Savaşlara Yüklenen Kutsallıkların Amacı

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Halbuki dünyada bu zamana kadar var olmuş tüm siyasi düşüncelerin hiçbiri, insanların yaşadıkları sorunları hayal ettikleri ölçülerde çözmüş değildir. Siyasetlerin tüm sorunları istenilen ölçülerde çözecek bir gücü zaten bulunmuyor.

   
Siyasette böyle bir gerçeklik varken, dini ya da seküler siyasi düşüncelerin arkasından giden halklar, daha çok siyaset dışı mantıkta ısrar edip, her türlü savaşın yolunu açmakta bir sakınca görmemişlerdir. Ve siyasetin aktörlerine öyle bir bağlılık gösterirler ki, sanki tercih ettiği siyaset iş başına gelince tüm dertler bitecek.
 
Kutsal olsun olmasın her savaş, insan yaşamının temel parçası olan siyasetteki anormalliklerin bir sonucudur. Bu kör kaderi yaşamak istemeyen akıllı, kültürlü toplumlar evrensel, gerçek demokratik siyaset mantığıyla hareket edip, asgari veya üzeri ölçülerde sorunlara genel çözüm bulup, kendilerini çoğu savaşlardan korumayı başarmışlardır. Doğru kültür, demokrasi ve ahlaktan haberi olmayan toplumlarsa, siyasi rakiplerine devamlı düşmanlık penceresinden bakıp, siyasete gereğinden fazla önem vererek, sorunların yüzde yüz biteceğine inanırlar. Halbuki dünyada bu zamana kadar var olmuş tüm siyasi düşüncelerin hiçbiri, insanların yaşadıkları sorunları hayal ettikleri ölçülerde çözmüş değildir. Siyasetlerin tüm sorunları istenilen ölçülerde çözecek bir gücü zaten bulunmuyor. Siyasette böyle bir gerçeklik varken, dini ya da seküler siyasi düşüncelerin arkasından giden halklar, daha çok siyaset dışı mantıkta ısrar edip, her türlü savaşın yolunu açmakta bir sakınca görmemişlerdir. Ve siyasetin aktörlerine öyle bir bağlılık gösterirler ki, sanki tercih ettiği siyaset iş başına gelince tüm dertler bitecek. Oysa iktidara gelen A siyaseti, kendi taraftarlarının kısmi sorunlarını çözerken, bu defa B siyasetindekiler çeşitli olumsuzlukları yaşamaya başlar. Bu yüzden siyaset insan yaşamının ayrılmaz parçası olmasına rağmen, tüm sorunları çözecek sihirli bir gücü olmadığı bilinciyle hareket edilip, taraftar olan olmayan herkesin temel insani haklarına cevap olacak asgari çözüm mantığından bakılmalıdır. Keskin, ideolojik, bencil, megaloman, ukala, ırkçı argümanlara sarılan siyasi anlayışla sürdürülen kutsal vb. savaşlarda, elit kesimin dışında halk çoğunluğu her zaman en büyük zararı görendir. 
 
Kutsallık; yalnızca metafiziğe inananların tapındığı bir durum değil. Dini inançların dışında insanların büyük çoğunluğu etkisi bitmiş teoriye, lidere, iktidara, güce, paraya ve güzellik benzeri şeylere, doğallığının dışında değer verilmesi de kutsala yakın bir tapınmadır. Bu da kutsallığın iki ayrı yapısı olduğu, birisi manevi diğeriyse maddi ve görselliktir. Her ikisini de insan, içgüdüsel ve psikolojik duygularına dayanarak var edip, bilinmeyen bir yerden gelen olgular değildir. İnsanlar değer verdikleri kutsal ve kutsallığa yakın olan saplantılarını, sorgulamadan asla doğru yaşayamaz yaşanmadı da. Genel olarak toplumların çoğunluğu kutsallarını ve saplantılı ideolojilerini sorgulamadığından, öne çıkan kral, peygamber, lider ve siyasetçiler, insanların bu zayıflıklarını kullanarak kendilerini üstün, aziz gösterip inandırabiliyorlar. Megaloman bu kişiliğin temel felsefesini dindarlar, tanrı ve dinlerle icat ettikleri kutsal masallarla garantiye alırken, sol ve seküler kesimlerse, dünyadaki en iyi sistem teorisine kendilerinin sahip olduğu saplantısıyla, halkların kaderlerini belirlemektedirler. Bu konunun da bir parçası olan, tarihsel bir yanlışı düzeltmekte fayda var.
 
Kutsallık: Arapça bir kelimedir. Bunu var eden mantıksa Arap İslam düşüncesindeki Allah kültünden gelip, Allah adına kullanılan ifade, pratik ve davranışların üstün, yüce olduğudur. Kutsallık mantığı politeist, düalist ve monoteist tüm din ya da kitapsız inançlara bağlı, her toplumun kendi diline göre oluşturduğu kelimelerde mevcuttur. Sadece İslam’da olan bir durum değildir. Diğer taraftan “Allah, Tanrı, Tengri, Got, Ğode, Tanrıça” gibi isimlerin tarihsel çıkışındaki esas anlam, en yüce adalet, hak, hukuk demektir. Allah anlayışından yola çıkıp amaca varmak istenilen savaşlar kutsallıkla birleştirildiğinde, yüce adalet adına savaşmak, hareket etmek, duygu, düşüncesi, insan topluluklarında büyük etki yaratıyor. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken konu yüce adalet, hak, hukuk adına ortaya konan Allahçı dinsel teorilerin, ayrıntıları ve uygulamaları üzerinde bilinçli olarak durulmadığından, neye göre yücelik, kutsallık olduğu doğru düzgün anlaşılmıyor. Sürekli Allah kelimesinin geçtiği söylem ve eylemler ne yazık ki kutsal görülüp, her türlü çirkinlikte kullanıldığı halde kimsenin hesap sormaması, tüm yalancı dini masalları yüceltmektedir. İşte kutsallıklar adına yapılan tüm savaş ve eylemler bilinçsizlik, bilgisizlik, kültürsüzlük ve korkaklığın eseri olarak devam ediyor.
 
Dünyadaki insan topluluklarının yaşam, düşünce ve siyaset yapıları ele alındığında, insanlığın dünyaya bakışını iki temel düşünce belirlemiştir. Bunlardan birisi Metafizik, diğeriyse Materyalist düşünmedir. Her iki düşünceden yola çıkıp, siyaset adına sürdürülen kutsal ve benzeri savaşların taraftarlarını daha yakından tanıdığımızda, kendi payımıza düşen yanlışı da anlamış oluyoruz.
 
Metafizik düşüncenin özü; bilinmeyen, şekli şemali verilemeyen, fizik ötesi soyut bir hiçliğe dayanan sözde üstün varlığın (Tanrı-Allah) evreni, dünyayı, canlı cansız varlıkları yarattığına inanılan anlayışın teorik felsefesidir. Üzerinde durulmayan diğer önemli ayrıntıysa, bu felsefeyi ortaya koyan kral tanrı, peygamber, imparatorların hangi çağda, nasıl bir ortam, maddi manevi sosyal koşullar içerisinde, icat ettiklerinin doğru düzgün tartışılmamasıdır. Tanrılar da dahil dünyada bugüne kadar var olmuş düşünsel kültürleri insanların icat ettiği, kişilikleri incelendiğinde ortaya konulan felsefenin niteliği, daha net açığa çıkıyor. Bu noktada şunu belirtmekte fayda var. Faşist düşüncelerin dışında, dini ve seküler siyasi yapıların ortaya çıktıkları çağın sosyal koşullarına göre, mutlaka doğruluk payları vardır. İnsanların psikolojik, eğitim, kültür, ekonomik ve yaşadıkları çağa göre değerlendirildiğinde, doğruluk dereceleri de netleşebiliyor. Her canlı, cansız ve düşüncelerin varoluşu, gelişmesi, yok oluşu diyalektik evrimsel kanunla gerçekleşirken, kutsallarda dahil tüm teoriler, belirli aşamadan sonra işlemez noktaya geldiği için terk edilmelidirler. Doğal evrimsellik bunu ifade ederken, tam tersine tek tanrılı dinlerde dahil, seküler düşüncelerin çoğunun tıkanıp yerinde saymalarının en büyük nedeni, etkileri bittiği halde terk etmemeleridir.
 
Örneğin; idealist düşünceler ve buna yakın yapılar, bu zamana kadar yalandan başka hiçbir şey üretmediler. Materyalist seküler, laik anlayışların icatlarıyla yaşamlarını idame ettirirken, kutsal kavramlarla toplulukları daha da körleştirmelerindeki esas ısrar, soy (Irk) üstünlüğü ve serveti kaybetmemektir. Tanrıya falan inandıklarından değil. Makam, mevki, paradan başka hiçbir amaçları kesinlikle bulunmuyor. Mevcut tek tanrılı dinleri sosyolojik ölçümle değerlendirdiğimizde, birey ve toplumların günlük yaşamlarına hiçbir noktada uygunluğu ve en ufak katkılarının bulunmaması, dinlerin %98 oranda işlevleri bitmiş demektir. Bu düşüncenin maddi manevi tüm getirisinden faydalananlar, doyumsuz egolarını tatmin eden üst düzeydeki elit kesimlerdir. Bir toplumda maddiyat, eğitim ve kariyer ne kadar yüksek olursa olsun, aşırı derecede, sınırsız maddiyat, lüks, cinselliğe düşkünlük; bencil, bilgisiz, kültürsüz ve düşüncesiz edilgenlik demektir. Dünya insanlığının da geldiği nokta tam burasıdır. Çoğu birey ve toplumların her yaptıklarına kutsallık kılıfı uydurmalarının nedeni maddi, cinsiyetçi ahlaksızlığı meşrulaştırmaktır. Toplumsal çoğunluğun bunlara inanmalarının nedenini, şu şekilde açıklamak mümkündür.
 
İnsanların çoğu evren, dünya, doğa, canlı ve cansız varlıkların oluşumu hakkında bilimsel, yeterli, doğru bilgiye sahip olamadıklarından, dünya ve varoluşla ilgili bilimsellik yerine, daha çok kendilerini psikolojik olarak rahatlatacak gerçek dışı yalan, basit, kutsallık taşıyan masalsı ifadelerin, duygularını en fazla okşamasının bir sonucudur. Kral tanrılar, peygamberler, temsilcileri, imparatorlar ve devlet yöneticileri, insanların bu psikolojik zaaflarına kendi açılarından hem cevap olmak hem de daha kolay, arkalarından sürükleyip yönetmek için kutsallık, en büyük sermaye kaynaklarıdır. Kutsallıktan bir an olsun vazgeçmeleri, bu elit kesimin intiharları demektir. Yöneten ve yönetilen insan topluluklarındaki kutsal hak arayışı, M.Ö.30 bin yıllarında politeist ve dualist inanmayla başlayıp, daha sonra masalsı monoteist inançlarla psikolojik, maddi, manevi yaşamın siyasi politikasına dönüştürüldü. Dünya toplumları içerisinde üst düzeydekilerin dışında, halk çoğunluğu kutsal savaş ve söylemlerin yalandan ibaret olduğunun bilincinde değiller. İkinci bir eleştirilmesi gereken konuysa, materyalist sol düşüncelerin arkasından giden toplulukların durumudur ki, kutsallığa benzer şekilde etkisi bitmiş ya da çağa uygun olmayan teorilerde ısrar etmeleridir.
 
Materyalist felsefenin özü; somut gözle görülen maddeden hareket edip bunun evren, dünya, doğa, canlı cansız varlıkların diyalektik ayrışımını, birleşmesini, varoluşunu inceleyerek, ortaya çıkan sonuca göre yaşamı belirleyen teoridir. Materyalist teorinin bu kavramsallığında en ufak yanlışlık söz konusu olmadığı halde, bu felsefenin en çok savunucuları sosyalistler nerede, nasıl, neden kutsallıklara benzer bir tıkanmayı yaşıyorlar? Esas burası büyük önem taşıyor.
 
Materyalist felsefe sürekli çağın ve zamanın mevcut sosyal koşullarına göre her alanda değişimi temel alır. Bu değişim dini düşünceler başta olmak üzere canlı, cansız, siyaset, ekonomi, politika, kültür vb. akla ne gelirse hepsini kapsar. O halde sol düşüncede olanlar sahip oldukları materyalist teoriye rağmen, düşünsel politikalarında çoğunluğu ikna edemediklerine göre, ya materyalist felsefeyi tam kavrayamıyorlar ya da insanların nesnel yapılarına uymayan bir ütopya söz konusudur. Adeta metafizik düşüncedekiler gibi işlevi çoktan bitmiş teorik kavramlarda ısrar edilmesi, kutsal tapınmacılığın diğer bir şekli demektir. Sosyalistlerin tıkanıp yerinde saymalarını anlamak için şu noktalara bakmak yeterlidir.
 
Materyalist felsefeye bağlı olup toplumu yöneten liderlerden tutalım, yardımcıları veya daha alt kademedeki yöneticilerin birer insan oldukları unutulmamalı. Her insan, bireysel ve toplumsal psikolojik ruh yapısına sahiptir. Solun yönetici konumundakilerinin toplumsal ve bireysel psikolojik ruh yapıları ele alındığında, şöyle bir gerçekle karşılaşılıyor. Her insanda görüldüğü gibi sosyalist liderlerde, içerisinde yaşadığı toplumun birçok maddi manevi kültüründen istemeseler de etkilenirler. İleriki aşamalarda bunların bir kısmını atsalar dahi, bazılarını kolayca atmak istemezler. İnsandaki sosyal psikolojik bu durumun, dinciler ve seküleristlerde nasıl bir ortak özellik taşıdığını iyi kavramak gerekir. Dinciler toplumsal ve bireysel psikolojik ruhsal yapılarında yükselen egolarını, her alanda kutsallık adıyla istedikleri gibi açıktan kullanıp, bunun teorisini Allah böyle emretmiştir ifadesiyle her türlü eleştirilerin önünü kesip, toplumda meydana gelecek derin ayrışmaları rahatlıkla engelleyebiliyorlar. Solun kutsallık gibi bir savunma mekanizması olmadığından ya sürekli bilimsel, doğru yeni teoriler üreterek, halkın istemlerine cevap olma durumları söz konusu, ya da bu zamana kadar yaşandığı gibi sahip oldukları eskimiş teorilerde ısrar etmektir. Bilimsel yeni teoriler üretmek her zaman kolay olan bir durum olmadığından, sol kesimin öncüleri genelde eski ve etkisi geçmiş teorilere sarılırlar. Bu da saplantılı bir durumu ortaya çıkarıyor. Özellikle sol liderlerin bu gerçeklikler içerisinde, daha çok hangi psikolojik ruh yapısıyla hareket ettikleri ise büyük önem taşıyor. Bu noktalar net, ortaya konup tartışılmadığı sürece, soldaki sorunlar hiçbir zaman minimalize edilemez.
 
Sosyalist lider ve yöneticiler, bireysel egoist psikolojik yapılarını kolayca açığa vurmasalar bile, içsel dünyalarında bunu çok yüksek şekilde yaşarlar. İnsan; egoist güdülerin tetiklediği durumlarda buna bireysel veya toplumsal psikolojide küçükte olsa şans vermesi demek, kolayca önünün alınamaması anlamına gelir. Materyalist, marksist yöneticilerin çoğu, siyaset psikolojilerindeki bu güdülerini genelde, kariyerizmle tatmin ederler. Bu da sol kesimi zehirleyen en tehlikeli uyuşturucu demektir. Sol lider ve öncü kişilerin toplumsal, bireysel psikolojik ruh halleri iyi bilinirse, toplumu nereye götürecekleri daha net anlaşılır.
 
Solun genelde tıkanıp kalmasının esas nedeni, kariyerizm endişesiyle geçerliliği bitmiş teorik kavramlara sarılıp gereğinden fazla önem vermeleridir. Bunu gerek toplumsal psikolojide gerekse bireysel ruh hallerinde yüksek derecede görebiliyoruz. Kariyerizm insanın doğasında mevcut olan psikolojik duygusal güdü olsa da sosyalistler, kariyerizmin insan ve toplum yaşamına nerede zarar verdiğini bilip, alternatif politika geliştirmeleri gerekir. Çünkü insan ve siyaset psikolojisi üzerine sosyolojik, psikolojik, antropolojik incelemeler, insan karakterinin karmaşık, bazen çok katı şekilde tıkanıp kaldığını, bazen hızlı şekilde olumlu olumsuz değişimler gösterdiğini ifade eder. Sol düşüncedeki kurum ve oluşumlar, insanın bu nesnel ve öznel gerçekliği ile ilgili, siyasal parti eğitimini düzenli şekilde uygulamadıkları sürece, ifade edilen tıkanıklıktan asla kurtulamazlar.
 
Sol toplumu yönetirken, perde arkasında büyük küçük maddiyatçı duygularla sürekli hareket edip, sahnede kariyerizmle birleştirmesiyle, gizli egoizm solda tavan yapmaktadır. Ne yazık ki soldaki bu gerçeklik tartışılmadan halkın bağlılık gösterilmesi, dindarların kutsallığna benzer bir durumdur. Diğer bir önemli ayrıntıysa, sol yöneticiler için kariyerizmi öldürmek, içgüdüsel birçok egoist duyguları öldürmek anlamına geldiğinden, bunu her lider, yönetici ve siyasetçi göze alamıyor, alanlar istisnadır. Neticede kariyerizm normal bir durum gibi gösterilip egolar tatmin edilirken, olan halka oluyor. Şu gerçekler daha da kanıtlayıcı niteliktedir.
 
Bilimselliği herkesten çok savunan sosyalistler, insanın içerisinde bulunduğu çağın sosyal koşullarıyla nasıl bir psikolojik, kültürel niteliğe sahip olunduğu, genelde önemsenmeden hareket edilmesi. Sürekli kulağa ve duygulara hoş gelen ütopik, eşitlik benzeri komün teorik kavramlarla toplumu ikna etmeye çalışırlarken, sürekli hayal kırıklığına uğratmaları. Zaman ve insanın mevcut niteliğine uygun, bilimsel yeni teori geliştirmenin zorluğuna çoğu sol liderlerin katlanmak istememeleri. Aynı zamanda elde edilen makamı zamanı geldiğinde bırakmak yerine, ölünceye kadar tekelinde tutmak. Her şey zamanla değişip dönüştüğü halde, en az iki yüz yüzyıllık teorilerden tutalım söylem ve ifadeleri devamlı kullanıp, eski mantığı yeniden oturtma peşinde koşmak, sol kesimin evrimci düşüncesinde derin çelişkilerin olduğunu göstermeye yetiyor. Daha da önemlisi, her alanda tıkanıklık yaşanırken kutsalmış gibi tekrar edilen tüm söylem, kavram ve de politikalara karşı eleştirel bakanları, yapı içerisinden uzaklaştırmak için çeşitli ayak oyunlarını birbirine karşı en büyük silah olarak kullanılması. Bu silah sol düşüncelerin kırk parçaya bölünmesindeki en büyük etkendir. Böylece eski teorik söylem ve kavramlarda ısrar, adeta birbirleriyle yarış meselesine dönüşüyor sol kesimde.
 
Kutsal savaşlar derken, yalnızca idealist düşüncede olanların üzerine yıkıp işin içinden sıyrılmak, asla doğru olmadığı gibi soldaki birçok eksik ve yanlışın üzerini örtmek demektir. Sol kesimlerin büyük çoğunluğu da farklı şekilde düşüncelerini tek, üstün, en geçerli siyasi teori görüp, eleştirileri kolayca kabul etmemeleri, inançlılardaki gibi kutsama ya da tapınmacı bir durumdur. Bu yüzden insan toplulukları düşüncelerini biraz daha profesyonelce kullandıkları günden zamanımıza kadar, hep çeşitli şekillerde kutsal ya da ona yakın üstünlükler atfederek amaçlarına ulaşmışlardır. İster dini ister de dindışı anlayışlar olsun, ulaşmak istenilen amaçta ne kadar haklı olunursa olunsun, bir düşünceye yalan, yanlış, kutsallık, üstünlük ve her derde deva megalomanlığı yüklendiği sürece, materyalist felsefeyle uyuşmayan bir durumdur. Özellikle Teknoloji ve Bilgi Çağ’ında, her türlü kutsal ve üstün saplantılı düşüncelerin etkisi çoktan bitmiştir. Buna rağmen işlevi bitmiş duygu, düşüncelerde ısrar, toplumu düşünemez yaptığı için, çatışmaları beraberinde tetiklemektedir. Uygarlıklar başta olmak üzere, tarihi olayları gerçekçi inceleyenler, toplum ve halkların birbirine karşı kutsallık, üstünlük mantığını sürekli kullanarak, nasıl katliamlar gerçekleştirdikleri, tarih sayfalarında en çok yer tutan konulardandır. Bunların hepsini samimi, gerçekçi şekilde deşifre etmeyen, eleştirmeyen hiçbir insan, düşünce ve topluluk, insani yaşamdan bahsedemez, etmemeli de.
 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...