ANALIĞIM

Muzaffer Oruçoğlu kullanıcısının resmi
Analığımdı. Daha fazlasıydı. Izdırap gibi bir şeydi. Farklı bir ızdırap. Yaşam sevinci vardı ızdırabında. Gece gündüz didinir, çalışırdı. Sağıncıydı. Sürü sahiplerinin ineklerini, koyunlarını sağardı. Ellerinin tanımadığı, sevmediği meme yoktu.
“Çalışan her elde can ateşi var kızım,”derdi. “O can ateşi sönmesin, söndü mü insan ölür,” derdi.
Aşık olmuş körpe kızlar gibi duyguluydu. Gerçi herkes duyguludur da. Anlatamıyorum. Duygunun özenerek doğurduğu bir kadındı. Kalbinde bir sorun vardı sanırım. Yüreğim çatlak meme misali sızlıyor kızım, derdi bazen.
Biri dağda, üçü beşikte olmak üzere dört çocuğu ölmüştü. Ben yaralanıp içeri düşmüştüm. Yaramın meşhur ettiği bir kadındım. Analığımı hep ziyaret yerinde görürdüm. Demir parmaklıkların ve ölenlerin acılarıyla biçimlendirmişti duygularını. Gardaşım, dediği her gardiyanı birer mezarlık bekçisi, beni de bir ölü duygusu olarak algılıyordu.
Başına bir yığın çaput sarmıştı. Zarif bir kadındı. Çaputlarında bile bir renk zerafeti vardı. Emlik kuzular gibi bakıyordu. Hiç küfretmiyordu. İçinden ediyordu. En çok da kendi yaratılışına ediyordu. Küfürleri de zarifti. Ağlayışı ve çaputları gibi zarifti, zararsızdı. Yaralayan, kin tutan küfürler değildi.
Başkalarının aleyhinde konuşan bir kadın hiç değildi. Aleyhte konuşanları da dinlemezdi. Kalkar giderdi. Kulak ve hafıza soyluluğu vardı. Kötü olan hiçbir şeyi hafızasına almaz, gördüğü hiçbir şeyi de karga gibi unutmazdı. Varlık alemini cümbür cemaat içine alan bir kadının, kötü olanı kapı dışında tutmasına takılır kalırdı aklım hep. Kötülere acıma duygumu analığımın bu tavrından aldım ben.
Beyni iyi çalışıyordu; kafasını saran çaput yığınlarının altında bir yerdeydi. Çaput içinden bakıyor, bir çaput yığını olarak görüyordu dünyayı. Çaputların hepsi de dilek ağacının dallarında tutunamayıp düşenlerdi. Devşirmeci bir yanı vardı. Sürünen, acı çeken taze duyguları devşiriyor, istif ediyordu beynine. Keçilerin içinde uyuyordu. Bazen ağlıyor, ağıt yakıyordu. Kalp diliyle söylüyordu ağıtını. Böyle soluk alabiliyordu ancak.
Babam da iyi adamdı ama neye yarar, yakışıklıydı. Anamın ölümünde ciddi bir payı vardı bu yakışıklılığın. Anamın ölümü, kalbimizin atışını değiştirdi, her şeyi değiştirdi. Babam, vicdan çöküntüsünün altından kalkamayınca, dengesini yitirdi, marangozluğu da bıraktı. Susan bir adamken, konuşan bir adam haline geldi. Sözünün bittiği yerde konuşmaya devam ediyordu. Çok konuşuyordu. Susamıyordu. Çok konuştuğu için sözcükleri açlık grevinden çıkmış gibi halsiz ve mecalsizdi.
“Bu fukara adam hiç konuşmazdı,” diyordu, analığım, “dil otunu köküyle yediği günden bu yana böyle oldu.”
Babam, kendisinden ayrılamadığı için evden ayrılıp gitmek istiyordu. Sık sık mırıldanıyor, şöyle diyordu:
“Beni yoklayan her ağrım bana, ‘ayrıl’ diyor. ‘Birlikte yaşadığın bu insanın zamanı, senin zamanını hapsediyor,’ diyor. ama ben ayrılamıyorum.”
Babamın mucizevi anlatılarla güçlenmiş cinsel bir tarihi vardı. Bütün aile, bu tarihin kurbanı olmuş gibi bir duygu içindeydi. Anamın ölümünden sonra, herkesi huzursuz ediyordu babamın varlığı.
Bir ara, her ikisini de rahatlatmak için ayrılmaya teşvik ettim.
“Bu devirde kimse kimseyi dinlemiyor,” dedi babam. “Konuştuğumda beni kuzu gibi dinleyen ve anlayan tek insan var, o da analığındır. Ayrılsam, kimse dinlemez beni. Ölürüm. Ananın ölümünden sonra ölmek istemiyorum.’
Analığım da yanaşmadı ayrılmaya.
“Ben babanla kırk yıldır beraber yaşamışım kızım,” dedi. “Benim ona, onun da bana çok emeği geçti. Birine emek geçti mi o da emeğe geçer. Sabit kalem yazısı misali silemezsin.”
“Babam çok konuşuyor,” dedim. “Hep sana konuşuyor. Sen eziliyorsun.”
“Baban konuştuğu zaman beni konuşmuyor ama benim gönlümün içinden konuşuyor,” dedi. “Benim gövdem, sen de iyi bilirsin ki gönlümün yaylasıdır. Her dileğim gövdemde gezinir. Bu gezinti de babana ayan olur. Baban benim dileklerimi seyreder, tanır, çözer. Çözdüğü zaman da yüreğimi anlar. Bir yüreğin bir yüreği anlamasından başka hayat nedir ki.”
Duygulandım. “Babam gerçekten seni anlıyor mu?” dedim.
“Baban arif bir adamdır,” dedi. “ Daha ilk gün, benim amelimi konuşma ahlakımdan çıkardı, kendine meftun etti beni.”
“Ama babam ayrılmak istediğini söylüyor bazen,” dedim.
“Sen bakma ona,” dedi. “Ayrılmaz. O ayrılsa da ben ayrılmam.”
İkisinin de duygularını dinlemek, içtenliklerine inanmak rahatlattı beni. Çekip İstanbul’a geldim.
Eylül-2021
AHIR (Tuval üzerine akrilik)

 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...