ŞEYTANIN EN ÇOK SEVDİĞİ ŞEY KİBİRDİR!

Sibel Karakız kullanıcısının resmi
Henüz on yedi yaşında iki komşu kızı... Arkadaşlıkları görenleri kıskandıracak kadar candan. Genellikle aynı renkte giyinirlerdi. Şöyle kırmızı elbiselerini giyer, çantalarını kollarına takar çalımlı çalımlı bir yürürlerdi ki, tüm mahalleli onlara hayran hayran bakardı.

Ailelerinin durumu orta halliydi. Öyle her düğün için başka başka elbise alamazlardı. Bir yakınlarının düğünü olsa Selma Aysel'den, Aysel de Selma'dan elbise isterdi. Hatta ayak numaraları aynı olduğu için ayakkabılarını bile değiş tokuş ederlerdi. Birbirlerine iltifatlar yağdırırlardı. Evlerinin önündeki bahçeye oturup çeyiz yaparlardı. En güzel dantellerden örtüler örer bir köşelerine de sevdiklerinin baş harflerini nakşederlerdi. Sonra o harfleri birbirlerine gösterip kıs kıs gülerlerdi. Birbirlerinin omzuna vurur, ağızlarını kapatarak kısık sesle kimse duymasın diye kaş-göz ederlerdi.

Önce Aysel'in kısmeti açıldı ve nişanlandı. Birkaç ay sonra da Selma nişanlandı. Ayrı illere gelin gittiler. Önce Aysel gelin oldu. Aysel evden çıkarken Selma'dan bir türlü kopamıyordu. İki arkadaş sarmaş dolaş hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Ayrılık onlar için çok zor oldu. Ama kader onları ayırmıştı bir kere. Bir daha eskisi gibi olamayacaklarını kendileri de biliyordu. Bu nedenle de ayrılmak her ikisine de çok zor gelmişti. Birkaç ay sonrası Selma da gelin oldu. O da başka bir şehre gelin gitti. Birkaç kez telefon ve mektubun dışında birbirlerinden kopmuşlardı. Sonra birbirlerinden haber alamazoldular.

Aradan sekiz yıl geçmişti. Her ikisi de eşleriyle ailelerini ziyarete geldiler. Aysel, birkaç gün önce gelmişti. Hayatında pek bir değişiklik yoktu. Annesine yardım ediyor, evini temizliyor ve bahçede çiçeklerin bakımını yapıyordu. Selma'nın da geleceğini duyunca dünyalar onun olmuştu. Birkaç gün sonra Selma'nın ailesine ait evin önünde, gemi gibi büyük kırmızı bir araba durdu. İçinden önce siyah, ucu sivri rugan ayakkabısı ve briyantinli saçlarıyla Selma'nın kocası çıktı. Arkasından kırmızı ayakkabıları, aynı renkte çantası ve tüylü şapkasıyla Selma çıktı. Onların arkasında ise altı yaşında bir oğlan ve dört yaşında bir kız çocuğu çıktı. Sevinçle koşturmaya başladılar. Birbirlerini kovalayıp duruyorlardı.

Aysel arkadaşını görünce koşarak gitti yanına, boynuna sarıldı. Selma eski Selma değildi. Biraz soğuk geldi Aysel’e. Yine de yol yorgunluğuna verdi. "Olsun" dercesine başını salladı. Arkadaşını annesinin evine uğurlarken , "Hadi sen annenlerle hasret gider şimdi, yarın bendesin. Eski günleri yâd eder, ayrı kaldığımız günlerin acısını çıkartırız" diyerek davet etti Selma’yı. Selma'nın kocası Aysel'i şöyle bir süzdü ve küçümser bir gözle baktı ona. Aysel yine de oralı olmadı. Sevinçten ayakları yere basmıyordu. Akşamdan hazırlıklara başladı. Börekler açtı. Kurabiyeler yaptı. Nede olsa eski arkadaşı, can dostu, sırdaşıyla birlikte eski günleri yâd edeceklerdi.

Ertesi gün ev silinip temizlendi. Masalara tabaklar yerleştirildi. Kısırlar, pastalar, börekler, salatalar ve tavşan kanı çay çoktan masadaki yerini almıştı. Nihayet yıllar sonra iki arkadaş yan yana ve de baş başaydı. Her ikisinin annesi ve çocukları da yanlarındaydı. Eski günleri yâd ediyorlardı. Bazen gülüyor, bazen hüzünleniyorlardı. Ama Selma değişmişti. Kendisine ikram edilen hiçbir şeyi beğenmiyor geri çeviriyordu. Aynı çayı üç defa değiştirtmişti arkadaşına. Yok demini beğenmiyor, yok bardak az dolmuş da biraz daha doldurmalıymış. Kısır midesini ağrıtıyormuş, pastaların şekeri fazla olmuş, yiyemezmiş. Fazla kaçırırsa formu bozulurmuş. Aysel ortamı yumuşatmak için çocuklarından bahsetmeye başladı.

“Üç gün sonra kızımın doğum günü var.” dedi, “birlikte güzel bir eğlence hazırlayalım mı?”

Selma: "Sen çocuklarının doğum gününü evde mi kutluyorsun?" diye sordu şaşırmış bir vaziyette.

“Evet, evde kutluyorum.” Şaşkındı Aysel. Arkadaşı onu küçümsemişti! Yok, yok yanılmış olamazdı. Arkadaşı, can dostu onu aşağılıyordu. Bu her halinde, her kelimesinde belli oluyordu. "Peki, sen nasıl kutluyorsun çocuklarının doğum gününü?" dedi sesindeki öfkesini biraz da kontrol ederek. Ne de olsa misafiriydi.

"Biz doğum günlerimizde veya özel günlerimizde dışarıya gideriz. Evde öyle basit kutlamalar yapmayız. Hiçbir şey yapmasak dahi bir restoran kiralar orada kutlama yaparız. Partilerimize seçkin insanlar gelir. Öyle varoşlarla falan da hiç işimiz olmaz. Evde doğum günü mü kutlanırmış canım? Dedi, dudağını bir yana kıvırarak, kendisine yapılan bu nazik daveti küçümsediğini ayan beyan belli edercesine.

Aysel’in sabrı tükeniyordu. Kendisine ve de çocuğunun özel gününe gösterilen bu kaba davranış karşısında o da öfkesini kusmaya başladı: "Demek öyle diyorsun, bizler varoşuz. Anladım! Tıpkı senin annen ve baban gibi biz de varoşuz. Sen o eski sen değilsin artık. Kendini unutmuş hatta kaybetmişsin. Ben seni eskisi gibi can dostum sanıyordum, ama sen ruhunu üç kuruşa satmış, benliğini kaybetmişsin. Nedir bu halin? Dünya malı senin mi tekelinde? Bugün sendeki para pul, yarın el değiştirir ve bir başkası zengin olur. Seninde yeniden fakir olmayacağın ne malum.”

Selma bu sözler karşısında tekrar burnunu havaya kaldırarak, "Yok şekerim, biz öyle düşecek gibi değiliz. Kocam çok iyi para kazanıyor, siz kendinize bakın" deyip masadan kalktı. “Hoşça kal” dahi demeden, kalçasını sallaya sallaya evden çıkıp gitti.

Aradan üç yıl geçti. Aysel yine aile ziyaretine gelmişti.Başını kaldırdığında Selma'yı gördü. Yaşadığı o tatsız anlar geldi aklına. ‘Varsın olsun ya, o benim biricik arkadaşım' dedikendi kendine ve ona doğru koştu. Selma çökmüş, bir deri bir kemik kalmış, ezik bir şekilde annesinin bahçesini temizliyordu. Koşup sarıldı ona. "Nedir bu halin böyle? Neyin var arkadaşım?" dedi.

İki arkadaş yine eskisi gibi birbirlerine sarmaş dolaş oldular. Ama Selma hüngür hüngür ağlıyordu. Bahçede dertleşmeye başladılar. "Sorma başıma gelenleri?” dedi Selma. ”meğerse bizimki kanunsuz işlerle uğraşıyormuş. Hapse atılacakken, sonradan duyduğum ve ilişkisi olan bir kadınla ne var ne yok alıp yurt dışına kaçmışlar…” Sustu, elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. "Oturduğumuz ev de borçlarına gitti. İki çocukla baba evine döndüm.” Dedi, tekrar gözlerinden yaşlar şıpır şıpır damlamaya başladı. Onun bu zavallı halini gören Aysel şefkatle tekrar sarıldı.

"Sakın üzülme arkadaşım.” dedi Aysel. “Ben şimdi çok iyi bir yerde çalışıyorum. Eşimde oranın yöneticisi oldu. Eşimle konuşur seni de oraya aldırırız. Böylece ailene de yük olmamış olursun. İstersen ayrı bir ev tutarız sana, bende yardım ederim. Yeter ki üzülme sen!"

Aysel verdiği sözü tutmuş Selma'yı çalıştığı yerde işe girmesine yardımcı olmuştu. Ona ayrı bir ev tuttu. Yine komşu olmuşlardı. Çocukları da birbirleriyle çok iyi arkadaş oldular. Bir hafta sonu Aysel, Selma'yı kahvaltıya davet etti. Kahvaltı sonrası birlikte kahvelerini içerlerken Selma başını önüne eğerek: "Sana bir özür borçluyum" dedi. Aysel gülümseyerek elini dostça omzuna koydu. Kulağına eğilip sessizce fısıldadı: “Affedildiniz.” dedi ve yanağına kocaman bir öpücük kondurdu

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...