DUVAR YAZISI EDEBİYAT KAYINTISI XIV

Görülmüştür kullanıcısının resmi
"Geçmişte halkın üzerine kabus olarak çöken zorbasından ikbal devşirenlerin, bugün göklere çıkardıkları II. Abdülhamit’in istibdat yönetiminde bile sözünü sakınmayan bir şair, Tevfik Fikret vardı. Fikret, 1901 yılında II. Abdülhamit’in ettiklerini “Sis” adlı şiiriyle işler. Sis şiirinde İstanbul’a çöken karanlığın insanın içine işleyen bir betimlemeyle yazmıştır. Günümüz iktidar sürdürücülerine yönelik böylesi şiirler yazılırsa şayet zindana atılması işten bile değil…"

 

Ayhan KAVAK
2 Nolu T Tipi Hapishanesi A-14
Tarsus/MERSİN
 

 

Madde 131: Ayşegül Tözeren’in “Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi” kitabı (Manos, 2018) oylumu az olsa da içeriği dolu bir kitap 2022’de okuma şansı buldum. Belli ki önceden yazılan makalelerin toplamından mürekkep. Kitaba da ad olan, edebiyatta eleştirinin özeleştirisine öğretici bir şekilde değinirken, yerleşik, statükocu, iktidar üretici söylemleri de elekten geçirir. Okunmazsa olmaz denebilecek bir eser diye düşündüm. “Edebiyat eleştirisinde bir ihtimal daha var” ın somut göstergesi adeta. Hani ikinci baskıyı görürse diyorum; kimi eleştirmenleri –Semih Gümüş, Fethi Naci vd.- sınırlı söylemleri üzerinden değil de yazın hayatlarının bütünselliği içinde analiz ve değerlendirmelere tabi tutsa okurlar açısından da öğretici olurdu.

 

Madde 132: Tözeren kitabında Bedrettin Cömert’ten de alıntı yapar; “Bir yazıyı bütünlüğü içinde anlama alışkanlığı edinemedik biz daha. Yazarına veya yazıda adı geçen kişilere karşı olan sevgimiz ve tepkimiz; yazıyı daha tümden okumadan, okumuş olsak bile anlamak için gerekli çabayı harcamadan, o yazıyı övmemiz veya yermemiz için yeterli oluyor.” İşin ilginci, halen de böyle yapılmaya devam edilmekte. Edebiyatın çoraklaşmasını doğuran böylesi yaklaşımlardan uzak durulmalı…

 

Madde 133: Tözeren’in iyi niyetinden şüphe duymasam da, kanımca o da bilerek veya bilmeyerek edebiyatı kategorileştiren kavramları kullanmakta ‘Müebbet edebiyatı, cezaevi edebiyatı vs. tanımlamalar üzerinden yol alışın sorunlu olduğunu düşünüyorum. Bu tür kavramsallaştırmalar, içeride yazımsal verimlerin farklı dallarında ürünler verenleri, konturları belirlenmiş bir düzleme sıkıştırır ki zaten fiziki manada var olan soğuk duvarları bir başka duvarla berkitmeyi doğuracaktır. Hasılı ‘Hapishane Edebiyatı’ kavramından sakınılması en doğrusudur. Zira bu iktidar kokan bir bakış açısına kapı aralamayı çağrıştırmakta…

 

Madde 134: “Metin bir soğandır” a inanılıyorsa, zindan şartlarında olanca zorluklara göğüs gerip ürün veren yazarları derinlikli bir analize tabi tutmak geliştirici bir adım olacaktır. Kim bilir, Tözeren kitabını yazarken elinde yeterli veri de olmayabilir. Zindanda olup da üretim yapanlar (nitelikli/niteliksiz) çokçadır. Kürtçe ve Türkçe dillerinde de kitaplar çıkmakta. En azından Türkçe edebiyat yapanları birkaç yazarla sınırlandırmamalıydı. Zindanda sayısız kitaplara imza atmış yazarların nesnel değerlendirmeye ihtiyacı olduğunu da düşünüyorum. Metin üzerinden edebi eleştirilerin geliştirilmesi bizler açısından da önem arz eder. Duygusallığa kapılmadan eleştirin! Arap atasözünde geçtiği gibi, “Bak ne diyor, bakma kim diyor.” Edebiyat edebiyattır. Nerede üretilirse üretilsin edebiyat normlarına göre eleştiriden geçirilmelidir…

 

Madde 135: Kruşçev, gittiği Non-figüratif resim sergisinden hazzetmeyince, o resimler için; “Bu resimler insan eliyle değil, eşek kuyruğuyla yapılmış” der. (Politika ve Sanat, Akif Kurtuluş, Avesta Yay.) Yakın zamanda heykelden anlamayan bir zat da, heykeli ucubeye benzetmişti. Sanatsal ürünlerden anlamayanların zihni şekillenmesi ‘ya bizden ya da düşmandan yanasın’ üzerine kodlanmış olsa gerek olmadık hakaretler etmeyi iş edinmişlerdir.

 

Madde 136: Che Guevara (Sosyalizm ve İnsan, Yar Yay.) sanat hakkında, “Tek sağlam yolu neden sosyalist gerçekçiliğin donmuş biçimleri arasında arayalım? Özgürlük kavramına karşı sosyalist gerçekçilik kavramını ileri süremeyiz, çünkü yeni toplumun gelişimi tamamlanmadıkça özgürlük yoktur ve olamaz. Ne pahasına olursa olsun ille de gerçekçilik tamamlanmadıkça özgürlük yoktur ve olamaz. Ne pahasına olursa olsun ille de gerçekçilik diyerek, oturduğumuz yüce makamdan 19. yüzyılın ilk yarısından beri gelişmekte olan sanat biçimlerini mahkum etmeye kalkışmayalım, çünkü böyle yaparsak geçmişe dönmek ve doğmakta olan ve kendini yaratma süreci içinde bulunan insanın kendini sanatla ifade edişini delilik saymak gibi bir Proudhonvari yanlışa düşmüş oluruz” der, haklı olarak. Sanatı kategorileştirme ve tek biçime sıkıştırma hastalığı bir türlü aşılamadı. Küçücük zindan hücresini andıran kalıplaşmış bir kutudan bakıldığında, geçmiş verimleri yoksama ve reddetme çokça yapılabilmekte.

 

Madde 137: Arapça yazınında kısa roman yazma tarzının başat olduğu dönemde uzun romanda ısrarcı olan Fathi Ganem 1958’de “Dağ” adlı romanını yazar. 1988’de Nobel Edebiyat ödülünü kazanan Necib Mahfuz da kısa roman yazma geleneğinden uzun roman yazma sanatına yönelir. Mahfuz’un Nobel alması ardından Arpça yazınında uzun romana ilgi oldukça arttı ve aynı zamanda baskın hale gelmeyi sağladı. Mahfuz, Yağmur’da Aşk, Kahire Üçlemesi, Miramar; Harafiş gibi birçok eser vermiştir.

Ganem ve Mahfuz Arap coğrafyasında uzun roman ustaları olarak takdir görür. Fakat halen de kısa romanlar üretilmekte. Bunları zenginlik olarak almak gerekir.

 

Madde 138: Kısa roman üstatlarından olan Gassan (Hasan) Kanafani Filistinliydi. Akka’da mülteciydi; kendi topraklarından kopartılanlardandı. Edebi eserler vermenin yanı sıra Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin önde gelen kadrolarındandı. 1972 yılında İsraillerce katledildi. Kanafani edebi üretimlerinde Filistin’deki koşulları çokça işlemenin yanı sıra evrensel mesajları da kişisel anlatıyla harmanlamıştı.

 

Madde 139: Çok yönlü bir sanatçı ve hepsinden önemlisi şair olan Fürug Ferruhzad’ın şiirleri 20. yüzyılda kadının karşısına çıkan zorlukları ve dönüşümü odağına alır. 16 yaşında evlenmeye zorlanmıştı. Üç yıl sonra da çocuğu olur ve boşanır. Bir daha çocuğunu göremez. Genç yaşında, 1967’de geçirdiği trafik kazasında hayatın kaybeder. “Tutsak”, “Duvar” ve “İsyan” şiirlerini yazdı. Bir dizesinde, “Ben bu kafeste tutsak bir kuşum” der. O feministti. Onun şiirlerinde, eylemlerin cümlenin sonunda ortaya çıkan Farsçayı kullanışı bile öncü bir şair oluşuna delalettir.

 

Madde 140: Geçmişte halkın üzerine kabus olarak çöken zorbasından ikbal devşirenlerin, bugün göklere çıkardıkları II. Abdülhamit’in istibdat yönetiminde bile sözünü sakınmayan bir şair, Tevfik Fikret vardı.  Fikret, 1901 yılında II. Abdülhamit’in ettiklerini “Sis” adlı şiiriyle işler. Sis şiirinde İstanbul’a çöken karanlığın insanın içine işleyen bir betimlemeyle yazmıştır. Günümüz iktidar sürdürücülerine yönelik böylesi şiirler yazılırsa şayet zindana atılması işten bile değil…

(devam edecek)

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...