Kirli Zamanlar ve Nefret Söylemi ve 1 Eylül

Adil Okay kullanıcısının resmi
"Eskiden, çok eskiden “Nefret söylemi” diye bir kavram yoktu. İnsanlar “söylemlerinin” nefrete - suça teşvike yol açacağını bilmezlerdi. Empati yapılmaz ve yaşanan katliamlar doğal karşılanırdı. Örneğin meydanlara kurulan idam sehpalarında “suçlu”ların idamı veya eli kesilecek “hırsız”ların infazı “ailecek” seyretmeye gidilir, çocukların geleceği bu manzaranın yol açtığı travmayla karartılırdı. Modernizm “akıl çağı”nı başlatıp, “özgürlük-eşitlik-kardeşlik-laiklik” şiarıyla aristokrasiye- feodaliteye karşı burjuvaziyi iktidara taşıdı. Görece bir “ilerleme - ilericilik”ten söz edebiliriz. Örneğin burjuva devriminden önce şeriatın kestiği kollar-bacaklar acırken, modernite kol-bacak- cinsel organ kesmek yerine hapishaneleri icat etti. "

 

 

Adil Okay

 

1 EYLÜL 2021… KİRLİ ZAMANLAR VE NEFRET SÖYLEMİ…

 

Dili dışarı kaymış köpeklerin ağaç altlarında yarı baygın yattığı, kedilerin otomobillerin altına sığındığı, karetta karettaların yumurtadan çıkıp denizin şavkı yerine, beton sitelerin kirli ışığına yol aldığı, emperyalist savaşların, katliamların, mülteci trajedilerinin, linç girişimlerinin, tecavüzlerin hayasızca devam ettiği çılgın zamanlar yaşıyoruz.

 

Kapitalist barbarlığın dolaylı ya da dolaysız yol açtığı kuraklık nedeniyle ormanların yandığı, nehirlerin, göllerin kuruduğu, denizlerin kirlendiği “Barış, hak, hukuk, adalet” diyenlerin zindanlara tıkıldığı kirli zamanlar yaşıyoruz.

 

Ve “1 Eylül Dünya Barış Günü” arifesinde, “Barış” sözcüğünün içeriğinin boşaltıldığını, savaşları meşrulaştıracak, katliamlara zemin hazırlayacak nefret söylemlerinin giderek yaygınlaştığını üzülerek gözlemliyoruz. Ankara’da mültecilere yönelik saldırı girişimleri, HDP İzmir il binasına saldırıda Deniz Poyraz’ın katledilmesi, Konya’da 7 kişilik Kürt ailenin katledilmesi, mevsimlik işçilere saldırılar en yakın trajik örneklerdir. Daha da geriye gidersek sayfalar sığmaz.

 

 

Afgan mülteciler AKP’nin askeri mi olacak

 

Son zamanlarda (özellikle soysal medyada Afganlar üzerinden yürütülen tartışmalarda) “nefret söylemi”nin kendine “solcuyum” diyenler arasında da yaygınlaştığı görülüyor. Bunun nedenlerini de kısaca irdelemek gerekiyor. Bu aymazlık bizim cenahta empati yoksunluğundan yapılmaktadır. Yani söz konusu nefret söylemleri ırkçı-milliyetçilerin propaganda aracı, apolitik insanların şartlı refleksi iken, bazen de kendini solda tanımlayanları da etkileyebilmektedir. Örneğin İŞID’a ya da mülteci üreten kapitalist sistem yerine mültecilere duyulan öfke, bu çevrenin tepkilerini Araplara yöneltebilmektedir. Oysa İŞID’ın içinde Arapların yanı sıra, Türklerin, Kürtlerin Bosnalıların, Kosovalıların v.d. milliyetlerden insanların olduğunu bilseler belki bu tepkiyi göstermezlerdi.

 

Diğer yandan gelen tüm Afgan’ları AKP’nin yedek askeri gücü olarak göstermek bir komplo teorisidir. Ve ne yazık ki komplo teorileri kitleleri çok kolay etkilemekte, mültecilere karşı şartlandırmaktadır. Oysa AKP’nin Afgan ya da Suriyeli mültecilere “asker” anlamında ihtiyacı yoktur. Ama AKP’yi destekleyen sermaye sınıfının mültecilere ucuz işgücü anlamında ihtiyacı vardır. Kim ne derse desin artık apaçık görülmektedir ki sermaye sınıfı gibi ordu, polis ve bekçi teşkilatı AKP iktidarının arkasındadır. Yargıda olduğu gibi güvenlik güçleri arasında da kadrolaşma inanılmaz boyuttadır. Bu anlamda Avrupa’ya geçmek amacıyla yollara düşen, denizlerde boğulup ölen, sınırlarda kırılan mültecilerin- göçmenlerin AKP’nin askeri olduğunu söylemek insafsızlıktır. Sadece son 5 yılda Akdeniz’de aralarında kadınların ve çocukların da olduğu 14 bin mültecinin boğulup öldüğünü bu kesime hatırlatmak gerekmektedir.

 

Tabii bir ülkenin milyonlarca yeni mülteciyi kucaklayacak, barındıracak gücü olmayabilir. Bu ayrı bir tartışma konusudur. Neden sonuç ikilemini doğru okumazsak yönelimimiz yanlış olur. Mülteciler sonuçtur. Mülteci trajedileri sonuçtur. Ülkemizdeki siyasi iktidar ile ABD ve AB üyesi ülkeler bu sonucun sorumlusudur.

 

 

“Beka” ve “ulusal çıkarlar” meselesi

 

Bir de “beka” ve “ulusal çıkarlar” meselesi var. Bunlar da egemenlerin propaganda malzemesinden başka bir şey değildir. Mesela Osmanlının hasta olduğu bir dönemde, 1914’te yanlış ata yani emperyalist ülkeye oynayan ve Anadolu halkını kırdıran Enver paşa örneği unutulmamalıdır.  O dönemde Osmanlı saldırıya uğramamış tersine savaşı başlatan emperyalist kampta yer almış ve onlarla beraber yenilmiştir. Ama argüman hep aynıdır. Ulusal çıkarlar. Kore Savaşı'nda Türk askerlerinin kırdırılması Türkiye’nin ulusal çıkarının bir gereği değildir? Menderes’in sermaye sınıfına ve emperyalizme hizmetidir. Yine Körfez savaşı döneminde Turgut Özal “Savaşa girersek bir koyar üç alırız…” diyerek sirkatini söylemiştir. Suriye’de iç savaş başladığında Tayyip Erdoğan da benzer görüşleri ifade etmiştir.

 

Velhasıl nefret söylemleri sadece üç beş provokatörün dilinde değildir. Devleti yönetenlerden de sık sık bu söylemleri duymaktayız. “Afedersin Ermeni…” ifadesini unutmadık. 

 

Eskiden, çok eskiden “Nefret söylemi” diye bir kavram yoktu. İnsanlar “söylemlerinin” nefrete - suça teşvike yol açacağını bilmezlerdi. Empati yapılmaz ve yaşanan katliamlar doğal karşılanırdı. Örneğin meydanlara kurulan idam sehpalarında “suçlu”ların idamı veya eli kesilecek  “hırsız”ların infazı “ailecek” seyretmeye gidilir, çocukların geleceği bu manzaranın yol açtığı travmayla karartılırdı. Modernizm “akıl çağı”nı başlatıp, “özgürlük-eşitlik-kardeşlik-laiklik” şiarıyla aristokrasiye- feodaliteye karşı burjuvaziyi iktidara taşıdı. Görece bir “ilerleme - ilericilik”ten söz edebiliriz. Örneğin burjuva devriminden önce şeriatın kestiği kollar-bacaklar acırken, modernite kol-bacak- cinsel organ kesmek yerine hapishaneleri icat etti. (Tabi 21. Yüzyılda hâlâ kol-kafa kesmeler yaşanıyor. En son İŞID örneğinde olduğu gibi. Hatta şeriatla yönetilen ülkelerde, recm-kırbaçlama gibi ortaçağ uygulamalarının devam ettiğini biliyoruz.)

 

 

Savaşların geri planında yatan sınıf çıkarları ve ekonomik ilişkiler

 

Elbette ilerlemenin-aydınlanmanın-bilinçlenmenin sınırı yok. Bu gün de “burjuvazi”nin bir diğer ifadeyle sermaye sınıfının gericileştiğini söylüyoruz. Bu gericileşme insan ve doğa talanına yol açıyor. 1. ve 2. Dünya savaşında katledilen on milyonlarca insanın katili olan, dünyayı yeniden paylaşım için savaşa karar veren bu sınıftır. Modernizmin “aklı”dır. İşte insanları kendi erklerinin ve saltanatlarının sürmesi için birbirlerine kırdıran sermaye sınıfı,  klasik bir tanımla “böl-parçala-yönet” yöntemiyle hep ayakta kaldı. Din ve milliyetçilik bu sınıfın elinde hep önemli bir malzeme-argüman oldu.

 

Bu anlamda savaşların geri planında yatan sınıf çıkarlarına, ekonomik ilişkilere işaret eden Marksistler hep haklı çıktı.

 

Sonsöz:

İşte 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü bu gerçekler ışığında “kutlamak” gerekiyor.

Çizdiğim kara tabloya rağmen insandan, özgürlük ve eşitlik ütopyalarımızdan vazgeçmeden…

 

Fikret Başkaya’nın dediği gibi:Türkiye’nin egemenleri sadece uyduruk resmî ideolojiye dayanarak yönetemeyeceklerini biliyorlar… Bu yüzden dinci gericiliği yardıma çağırmak zorundadırlar… Şimdilerde toplumun ve devlet aygıtının dinci gericilik tarafından kuşatılması bir tesadüf veya beklenmedik bir şey değil… Bilinçli bir tercihin sonucudur… Haklara, özgürlüğe, demokrasiye ihtiyacı olanların ne ile cebelleştiklerini bilerek sahaya çıkmaları, işe koyulmaları gerekiyor. Zira bu topraklarda radikal bir rejim değişikliği olmadan bir arpa boyu yol almak mümkün olmayacak. Yenilgi tuzağından kurtulmak, yaşanabilir bir toplumsal düzen kurmak, demokrasinin içi boş bir söylem olmaktan çıkıp bir gerçekliğe dönüşmesi, bir bilinç devrimini ve yüzleşmeyi varsayıyor…”[i]

                                                                                                         

1 Eylül 2021  

Fotoğraf: Adil Okay

okayadil@hotmail.com 

                                                                   

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...