Şirinyer Askeri Cezaevi ve Mogok

Suat Gerçek kullanıcısının resmi
İnsan tecritteyken neler düşünmez ki? Yirmi yaşının verdiği toyluk var bedenimde. ''Direnme Savaşı’nda söz etmiyor muydu acaba işkence sonrası mutlu sondan; anımsamıyordum?

 

Şubede her şey daha mı kolaydı yoksa asıl sorunlar burada mı başlayacaktı? Orada gözlerimiz kapalıydı sımsıkı. Burada açık. Peki, değişen neydi ki? Orada ‘haydarlar’ vardı ama burada gözümüzün açık olmasına aldırmayan askerler. Onlar bizi tanıyordu biz onları. Acaba kurşuna dizmeyi mi düşünüyorlardı bizi? Bu denli aşikâr, saklamaya gerek duymadan yüzlerini, bize yaptıklarını ''çok doğal'' görmelerine sebep neydi? Yok, yok, kesin kurşuna dizilecektik!

 Derken sanki arkamdaki pencereden gelen ses umudumun sesi oldu. TV sesiydi bu. Benimle aynı yaşta olanlar bilirler, açılmadan önce TV bir müddet müzik çalardı. Çok sevdiğim bir müzik sesiydi kulağıma gelen. Moğolların “Ağrı Dağı Efsanesi” enstrümantaldi üstelik. Doyamazdım dinlemeye… Hâlâ da dinlerim ya, neyse… Sadece sevdiğim bir müzik değildi o ses, yaşamaya dair ışıktı sanki. Usulca girerken içeriye, “Tamam” dedim, “ bir umut var.” Kim bilir belki elimde olsa çıkabilirim buradan. Keşke ‘O Kadın’a açılsa mıydım? Yoldaşımdı, ama neden açılmamıştım ki? “Ölürüm nasılsa ya da uzun yatarım ve ona acıdan başka bir şey kalmaz” diye düşünmüştüm belki de.  Peki, ne değişti şimdi, bir müzik sesi mi beni dağıtan? Elli yaşıma kadar kim bekler ki beni? Nereden çıkardıysam Elliyi...

Mogok geldi. Çavuş. Konyalı. Adı Vahit. İşkenceci, azılı faşistin teki. Dev- Solcu” arkadaşlar ona “Mogok” lakabını takmışlardı. Öyle de yakışıyor ki bu lakabı ona. Bir de taklidini yapmıyorlar mıydı, ölürsünüz gülmekten. Konyalı arkadaşlar alınmasın sakın, bilirsiniz onlara “Kare Kafa” derler. Ancak bunun her yanı kare. Dörde dört kereste. Bize her vurduğunda zevk alırdı. Asıl görmek istediği ise gözlerimizde korku ve pişmanlık belirtisi... GÖREMEDİ hiçbir arkadaşımızdan. Dağıttı düşlerimi iğrenç sesi. (Yüzüklerin efendisindeki Mordor muydu ne adı?) Duyunca sesini, “Ha” dedim, “ gelen Mogok!”

 “Eşyalarınızı toplayın” diye bağırdı, ağzındaki salyalarını etrafına saçarak.

Topladık hemen.  Koğuştayız. Arkadaşım Hamza Öz’le beni aynı koğuşa verdiler… Havalandırma 20-40 dakika arası. Konuşmak yasak, ıslık yasak, iğne, iplik, camdan bakmak, diğer koğuşlardaki arkadaşlarımızla konuşmak veee bakışmak :)) Yasak! Yasak o kadar çok ki, gerisini boş verin... Değişik gruplardan arkadaşlar ve arkadaş olmayanlar var! Dev- Yol, Dev- Sol, TİKKO, DK, Dost, Düşman!!! Boş verin… Gazetede bir haber, “Suat Gerçek’i yaralayan dört kişi yakalandı!” Yüzümde bir gülümseme… Ben hiç vurulmadım ki! Gel de bunu Dev-Solculara anlat.

“Nerenden vuruldun?” diye soruyorlar.

“Arkadaşlar, vurulmadım!”

İnanmıyorlar…

Saat gecenin üçü… Askerler koğuşu öyle bir gürültüyle bastılar ki, önlerine çıkan her şeyi postallarıyla eziyorlardı.  Amaçları belli:  Psikolojik baskı!  “Haydi, haydi soyunun, tek sıra olun” diye bağırıyordu içlerinden rütbeli olanı.

“Ulan arkadaş ne oluyor?” diye söylendi eskilerden biri. Tınlayan yok onu.

Zorla banyoya götürülüyoruz. Anadan üryan, tek sıra halinde diziliyoruz, Hadi biz genciz ama babamız yaşında adamlar var, utanıyorlar. Banyo buz gibi soğuk… “Gelmiyorum” demek yok. Üstelik on beş dakikada herkes yıkanacak. Yoksa malum! Dev-Solcu Ahmet’in gözü mahrem yerlerimde geziniyor. Uyuz oldum huylandım. Anladım sonra. Benim sakat bir yerden vurulduğumu, bu nedenle inkâr ettiğimi düşünüyor olmalı. Meraklı ya, kurşun izi görecek… “Vücudunda kurşun izine rastlayamadım” dedi belli belirsiz. Zoraki gülümsedi.

Kurtuluşçu Süleyman Abi ağlıyor. “Ne oldu?” sorumuzu Mogok yanıtladı: “Askerlerden biri karısına küfretmiş” Süleyman Abi’nin.

 Teselli etmeye çalıştık onu. Bekâr da olsak onu anlıyorduk... Aramızda karar aldık: “Bir daha bizden birine pislik yapılırsa anında karşılık verecektik!”

 Ertesi gün havalandırmadayız. Arkada büyük havalandırma var. Dev- Yolcuların tünel kazıp da yakalattıkları havalandırma… Menemen’den yakalanan İGD’li arkadaşlar arka koğuşta, pencere ardına saklanıyorlar. Biz de çaktırmadan konuşuyoruz… Arkamızı gardiyana dönüp konuşunca görmüyorlar, anlamıyorlar konuştuğumuzu.

 Burnumuzun dibine kadar sokuldu Mogok, gırtlağından çıkan pis, çirkin sesiyle “Haydiıığğ içeri!” diye bağırdı.  Fırsat bu fırsattı. Hakkımızda açılan bir dava yoktu henüz ve kaybedeceğimiz bir şey de… Tek onurumuz vardı ve biz onu koruyacaktık, bedeli ne olursa olsun… Herkes yavaştan alıyordu, ben ise bilerek gitmiyordum. Ancak yine de diğer arkadaşların kapıya ne kadar yaklaştığını görmemiştim. Meğerse epeyce yaklaşmışlar.  Şöyle seslendi Mogok: “Ouuollaannnnh sen bana küfür mü ediyorsun?”

“Ne diyorsun ulan sen?” deyince afalladı. Şimdiye kadar ona verilen böylesi bir yanıt veren çıkmamıştı sanırım. Korktu. Evet, evet korktu. Gözlerini saklamaya çalışsa da anlamıştık korktuğunu. Sözlü de olsa karşı çıkılmıştı!. Ne yapacağını bilemedi ama üzerime yürümeye devam etti. Yanıma geldi, elini kaldırdı, indiremedi. Çünkü benim de elimin hazır olduğunu gördü. Belki de idare tarafından uyarılmıştı. “Dikkatli olun!” diye…  Kös kös geriye döndü ama asıl beklemediği o an oldu. Tüm arkadaşlar küfür etmeye başladı. Sallandı ayakta. Maltaya öyle hızlı çıktı ki arkasından koşsan yetişemezdin…

 Pazartesi görüş günümüz. Bir gardiyan benim, bir gardiyan görüşçümün arkasında konuşulanları dinlemek için duruyor. Görüşün bittiğini gardiyan coplarla demirlere vurarak bildiriyor. Mogok’un annemin arkasından bana bir bakışı var ki; görmelisiniz. Hâlâ gün gibi gözlerimin önünde. Çok komikti. Gardiyanın görüşçünün arkasında olmasının bir tek anlamı vardı: O da cezalıyı içeriye tıkmak! İçeride nöbet yok, TV var, yemek bol, sıcak… Dışarısı malum… Arkadaşlar bunlar asker! Elbette içlerinde iyileri de vardı. Hatta İstanbullu İGD’li bir asker de vardı ama elinden bir şey gelmiyordu. Ve biz üzerimize darbeler inerken hangi gardiyanın isteyerek, hangisinin görev icabı, hangisinin zevkle vurduğunu anlardık. Onları bize karşı dolduran, konuşmamızı yasaklayanlar olduğu gibi bizimle gizlice konuşan askerler de vardı. Belki de geleceğin devrimci adayları olacaktı içlerinden bazıları…

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/22/2024 - 21:29
01/27/2024 - 22:27
01/02/2024 - 00:43
08/05/2023 - 16:21
07/31/2023 - 22:44
07/29/2023 - 19:58

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...