Kriz

Muzaffer Oruçoğlu kullanıcısının resmi
Ters yanımdan kalkıyorum. Belli ki bugünkü zamanımı, fuzuli işlerimin yaveri yapacak, boş boş dolaşacağım yine. Bir bardak süt içiyor, orman yoluna düşüyorum. Seviyorum bu yolda yürümeyi. Kuşların, kukubaraların ötüşleri, yaşamın içimde uyuyan gizli dilini uyandırıyor, resmi dilin algısal, kavramsal çerçevesinden çekip alıyor beni, özgürleştiriyor.

Yarım saatlik bir yürüyüşten sonra alış veriş merkezindeyim. Her biri diğeri tarafından kurulan ve yadsınan insancıkların içinde; alış veriş arzusunun cezalandırdığı kadınların ve kadınsı davranışlara ve meziyetlere sahip erkeklerin içinde; sürekli suç işleyen ve sürekli vicdan azabı çeken işsizlerin içinde. Şişmanlar, sıskalar, çocuklar, yaşlılar, kıçı açıklar, tıpalılar. Kum gibi kaynıyorlar. Ciddi, gülünç, garip insanlar. Kendilerinden yana yürüyen bu insanların mutluluğu araması, bulması diye bir şey yok, mutluluk bunları buluyor, tabi bin kişiden birini.

Psikolog muayenehanesinden çıkmış, merdivenlerde oturuyor. Göz göze geliyor, selamlaşıyoruz. Bu salağın en büyük problemi, basit şeyleri karmaşık hale getiren, alengirli bir dile sahip olması ile hastasının hastalığına kendisini katıp, o hastalığı tanınmaz hale getirmesidir. "Gel laflayalım" dercesine bana bakıyor. Gidemem. Muhabbet burcunda doğmuş, çok konuşuyor. Güney Afrikalı. Duygularının sürgünü. Mandelacı. Bilmediği şey yok. Hümanizm, fideizm, deizm, diye açar ağzını, felsefeden tarihe, tarihten uzay bilimine ve insanlığın makûs talihine geçer, sonu gelmez. Delirirsin.

Yiyecek satıcılarının önünden geçiyorum. Feleğin cilvesi, pasaklı Ursula, kızı Zena ile birlikte balık ve chips almış tıkınıyor. Gözler velfecri. Hemen görüyor beni, eliyle işaret ediyor gel diye. Yaklaşıyor, "zamanım yok, otobüsü kaçıracağım," diyerek üst kata çıkan merdivenlere yöneliyorum. "Köpeğimin resmini yap, karşılığı neyse Zena ödesin," diye arkamdan bağırıyor. Zena'yı 18 yaşında randevuevine sokmuş, parasını yiyor. Kocasını da dışarı atmış, büyük köprünün altında kalıyor adamcağız. Selamlaştığı her insana dedesinin hazin öyküsünü anlattığı için akıldan çıkmıyor Ursula. Eski bir altın arayıcısı olan ve gördüğü her ışıltıyı altına yoran dedesi Jim, Bendigo'da, yılanın kuyu dibinde parlayan gözünü altın sanmış. İp bulup, tarifsiz bir sevinçle kuyu dibine inmiş. Yılan sokup zehirleyince bayılmış. Bir yıl sonra kemiklerini çıkarmışlar kuyudan.

Alt kattaki kitapçı gibi üst kattaki kitapçı da iflas etmiş, kapanıyor. Üst üste yığmış, değere değmeze satıyor kitapları. Alan yok. Kalite, derinlik, her şey albenisini, gücünü yitirmiş bu kitapçıda. Raflara, kitaplara kulak veriyorum. "Gidiyoruz okunmamış iyiliklerimiz yadigâr kalsın tümünüze," diye mırıldanıyorlar. Önü arkası eskitilip yırtılmış moda kot pantolonların satıldığı yandaki shopun içi ise dolu. Hepsi de genç. Yanda iki dolarlık Çin mallarını pazarlayan çilli adamla, Samuel'le selamlaşıyorum. Gizlice esrar sattığı söyleniyor ama hoş, alicenap bir adam. Sıradan adamlar gibi kursağına çalışmamış, hayaline çalışmış hep. Hayal kuruyor sürekli. Kurduğu her hayal de tüm renkleriyle boşluğun gücünü gülümsetiyor. Girdiği kalplerde barınamamış. "Talih gerçeklerden mi, yoksa benden mi yana bilmiyorum, şaşkınım," diye mırıldanıp duruyor. Canını yele vermiş gibi bir hali var bugün. Ama biliyorum öyle değil. Her şeyi alaya alan, karamsarlığı kelamıyla dağıtan bir adam.

Üçüncü kata çıkıyorum. Her zamanki yerinde oturuyor Barbara. Dalgın kadın. Herkese bakıyor. Herkes onun kendisine baktığını sanıyor, ama değil. Hiç kimseyi göremiyor; içinde gezinen insanlarla sürekli göz göze geldiği, yani asıl bakışını kendi iç dünyasına hasrettiği için göremiyor. Şıpsevdi. Nestle çikolata fabrikasında yirmi yıl çalışmış. Bir yığın işçiye gönül vermiş. Tutunamamış hiçbirisinde. Fabrika idaresi, doktor raporunu gerekçe göstererek işten çıkarmış. Yanında oturup konuştuğumda bana gönül veriyor ve malum hikayesini, noktası noktasına anlatıyor. Onlarca kez dinlemiş, bıkmışım. Görmezlikten geliyor, geçip gidiyorum. Gidiyorum ama mavi gözleri, sola doğru yamulmuş, sevimli, masum, çopur yüzü ve konuşup her ayrılışımda, "seni seviyorum, n'olur terk etme beni," sözü, lök gibi çöküyor vicdanıma.

İçimden kopan bir ses, 'insanların durumu iyi değil, ayak altında dolaşma git, zamanın kendi bağrında senin için ayırdığı yere yerleş,' diyor. Gidip bankamatiğin karşısındaki bankta oturuyorum. Düşünüyor, imkânlar, ihtimaller kuruyorum. İnsanlar, kitaplar gelip geçiyor sürüler halinde gözlerimin önünden. Okurken kendi önyargılarımızı değil, okuduğumuzu anlayabilsek; görünüre değil, görünmeyene bakabilsek; bir artı birin iki etmediğini savunabilsek; zerreciğin sonsuza dek parçalandığını, sonsuzun ise bu parçalanışa sığdığını hayal edebilsek; ve gereksiz, geberesiye dönsek, dolaşsak, her türlü haltı kaşısak, yatsak, işsiz köpek gibi kendi hayalarımızı yalasak, ama hiç değilse kendimize, yani asli unsurumuza gelebilsek; yani sırça saraylara sokak çocukları gibi yaklaşabilsek; ve eğilip iç çölümüzden bir kum zerreciği alabilsek; ve onu o saraya işkilsiz, taze bir ekmek kokusu gibi hesapsız fırlatabilsek. 30 Haziran-2014

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...