Ali’nin Güllü'sü…

Necmettin Yalçınkaya kullanıcısının resmi
Ortalık yeni yeni aydınlanıyordu. Günün ilk ışıkları camdan süzülüp odaya dolunca kalktı yatağından, önce giyindi ardından elini yüzünü yıkadı. Buzdolabından annesinin akşamdan hazırlamış olduğu sandviç paketini aldı, okul çantasına özenle yerleştirdi. Yan odaya geçip bakındı; bir bebek gibi mışıl mışıl uyuyordu annesi. Onu uyandırmadan kapıyı sessizce kapatıp çıktı evden.

Adımlarını hızlandırdı, okula geç kalmak, bu yüzden öğretmeninden azar işitmek istemiyordu. Her gün üzerinden geçtiği, eğri büğrü, taşlık yoldan yokuş yukarı tırmanıyordu. Yolun her bir yeri ezberine kazınmıştı. Beş yıldır aynı yolu kullanıyordu. Bu yoldan gide gele büyümüş, değişmişti ama yol aynıydı; hiç değişmemişti. Seçim zamanı yaklaştığında birileri mahalleye gelir, kömür, yiyecek torbaları dağıtır, mahalleliyi bir meydana ya da kahveye toplar, hararetle nutuk atmaya başlar, mahalleliye oy karşılığı, iş, aş ve yol yapma sözü verirdi. Seçimden sonra bir daha da mahalleye uğradıkları görülmezdi. Çocuk on bir yaşındaydı ama bu yaşında bir-iki kez gözleriyle şahit olmuştu bu seçim olayına. Yokuşu tırmanıp düzlüğün başına çıkınca soluklandı biraz, ardından önüne çıkan ilk tepeciği de aştı; okul tam karşısında bir yerlerde duruyordu. İki elini götürüp beline koydu. Derin bir nefes aldı. Yorulmuştu. “Oh be” dedi sevinerek. ”Nihayet yol bitti”
Yarım saatlik zorlu bir yürüyüşün sonunda okuluna vardı, bahçede birikmiş öğrencilerin arasına katıldı, onlardan biri olmuştu artık. Ama uzun boyu, iri gök mavisi gözleri, ince kol ve bacaklarıyla bir iskeleti andıran vücudu ve kepçe kulakları onu diğer öğrencilerden farklı kılıyordu. Bazı kendini bilmez öğrenciler onunla dalga geçiyor, kulaklarıyla alay ediyorlardı. “Kepçe kulak, kepçe kulak!” diye bağırır, kızdırırlardı. O yine de kimseye sataşmaz, bir köşeye çekilir, ellerini başının arasına alır, derin düşüncelere dalar, ağlamaklı olurdu. Kimseye derdini anlatmaz, içine atardı hep. Elinden başka bir şey de gelmezdi zaten. Okulda kendi gibi kepçe kulaklı biri daha olsa, onunla kafa kafaya vererek çare arar sonunda bulur ve kendileriyle alay edenlerle baş edebilir, diye düşünmeden edemezdi. Ama yoktu öyle birisi. Üstelik babası da yoktu yakınında. O ekmek parası için Libya’ya çalışmaya gitmişti. Yılda bir kez ya gelirdi izne ya da kendisi gelmezse para yollardı. Annesi bile zamanla alışmıştı kocasının yokluğuna. Dert etmezdi hiç kendine.
Beşinci sınıfta okuyordu ve bu yıl okulunu bitirecekti nasılsa. Bu sayede okulda, arkadaşlarına alay konusu olmaktan kurtulmuş olacaktı. Peki, ya sonrası ne olacaktı, bunu umursamıyor, bilmiyordu. Canı bilmek de istemiyordu zaten.
Okul dönüşü annesi onu evlerinin önünde karşıladı. Yüzü gülüyordu, yanına kadar gidip sırtındaki okul çantasını yerinden aldı, onu ağır bir yük taşımaktan kurtarmıştı. Okul çantasını giriş kapısının tam önüne yere bıraktı. Tuttu elinden oğlunun. “Ali benimle gel oğlum,” dedi. “Sana bir şey göstereceğim.” Alıp onu evlerinin hemen arkasında, odunluk olarak kullandıkları barakaya götürdü. Kapıyı açıp içeri girdiler. Ali gördüğü manzara karşısında çok sevindi.
“Ne güzel bir kuzu bu!” diye sevindi.
“Senindir artık,” dedi annesi sevecen bir sesle. ”İsmini de sen koyuver.”
“Sahi mi, şimdi bu benim mi?” dedi çocuk, gök mavisi gözleri parıl parıl parıldadı. ”İsmi de Güllü olsun…”
Şimdi okula gitmek, yokuşu tırmanmak, kulaklarıyla dalga geçmeleri eskisi gibi koymuyordu artık. Ama ders zilinin çalmasını ve bir an önce Güllü'ye kavuşacağı anı özlüyordu yalnızca. Eve varınca ilk işi okul çantasını evin bir köşesine atmak oluyor ardından Güllü'nün yanına koşuyordu. Onunla konuşuyor, okulda yaşadıklarını, sevinçlerini, üzünçlerini Güllü'süne rapor ediyordu âdeta. Güllü de tıpkı bir insan gibi onu dinliyor, arada bir söylediklerini onaylarcasına, “meee” diye meliyordu.
Okulun son günüydü eve döndü. Hafta sonu evde olacak fikri fazlasıyla mutlu kılıyordu onu. Okul çantasını evin bir köşesine attı. Salona koşup annesine baktı. Annesi kanepede boylu boyunca uzanmış hareketsiz bir şekilde yatıyordu. Yüzünde mutsuz bir ifade vardı. Hastalanıp yatağa düştüğünü sanarak, “Neyin var anne?” diye sordu. “Hasta mısın yoksa?”
“Yok, oğlum, hasta filan değilim,” dedi anne. “Yorgunum yalnızca. Azıcık dinleyeyim, doğrulurum hemencecik…“ Oğlunun boynunu büktüğünü görünce fazla dayanamadı, yattığı kanepeden kalktı. Oğlunu yanına çağırdı. Yanağına öpücükler kondurdu. “Meraklanma mavişim, bir şeyciğim yok benim…” dedi. “Hadi git Güllü'nün yanına, yalnız bırakma onu.”
Annesini bırakıp doğruca Güllü'nün yanına vardı. Onunla konuşmaya başladı. “Biliyor musun Güllü, sana gelirken yolda kendi kendime bir karar aldım: Doktor olacağım ben!” dedi. “Anamı halsiz gördüm mü, onu iyileştir turp gibi sapa sağlam bir hâle getiririm. Mahalleliye de bakarım hem”
Tam o sırada melemeye başladı Güllü. “Seni, unutur muyum Güllü. İnsan hiç dostunu unutur mu? Unutmaz elbet! Sana da bakarım,” dedi gülerek. Başını sevip okşamaya başladı. “Hem biliyor musun Güllü?” dedi. “Okulda arkadaşlarım ‘kepçe kulak’ diyerek alay ediyorlar benimle. Onlara kızmıyorum, acıyorum hallerine. Ben okuyup doktor olarak mahalleme geri döndüğümde, bir muayene açacağım. Onlar gelip benim kapımı çalacak bana muayene olmak isteyecekler. O zaman onlara ‘bir kepçe kulağın doktor olabileceğini’ göstereceğim. Bakalım o zaman ne diyecekler? Bakarsın bana yaptıklarından ötürü pişmanlık duyup özür bile dilerler benden. Hem belli mi olur?”
Güllü'yü gözlerinden öptü, “Karnım açıktı,” dedi. Ardından koşarak eve girdi. Mutfağa geçip ekmeğin arasına peynir ve dilimlenmiş domates koyarak kendine sandviç hazırladı. İştahla yemeye başladı…
Annesi bir sabah vakti dürterek uyandırdı onu. “Kalk oğlum neredeyse öğlen olacak,” dedi. “Unuttun her hal bugün kurban bayramı.”
İri gök mavisi gözlerini ovuşturarak kalktı. Elini yüzünü yıkamaya gitti. Mutfakta bir şeyler atıştırdıktan sonra, kendisine alınan bayramlıklarını giyinip bahçeye çıktı. Güneş tam tepede gülümsüyor, ortalığı yakıp kavuruyordu. Güllü onu bu hâliyle görsün istiyordu. Ama Güllü yerinde yoktu. Annesinin yanına koştu hemen:
“Güllü yerinde yok anne!” dedi telaşlanarak.
“Kadir Emmi'ni görmedin mi bahçede?”
“Kadir Emmi?” deyip düşündü. Sonra aklından geçirerek, “Kasap Kadir Emmi mi yoksa?” diye sordu tereddütle karışık bir korkuyla.
“Evet, o, ta kendisi!”
Korktuğu şey başına gelmişti. Tekrar bahçeye koştu. Barakanın sağında Kadir Emmi'yi fark etti. Gördüğü manzara karşısında ürktü, kanı damarlarından çekildi sanki. Şoka girmişti. Tek dostu, sırdaşı Güllü'nün başı gözleri açık bir halde etrafına kederle bakıyordu. Başından ayrılmış gövdesi ise kalın bir iple barakanın tahta sütununa asılıydı. Kadir Emmi üstü başı kan içinde kalmış, bir elinde bıçak derisini yüzüyordu onun.
Çevresine anlamsızca bakıyordu çocuk. Boğazına bir şeylerin gelip düğümlendiğini, içerine tarifsiz bir acının saplandığını ve yüreğinde bir şeylerin parçalanıp koptuğunu hissediyordu. İri gök mavisi gözleri şaşkınlıktan yuvasından dışarıya fırlıyor gibiydi. Gözlerinin içine kin ve nefret dolmuştu. İçinden yerden koca bir dal parçası kapıp Kadir emmiye vurmak, onun yüzünü tırmalamak istiyordu. Sonra da annesinin karşısına dikilip, “Hani! Güllü benimdi. Benim olan bir şeyi bana danışmadan nasıl kesersiniz?” diye hesap soracaktı. Sustu, öfkeyle soluyordu. “Hay ben böyle bayramın…” diye küfredecekti ama etmedi. Ne de olsa dini bir bayramdı. Kutsaldı. Ayrıca başına bir şey gelir diye korkup vazgeçti küfür etmekten. Gözü tekrar yerdeki iri bir taşa ilişti. Onu yerinden almak, Kadir Emminin başına vurmak geçiyordu içinden. Fakat yerinden kıpırdayamıyor, yere bir çivi gibi mıhlanmış gibi duruyordu.
Kadir Emmi'si toza toprağa bulanmış Güllü'ye ait olan başı yerden aldı, et kestiği kütüğün üzerine koydu. Elindeki baltayı hızla yukarıya kaldırıp indirdi, başı ortadan ikiye ayırdı. Açılan oyuktan koyu kırmızı bir sıvı akmaya başladı.
Ali gözlerini ufka dikmiş, tüm acılarını yüreğine gömüp sessiz sessiz ağlıyordu. İçinde kederli, suları tuzlu bir ırmak akıyordu sanki…
Ozan Yayıncılık Mendil Sen Kokuyordu Öykü Kitabından

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...