Bizim mahalle işte

Şenol Durmuş kullanıcısının resmi
Bizim mahalle işte kardeş hani aşağı mahalle diye küçümsedikleri o yerlerden birisi. Yani diğerlerinden pek bir farkı yok bilakis fazlası var.

Sonuna kadar okursan eğer umarım aklın başından gitmez. Madem sayfama gelmişsin okumak için azıcık sabırlı ol, dikkatli oku sana bir mahallenin resmini çizeceğim. Aynen Abidin abimiz gibi. Anlatacaklarım mahalle dedikodusu değildir. İyisiyle, kötüsüyle, sevabıyla elimden geldiği kadar mevzuyu izah etmeye çalışacağım. Geyik muhabbeti arıyorsan şimdiden başka bir sayfaya geç uyandırayım seni. 



Neyse bizim mahalle işte… Her mahalle gibi bizimde bir muhtarımız var. Önce ondan başlayalım. Görüntüde iyi adam, hoş, sohbettir ama hiç kimsede sevmez bu lavuğu. Şimdi diyeceksin ki hem sevilmiyor hem de nasıl mahalle muhtarı olmuş bu adam… İşte bende bunu bir türlü anlayamadım üstelik kırk yaşıma geldiğim halde. Nerde sevilmeyen ne kadar yamuk, yumuk adam varsa tutup onu muhtar, belediye başkanı, mebus yapar bu millet. Sonrada küfür ederler kardeşim. Yalan mı, doğru mu? Filozof Mustafa abimizin dediği gibi “Bu işler nasıl işler” hesabı bende anlamadım bu işleri. Ya işte böyle sayın abicim. Bu muhtarda işte öyle diğerleri gibi ikiyüzlü, sahtekâr, yalaka bir adam. İkametgâh, nüfus sureti parası için daha düne kadar dört takla adardı bu adam. Allahtan şu TC. no mevzusu çıktıda şimdilerde eskisi gibi yolunu bulamıyor. Anlayacağın aç kaldı lavuk aç kaldı. 



Neyse muhtarlığın hemen bitişiğinde iki katlı döküntü bir binada eski karakolumuz var. O da çok şükür yakında kalkıyormuş. Meksika kasabasından farksızdı mahalle. O geblo bekçiler bir görseydiniz eğer, koca kasketleri ile ellerinde o koca tüfeklerle pançolar gibi bir nöbet tutuşları vardı ki eminim Zorro nerede diye sorardınız. Mahallenin kâbusuydu mübarek yer. Az da işkence yapmadılar hani. Düşeni danalar gibi mandalar gibi böğürttüler zamanında çok iyi bilirim. Suçlu, suçsuz, tipi bozuk, şüpheli falan filan hiç ayırım yapmadan milleti bir güzel elekten geçirmişlerdi. Şimdi binada “Çocuk Polisi” tabelası var ama kim yer o numaraları. 



Mahallemizin bir de taksi durağı var. Ama bu adamlar o izlediğiniz Çiçek Taksi dizisinin mülayim şoförlerine pek benzemez. Mahallenin hemen girişinde avanta bir arsaya konmuş o kulübe. Durak sahibi de eh yine bayramlık ağzımı bozacağım bir bukalemun onu görse halinden utanmazsa şerefsizim. Adam bin bir renk, ne ararsan var. Bu durağa sahip olmak için beş parti bir o kadar belediye değiştirdi, puşt. Şoförleri sorsanız hiç sormayın derim. Gözleri şaşı olmuştur lavukların. Bir göz taksimetre de bir gözde yolcunun cebinde olursa haliyle olacağı da odur. Ahlaksız, üçkâğıtçı bir baltaya sap olmamış zavallılar işte ne diyeyim. Koca kıçlı bir kadın görmesinler. Arabanın beşinci tekerleği gibi onu taşır bu puştlar. Birçoğu eski arkadaşımdır hani. Bu yazımı da mutlaka okuyan çıkacaktır. Face sayfamda hâlâ varlar o yüzden diyorum. Sağ olsun İz Edebiyat uygulaması mevzusu nedeni ile. Ama hiç sorun değil hani en kralına maden suyu diyorum. Çünkü beni iyi tanırlar vesselam. 



Eski ahşap evler yine de eski İstanbul’umuzu yine de biraz hatırlatıyor. Hele eski iki çeşmesi var gel de bir tas su içme dercesine hala yerinde duruyor. Bazen görürüm eski ihtiyar bunakları. Gelir bu evlerin önünde, çeşmenin başında oturup hüngür hüngür ağlarlar. Bazen dayanamıyorum onlara soruyorum. "Teyze dede ne iş he " diyorum. Söylediklerine göre güya çocukluklarını hatırlıyorlarmış. Yaşlı bunaklar işte ama çok sevimliler. Bu eski evler tek tük kalmıştır mahallemizde. Hesapta Anıtlar Yüksek Kurulu izin vermiyormuş. İzin verdiklerinin yerinde de koskoca apartmanlar var. Hem de ne apartmanlar. Yeri satanlar ayrı hırsız. Yapan müteahhit ayrı bir dolandırıcı, için de oturanlar onlardan beter, tipler yani mahallemiz hırsız kaynıyor diyebilirim. Zamanında bunlar leş evlerdi... Fareler bile terk etmişti o evleri. Allah belanızı versin dercesine. Ama bizim insanımız inatla oturdu o yerlerde. Laz’ı gitti, kürdü geldi. O gitti Arabı geldi. Arap gitti Çingene geldi. Eh sayın abicim fareler nasıl kaçmasın? Şimdilerde hak veriyorum onlara. 



Sonra bu evlere nereden geldiği belli olmayan bir bakıma parayı bulan lavuklar geldi. Yüzlerce milyar bir daire oldu. Pes dedim ağa hani bu kadar olur. Hepsi sonradan görme köylü ama şimdi bizi beğenmiyorlar. Üstelik serseri demezler mi? Neymiş efendim, köşe başında takılan itik, kopukmuşuz. İşte yine bizim insanımızın karakteri ortaya çıkıyor. Bizim gibi eski İstanbul delikanlılarına böyle diyorlar. Üstelik mahallenin namusunu uzun seneler boyu hiç yılmadan koruyan bizlere diyorlar. Aslında o karıların kaşıntısı var ama dua etsinler o mıymıntı kocalarına. Az çok selam, sabahları var. Bir de eski İstanbul ailelerine özenti davranışları ayakları yok mu hani?.. Ellerinden gelse onu da parayla satın alacaklar. Görgünün, asaletin, kibarlığın satıldığı bir yer mi var?.. Allahtan Migros’ta falan satmıyorlar. Zaten geri kalan ne varsa alıyorlar. Arabaların bagajları kapanmıyor. Ağzına kadar yiyecek poşetleri ile dolmuş. Bir görseniz hallerini, yangından mal kaçırır gibi poşetleri eve taşıyıp kapıları kilitliyorlar. Bizler de köşelerde açlıktan kıvranırken şarap çekelim adalete bak be.,. Eh kendi düşen ağlarmış misali.. 





Yani mahallemizin bir bölümünü bu yeniler oluşturuyor. Geri kalanında da eskiler. Eskilerin yarısı da sefiller diyebilirim. Ama hepsi de hak ediyor. Yıllarca bul parayı, yala yut, karı kız, pavyon, o âlem senin bu âlem benim, Taksim, Beyoğlu, Kumkapı, meyhane, taverna, gazino, şimdi de bir ağacın dibi, bir arsanın köşesi, şarap elde, Tek Yol Devrim, Atatürk ayağı… Gerçi ben de aynı tayfadanım ama bir yazar olarak gerçeği söylemek zorundayım. İstanbul’u yedik bitirdik harbiden. Becerdiğimiz karı kızın haddi hesabı yok hani. Belki de bir bakıma bunların günahını ödüyoruz. Şimdi sokaklar psikopat, şarapçı, deli kaynıyor. Daha çok içmeye başladı müptezeller. Gırtlak kanseri olanlar, sirozdan, kalpten geberenler, peş peşe mezarlığı boyluyor bu günlerde. En yakın dostlarımız ama hiçbirimiz birbirimize üzülmüyoruz. Allah daha beter etsin herkesi. Bir adam yedisinde ne ise yetmişinde de odur diye boşuna dememişler. Hepimizin içinde bir hainlik vardı.. Ee kendi eden, kendi bulur. Bazı pezevenkler var Allah öldürmüyor. Kan kusuyorlar, altına kaçırıyorlar ama yine de ölmüyorlar. Demek ki daha çok çekecekleri varmış. Oh olsun şerefsizlere. 



Aramızdan konumlu insanlar da çıktı bazen. Amir, memur, subay falan oldular ama onlar da az puşt çıkmadı. Gerçi kimselere zararı olmadı ama faydaları da hiç olmadı musibet heriflerin. Sinekten yağ çıkaran müptezellerdi. Karıncayı şey eder, belini incitmezdi bu tilkiler. Hayrına yaralı parmağa bile işemezlerdi. Gerçi hala öyleler ya. Bazen kahvede karşılaşırız. Mutlaka yıllık mahalle ziyaretlerine gelmişlerdir. Nostalji ayağı. Hani kaynana, kayın peder ziyareti falan. Üstelik bizi gördüklerinde bir sarılmaları var bir gülüşleri var olmaz böyle bir şey. Bu kadar sahtekârlık, bu kadar yalakalık anca olur, pes doğrusu. Bazen bunlara diyorum ki ulan Gogol’un Balzac’ın kemiklerini sızlatmayın lan. Kim o ya diye soruyorlar. Ananın şeyi diyom lan yavşaklar. Neyse senede bir gün de olsa eski arkadaşlarımızı görüyoruz. 



Kahvehanelere gelelim bir de. Eski ahaliyi orada hemen bulursunuz. Yaş yetmiş iş bitmiş misali bütün bunaklar orada oturup akşamın olmasını bekler. Hani az önce bahsettiğim sahtekârlar var ya onlar bunların yanında evliya kalır. Sanki cehennemin bir şubesinde sıra bekliyor bu iblisler. Artık hesap edin bu insanların karakterini. Az buz adamlar da değil hani. Hepsi de zamanında makam mevki sahibi insanlar. Birçoğunun mal varlığı var. Kimi emekli subay, kimi baş komiser, kimi belediyeci, kimi tüccardır, bu ihtiyar keçiler. Bu hallerinde bile yanına gitseniz Allah rızası için bir bardak su isteyin değil vermek, korkudan kalp krizi geçirirler. Hepsi de zamanında etin kralını, sütün kaymağını, yemiş, yutmuş adamlardır. Adama değil zırnık koklatmak, günahını bile vermeyen cinslerin en kaşarlanmışı, en haini, bir o kadar da acımasız ve gaddar ihtiyar sürüleridir bunlar. Üstelik sabahtan akşama kadar devlete, hükümete, vatandaşa isyan etmeleri yok mu gel de çıldırma. Ama ben de bazen kafam kıyak oldu mu gereken cevabı veriyorum. Cevap ne demek o biçim bozuyorum hani. "Ne şikâyet ediyorsunuz lan diyorum. Bu devleti şimdiye kadar yönetenler sizler değil misiniz he? Şimdi de isyan ediyorsunuz lavuklar" diye çıkışıyorum. Bir görseniz hepsi tıss diye yelkenleri suya indiriyor. Eh isterse indirmesinler. Semtin en belalı delikanlısıyız. Değil yetmiş, doksan yaşında bile olsun tokatı yapıştırırız. Hiç acımam pezevenklere. Dulun yetimin, çocukların haklarını yediler, bitirdiler o devlet kılıfıyla. 



Mahalle camimiz de çok eski köklü bir yapıdır. Ama hocaları bir felaket.  Gelen gideni aratır misali. Son gelen de ne yazık ki hokkabaz çıktı. Bunları kim yetiştiriyor diye hep sormuşumdur ama buna rağmen bir şeyde anlayamadım. Gerçi cemaat de ondan farksız sayılmaz ya. Bir Cuma gelmenizi isterdim misafir olarak. Bazen kafam esti mi ben de giderim cumalara. Daha içeri adım atar atmaz değil camiye bir ormana girmiş gibi paniğe kapılırım. Ne kadar tilki, sansar, çakal varsa alayı orada bana bakar hırlayarak… Günaha girdiğimi hiç zannetmiyorum. Yüce rabbimiz onları çok iyi bilir. Bu yüzden anlatırken vicdanen çok rahatım. Ne kadar üçkâğıtçı, sahtekâr, hain esnaf varsa ön sırayı kapmıştır. Arkalarında ise az önce mevzusunu yaptığım ihtiyar sürüsü vardır. Hokkabaz hoca üstelik durmadan bunlara günah işlemeyin diye birde nasihat çekmez mi gel de çıldırma kardeşim. Bu adamlara verdiği şu vaaza bak. 



Mahalle ahalisine ne diyeyim kardeşim. Kimi can derdinde, kimi de mal derdinde. Kör tuttuğunu, topal yakaladığını beceriyor misali. Evler ahır misali. Sabah ahırlar boşalır. İşe, okula, çarşıya, pazara gidilir, akşama dönülür. Ahırlara, kapanılır. Kimin ne kadar yiyeceği varsa, az olan azı, çok olan çoğu yer. Televizyon seyrederler. Sonra yatarlar. Şeyi kalkanlar, birbirini becerir. Gece yarısı banyo, tuvalet ışıkları zırt pırt yanar söner. Sokaklarda tek, tük sarhoşlar, hırsızlar dolaşıp, durur. Sabah ezan sesi duyulur. Ahırların kapısı yine açılır. İşte kardeşim her mahalle gibi bizim orası da... 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...