Dünyaya Kazık Çakmak

Göksu kullanıcısının resmi
Pa, 25/07/2021 - 17:57 -- Göksu
Dokuz on yaşlarında olmalıyım. Babam o gün eve erken geldi. Kaşları çatık, yüzü sapsarı, bembeyaz saçları dağınık… Koşup boynuna sarılmak istedim. Uzaklaştırdı, itti kendinden. Küstüm gidip pencerenin önündeki divana oturdum. Buradan bakınca karşı tepedeki kaleyi görebiliyorum. İftar vaktini duyurmak için top atışı yapılır oradan. Kral Mezarları ise belli belirsiz, çizgi halinde… Irmak buradan görülmüyor. Bahar taşkınları dışında sakin durgun akıp gidiyor. Babamın anlattığına göre taşkın sonrası şehre gelen bir Alman, “su akar, Türkler bakar!” demiş.

 
Ramazanlarda, tenekeden dört beş kollu kandiller yapılır, etrafı renkli krapon kâğıtlarla süslenir, cami dönüşü içindeki mumlar yakılırdı. Camiye gidemeyenler, pencere önlerinde ya da dışarı çıkarak, karanlığın içinde, önce minik ateş böceği gibi sonra gitgide büyüyen mumların yaydığı pırıltılı yolu seyreder. 
 
Rüzgârlı havalarda sık sık mumlar sönerdi. Babam Hamdullah Dede türbesinin önüne geldiğimizde mumların artık sönmeyeceğini söylerdi. Gerçekten de türbenin önünden geçerken yakılan mumlar eve gidinceye kadar sönmezdi.  
 
Cama alnımı dayadım. Nefesim camı beyaza boyadı. İşaret parmağımla yollar açtım zikzaklar çizerek. Babamın oturduğu tarafa bakmamak için de oyunumu sürdürdüm.
 
Kocaman tahta kapının gıcırtıyla açılıp kapanan sesini duydum. Annem komşudan gelmiş olmalı. Soğuktan üşümüş kollarıyla arkamdan sarıldı. “Ne yapıyormuş benim uslu oğlum bakayım?” Burnumu annemim boynuna gömdüm, saçlarını tutup çektim. Annemin kokusu hiç kimsede yok. Bahar gibi kokuyor. Yeni çiçek açmış ağaçların havaya karışan kokusu. 
 
Annem kimseye sarılsın istemiyorum. Hele “baba” denilen o adama. Erkek olarak ben vardım işte, nerden çıkıp geldi? Doğduğumda yokmuş, komşu kadınlar kendi aralarında konuşurlarken duydum. “Hapisteymiş!”
 
Hapis neresi bilmiyorum. Annem götürmedi hiç. Giderken beni Hatice Hanım Teyze’ye bıraktığını, “uslu dur, kimseyi üzme!” dediğini hatırlıyorum. Yorgun gelir, gözleri kızarmış olurdu. Uzun süre evden çıkmaz konuşmazdı kimseyle.
 
O adam yanımıza geleli bir yıl oldu. Aslında sevmek, sarılmak istiyorum ama… Korkuyorum bir yandan... Çok büyük,  saçları aslan yelesi gibi, kaşları da upuzun, alnını kaplıyor neredeyse. Çoğu zaman eve ben yattıktan sonra geliyor. Ama uykumun arasında bazen anneme bağırdığını duyuyorum. Kelimeleri anlamıyorum, ancak çok kızgın olduğu sesinden belli. 
 
Gene çok öfkeli olduğu bir gün, cebindeki paradan 25 kuruş eksik çıkmış. “Sen mi aldın?” diye sordu “hayır!” deyince de yanağıma bir tokat attı. Canım acıdı ama ağlamadım. Parayı ben almamıştım çünkü. Sonra bulmuş. Sarıldı, alnımdan kokladı. 
 
Hatice Hanım Teyze komşumuz, annemi yalnız bırakmıyor her gün bize geliyor. “Dayan kızım!” diyor. “Geçecek bu günler…” 
 
Geçecek olan neydi? Anlamıyorum. Sabah olunca annem sesleniyor: “Haydi oğlum kalk, elini yüzünü yıka, şeytanlar işemiştir yüzüne.” 
 
Annem ne derse yapıyorum, önce helâya gidip sonra elimi yüzümü yıkıyorum. Kışın sular çok soğuk oluyor. Bazen borular bile buz tutuyor, sular akmıyor. O zaman annem ıslak bir bezle yüzümü iyice siliyor. 
 
Pijamalarımı çıkarıp katlayarak koyuyorum dolaba. Yazsa annemin diktiği kısa pantolonu, gömleği, kışsa uzun kalın pantolonu ve gene annemin ördüğü kazağı giyiyorum. Saçlarımı annem tarıyor, iki yana ayırarak. Berber denilen adamdan da korktuğum için saçlarım uzun. Elindeki sivri uçlu makasın şak şak sesleri ödümü patlatıyor. İkinci kez götürmek istediklerinde bayılmışım. Saçlarım çok uzayınca annem kesiyor uçlarından. 
 
 Üstümü giydikten sonra, annemin ilaç kutularından yaptığı kamyonum ve trenimle oynuyorum. Arkadaşım yok. 
 
 Sıtma krizleri geçiriyorum. Teneke bir kutudan kinin çıkarıyor annem. Zehir gibi, zorla yutuyorum. Sonra lokum sokuşturuyor ağzıma. Kapının önüne çıktığımda, top oynayan çocukları seyretmeyi seviyorum ama terleyip hasta olduğum için onlarla oynamama izin yok. 
 
Akşam yemeğini babam gelmeden yediriyor annem. Yumurta yemem yasak. O kadar çok seviyorum ki ağlayarak pencere demirlerine tırmanıyorum. Ama boşuna ne yaparsam yapayım yumurta yok.
 
Sonra haydi uyku saati… Kışsa, sobanın üstünde ısıtılmış, kalın bir beze sarılmış tuğla ile giriyorum yatağa. Önce oturup, iki elimi açıp dua ediyorum. 
 
“Allah’ım sen annemi, babamı, beni koru, bizi şefaatinden mahrum etme, yoksullara aş, evi olmayanlara ev, hasta olanlara şifa ver. Gelmiş geçmiş atalarımızı nur içinde yatır. Bizi koru Allah’ım!” Annem yanaklarımdan öpüp, yorganı başıma kadar çekiyor, iki yanından yatağa sıkıştırıyor.
 
Hemen uyuyamıyorum. Gözlerim yumulu, dağları aşıp, görmediğim ülkelere gidiyorum. Çelik Bilek’le, valiye pusu kuruyor, Rodi’nin yerine geçiyor, balıklarımı çalan Profesör’den, sepetin içine kirpi koyarak intikam alıyorum. Tom Miks, Konyakçı ve Doktor’la birlikte vahşi Kızılderililere saldırıyor; beyaz, sarı saçlı, mavi gözlü kadınları kurtarıyorum.
 
 Hatice Hanım Teyze’den sonra en çok Günay Teyze gelir bize. O içeri girdiğinde karanlık evimiz aydınlanır sanki. Bembeyaz bir teni ve altın sarısı saçları var. Gözleri mavi boncuklara benziyor. Teni yumuşacık. Sandalyeye oturduğu zaman masanın altına girip bacaklarını okşarım. Sesini çıkarmaz ama diğer kadınlarla birlikte güler. “Babasına mı benzeyecek?” der Hacer Hanım Teyze. Annem: “Allah korusun!” deyip masaya vurur hemen.
     
Günay Teyze, tombul bedenini ortaya çıkaran döpiyesler giyer, saçlarını diğer kadınlar gibi eşarpla örtmez. İnce topuklu ayakkabılarıyla taş yolda yürürken tık tık sesler çıkarır. Okuldan döndüğüm bir gün annemi evde bulamadım. Günay Hanım Teyze’ye gittiğini düşünerek, çıkmaz sokağın sonunda dört beş basamakla çıkılan evlerine gittim. Hemen içeri aldı. Çok acıkmıştım. Mutfağa gitti. Elindeki tepsiyle döndü. Beyaz kaymağa benzer, içinde havuç, patates, bezelye… Çok lezzetli, “Rus salatası,” dedi. “Çiğ yumurtayla yaptım mayonezini.”  Koca tabağı bitirdim. Gece ateşlendim ama anneme söylemedim Günay Teyze’nin Rus salatası yedirdiğini.
 
Bize her gelişinde de mutlaka cevizli, üzümlü kekler getirir, yemem için başımda bekler. Çocuğu yok. Beni bunun için seviyor olmalı.   
 
Arkasından ona, “Gâvur Kızı” ya da “Macar Kızı” diyorlar. Bir kumpanyayla gelmiş bu küçük kente. Kocası da oyuncu, biraz kadına benziyormuş, “Günahı boynuna,” diyor Hacer Hanım Teyze. Günay Teyze çok güzel Macar dansları yapıyor, hem de tiyatro oynuyormuş! 
 
Şehrin bütün erkekleri onu izlemek için her akşam sinemada.  Menfi Doktor Amca da âşık oluyor Macar Kızı’na. Menfi Doktor Haydar Amca yüz elliliklerdenmiş… Ne demekse artık! Tıp Fakültesinde okurken atılmış, sürgün gelmiş bu şehre. Uzun bedeni sırtından hafifçe öne doğru eğik, kumral, beyaz tenli, soğuk bakışlı bir adam.  Korkardım ondan da, iğne yapardı ateşlendiğimde. 
 
Babamla çok yakın arkadaşlar. Babam ona “Devede de boy var ama akıl yok!” diyor. O da cevabı yapıştırıyor hemen “Ama kısalar da fitne fücur.” Birbirlerine sarılıp gülüyorlar.
 
Günay Teyze’yi izlemek için her gece sinemada o da. Sahnenin en önünde, diğer bütün erkekleri dövmek isteyerek bakıyor kadına. Günay Teyze de hoşnut bu ilgiden, dans ederken öne doğru eğilince bluzunun açık yakasından fırlayan memeleri Menfi Doktor’un aklını başından alıyor. İkisinin bakışlarından çıkan alevleri gören, şehrin diğer erkekleri geri çekiliyor. 
 
Günay Teyze ülkesine dönmek istemiyor, oralar çok karışık ve mutlu değil. Kumpanyanın şehri terk edeceği gün Menfi Doktor, onu babamın bağ evinde saklıyor, kocasını da dövüyor. Kumpanyadakiler aramaktan vazgeçip ayrılıyorlar şehrimizden.
 
Kadınlar bir araya geldiklerinde, Günay Teyze yoksa yaşanan olayları tekrar tekrar anlatıp, içlerini çeker, gözleri baygınlaşır, sanırım âşık olunan, çekip alınan kadın olmayı isterlerdi. Yaşım küçük ama yanımda konuştukları için şehrin bütün dedikodularını bilirim. 
 
Hacer Hanım Teyze’nin kocası Kamil Amca’nın da âşık olduğu bir kadın varmış. Zengin ailelerden birinin gelini; güzelliği dillere destan… Şehrin musiki ile ilgilenenleri, Kamil Amcaların bahçesinde bir araya gelip konser veriyor.  Söylediği yanık içli şarkılar onun için olmalı. Sesi bizim eve kadar geliyor. Bir akşam, evlerinin üst kat penceresinden, bahçede çalan fasıl heyetini dinlemiştik annemle. “Bir bahar akşamı rastladım size, sevinçli bir telaş içindeydiniz. Derinden bakınca gözlerinize neden başınızı öne eğdiniz.” Fasıl bu şarkıyla başlıyor hep.  
 
Bir de filmlerden öğreniyorum tabii. Güzel kadınlara, yakışıklı erkekler âşık. Kötülük yapan erkekler kısa boylu, esmer,  kadınlar ise sarı saçlı. Ama sevdiğim kadın hem sarı saçlı hem iyi.  
 
Günay Teyze, Mahmut Bey Sinemasındaki filmlerin hepsine gider ve annemden izin alarak beni de götürür yanında. Sinema denilen yer: Zemini beton; tahta, gıcırdayan iskemlelerin olduğu büyücek bir salon. Gişedeki erkek kılıklı, saçları kısacık kesilmiş kadından biletini alır. Bana da alsın isterim ama daha küçüğüm ya! Bilet kesmiyorlar. Boynum bükülür, bir an önce büyümek isterim.
 
Beyaz perdede, at üzerinde kovboylar, Kızılderililer, uzun etekli kadınlar, yakışıklı erkekler; aşk, kıskançlık, savaş, ölüm… Hasta olup yatakta ölenler, vurulup ölenler; bütün filmlerde hep birileri ölüyor, sevenler kavuşamıyor bir türlü. Kiminde kilise çanları çalıyor, kiminde ise ezan okunuyor. Ölüm sahnelerinde Günay Teyze ağlıyor, beyaz mendilini gözlerine götürmesinden anlıyorum. Bir de burnunun ucunun kızarmasından. 
 
Burası Menfi Doktor Amca’nın, Macar Kızı’na âşık olduğu yer. Bazen onun filmi seyretmediğini, sahneye boş gözlerle baktığını hissediyorum. Macar dansları yapan o çok güzel kadını mı arıyordu? Ailesi var mıydı? Kimse bilmiyor. Kırık Türkçesiyle hayatta kimsesi olmadığını söylemişti bana. Bu küçük şehirde sıkıldığını, ülkesini özlediğini, kaçmak istediğini… Korkuyordu. Tek sırdaşı bendim. Ne yazık ki onu koruyacak kadar büyük değilim. Ağlamasını istemiyorum hiç. O büyüdüğümde evleneceğim kadın. Menfi Doktor Amca’nın kocasına yaptığı gibi, ben de onun elinden zorla alacağım. 
 
Sinemaya gitmeyi çok seviyorum; beyaz, tombul, nemli elleriyle, elimden sımsıkı tutuyor. Özellikle kar yağmış yerler buz tutmuşsa. Ne yazık ki küçük şehrimize çok film gelmiyor.
 
Babamın o gün eve niye erken geldiği anlaşıldı; Hapishane arkadaşı ölmüş. Üç gün evden çıkmadı, yemek yemedi, konuşmadı. Günay Teyze gibi ağladığını görmedim ama… 
     
Babama, filmdeki güzel kadın üşüttü, hasta oldu dedim. Öksürdükçe ağzından kan geldi. Adamın biri yatağının başında ağladı, pencere açıktı perdeler savruluyordu. Sonra ezan okundu. Mezarlıkta gömdüler. Adam toprağın üstüne yığıldı. Film bitti.
 
Yemek yiyorduk. Babam anneme:
“Çocuğu neden böyle filmlere götürüyorsun?” dedi. Annem:
“Haydar Bey, karısının sinemaya tek gitmesine izin vermediği için Günay Hanım’a arkadaşlık yapıyor.”  Babama sordum:
“Hepimiz ölecek miyiz?”
Anneme baktı:
“Nereden biliyor ölümü?”
Kızacak diye çok korktum. Ama babam başımı okşadı, gülümseyerek:
‘‘Hayır oğlum biz dünyaya kazık çakacağız!” dedi.
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...