Nesim Amca gecen yıl Kayseri' den getirildi merkezimize. Yaşı atmışı biraz geçmiş, eli yüzü oldukça düzgün bir polis emeklisi. Seksen döneminde Anadolu'nun birçok karakolunda görev yapmış ve görevini bir yaşam biçimi haline getirmiş bir adam. Sesinde her zaman bir öfke var. Kısa cümleler kuran ve onları yüksek sesle söyleyen biri ayrıca. Görev yaptığı her bölgede namı hemen yayılmış. Bir şekilde karakola düşen gençlere akla gelmedik işkenceler ediyormuş. Ona göre hepsi birer vatan hainiymiş. Gençlerin ne yaşı ne de cinsiyetleri umurunda değilmiş; hepsi zulmü çoktan hak etmişlerdi. Karakolun en alt katında, o kalın duvarlı odalarda birçoğunun yaşı reşit bile olmamış çocukların bedenleri üzerinde hayatları boyunca taşıyacağı derin izler bırakmakla meşgulmüş…
Bazı geceler evine bile gitmiyor, karakolda kalıyormuş Sokak aralarında duvarlara yazı yazarken yakalanmış ya da bir yerde toplu bir gösteriden getirilmiş gençler önce onun huzuruna çıkarılıyormuş. Hepsinin yüzüne kinle bakıyormuş. İçinde adı konulmamış bir öfke ve nefret varmış. O buna “vatan sevgisi” diyormuş.
Geceleri Karakolda uyuduğu için karısı ve kızı Zehra’yı çok fazla görmüyordu. Karısı bu duruma ne zaman şikâyet etse, o bunun bir vazife olduğunu söyleyip kadına bağırıyordu. Zavallı kadın biraz çaresizlikten biraz da öfkesinden korkuyor ve susuyordu. Ama yalnız son zamanlarda kendisine dokunmasına pek fazla izin vermiyordu. Bu da kavgalarına yol açıyordu.
Bir gün sabaha karşı döndüğünde evin boş olduğunu gördü. Karısı ona bir mektup bırakıp kızını yanına alarak evi terk etmişti. Kadın mektubunda karakollarda gençlere yaptığı işkenceleri bildiğini ve o elleri ile ne kendine ne de çocuğuna dokunmayı hak etmediğini yazmıştı.
Birdenbire evi bomboş kalmıştı ama inadından karısını aramayacaktı. Madem onu bırakıp gitmişti, o zaman cezasını çekmeliydi. Aradan yıllar geçti, karısını ve kızını hiç aramadı. Yalnız arada bir kızını düşünüyordu. Rehabilite merkezine ilk geldiği günlerde bana geçmişinden söz ederken kızını özlediğinden bahsetmişti. Geçen yıllar kalbini biraz yumuşatmış ama öfkesinden pek bir şey götürmemişti.
Bir keresinde: "Eylem hemşire biliyor musun, kızıma çok benziyorsun” demişti bana, “o da şimdi senin yaşlarında. Seninkisi gibi siyah saçları ve kocaman yeşil gözleri vardı” Sonra susmuştu.
İlk nöbetleri birkaç ay önce başladı. Günlük gazetelerden birini okuyordu. Birden hiddetlendi ve gazete sayfalarını öfkeyle yırtar gibi karıştırmaya başladı. Bir haber onu çok öfkelendirmiş olmalıydı. Sesinde o güne kadar görülmemiş bir öfkeyle ağza alınmayacak küfürler ediyordu. İçeriden nöbetçi doktor ve güvenlikçi gelerek onu zor sakinleştirmişlerdi.
Gözlerim gazetedeki Zehra'nın yerlerde sürüklendiği ve bir polis tarafından tekmelendiği anki resmine takılmıştı. O günkü gazetede şöyle bir başlık vardı: "Gezi eylemlerinde tutuklanarak polis otosuna konulan öğretmen Zehra Kahraman’dan bir daha haber alınamadı"
O günü uyuyarak geçirmiş ertesi gün uyandığında çok farklı biri olmuştu.