Ovada sonradan kurulmuş muhacir köyleri vardır. Türkmen köylerinin tepelere kurulmasının nedeni eskiden ovayı taşan nehir ve sel sularının basmasıymış. Babam köyün altında kalan ovanın “balkan” yani girilemez bitki örtüsü ile kaplı olduğunu anlatırdı.
Çocukluğumda ovanın sular altında kaldığına birkaç kez tanık oldum. Tarlalar, ağaçlar, üzüm asmaları çayın sularına kapılmış gidiyordu. Kuruçay’ın deli zamanlarıydı o zamanlar.
O yağmurlardan birini bugün gibi anımsıyorum. Sonbahardı, aylardan eylül. 5-6 yaşlarında var ya da yoktum. Henüz emeğim para etmiyordu. Çalışmıyordum ama aileden ayrı kalamadığım için zorunlu olarak tarlaya götürülüyordum. Her gün tarlaya gitmekten bıkmıştım. Yolda çiş bahanesiyle durdurduğum at arabasından atlayıp kaçtım. Dağlarda küçük bir firari olarak avare avare dolaşıyordum. Kara bir bulut kümesi gördüm Kocatepe’nin üstünde. Yere inmişti, çok yakınımdaydı bulut. Beni çağırıyordu. İçine girip yumuşaklığını hissetmek, kucaklamak, başımı koymak istiyordum.
Aniden sağanak bir yağmur bastırdı... Yalnızdım, çok korktum. Küçücük yüreğim koşar adım çarpmaya başladı. Bir adam gördüm tütün fidanlıkları arasında. O da benim gibi yalnızdı, yanına sığındım. Fidanlıkların üzerine örtülen, “kapan” denilen sazdan yapılmış, kare şeklinde kepenkleri birbirine çatarak çardak yaptı ikimize. İçine girdik.
Tabiat ana çıldırmıştı. Sanırım yaşamım boyunca öyle bir yağmur görmedim. Ya da çok korktuğumdan öyle sanıyorum hâlâ. Tütün fidanlıklarının arasından geçen ve fidanları sulamakta kullanılan dere öyle kabarmıştı ki, önüne ne gelirse silip süpürüyor, koca koca ağaçları kökünden söküyor, fidanlıkları dümdüz ediyordu. Sel suları tren raylarını bile yerinden etmişti.
Ceviz büyüklüğünde yağan dolu taneleri kapanları delip barınağımızın içine kadar giriyordu. Adam avucuna aldığı birkaç dolu tanesini çakısıyla kesti. “Artık dolu yağmayacak, kestim onu!” dedi. Gerçekten öyle bir inanışı mı vardı, yoksa beni rahatlatmak için mi yaptı bunu, şimdi bile merak eder dururum.
Sait Almış Eylül 2014 İzmir