yazara gösterdikleri ilgi ve saygının onda birini, Anadilimin konuşulduğu bu ülkede görmedim. Yayınevleriniz emeği sömürülecek bir Almancı, eleştirmenleriniz acemiliğinden yararlanılıp yatağa atılacak bir yazar adayı olarak gördüler beni. Tamam, siz kazandınız! Almanya’da ulaştığım başarıya bu ülkede ulaşmanın bedelinin çok ağır olacağını bana öğrettiniz, kutlarım sizi!

Aylin, gözleri yaşlı fakat mağrur bir şekilde ayağa kalktı, masada duran romanlardan birini alıp ortasından yırttı. Bir parçasını medya mensuplarına, öteki parçasını allak bullak bir yüzle olanları izleyen Volkan Taşkın’a fırlattı ve ekledi: “Bedeli fazlasıyla ödenmiştir, değil mi!” Ardından olan biteni tam kavrayamamış olan medya mensuplarına dönerek acı bir gülümsemeyle, “Siz de münasip yerlerinize kına yakabilirsiniz!” dedi. Kalkıp hızla kapıya yöneldi. Çıkmadan önce durdu, salondakilere baktı, ardından “Tschüss sayın umut gömücüler!” diyerek gözden kayboldu.

https://mevlutasar.com/2020/12/12/umut-gomuculer-2/

Mevlüt Asar, “Aynadaki Kelebek”, Neziher Yayınları, Ekim 2014

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...