1 Mayıs ve Türkiye İşçi Sınıfının Niteliği

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Dünyada demokrasi, insan hakları ve insanca yaşamın gerçek mimarları İşçi sınıfı ve sosyalist partilerden başkası değildir. Bunu sağcısından liberaline kadar herkesin bilmesi gerekir.

 
Bir ülkede sosyal katmanlar içerisinde ekonomik, demokratik ve kültürel gelişim açısından işçi sınıfı en önemli belirleyici güçtür. Bu da sosyalist teoriler sayesinde dünya insanlığına armağan edilmiştir.
İşçi sınıfının doğru şekilde örgütlenmediği ve mücadelenin olmadığı tüm dünya ülkelerinde, yönetim ve eğitim sistemleri Orta Çağ mantığına dayalı feodal gerici diktatörlük şeklindedir. Bu yüzden işçi sınıfının sendikal ve siyasi faaliyeti her toplum için hava su ve yemek içmek kadar önemlidir.
İşte bunun farkında olan gerici, ırkçı, sahte sosyal demokrat ve sermaye sahibi bürokrat burjuvazi, sendikacılık başta olmak üzere işçilerin örgütlenmelerini engellemek için her türlü faşist oyunlara başvurmaktan asla geri kalmazlar.
Dünyada demokrasi, insan hakları ve insanca yaşamın gerçek mimarları İşçi sınıfı ve sosyalist partilerden başkası değildir. Bunu sağcısından liberaline kadar herkesin bilmesi gerekir.
Bir ülkede sendikalar ve sol partiler düşünce ve yaşam biçimi olarak gerçekten demokrasiye inanıp doğru teorilere sahipse, o ülkenin toplumsal kültür yapısı ve işçi sınıfı nitelik kazanır.
Türkiye gibi ülkelerde sendikalar başta olmak üzere sol olduğunu söyleyen partiler, demokrasi insan hakları yerine devlet, ordu, din, millet (Irk Üstünlüğü) ve gerici geleneklere tapınması neticesinde, demokrasi hep ütopya kalmakta.
Bu tarz düşünen ülke, siyasi parti, sendika ve sivil toplum kuruluşlarının alacağı şekil, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) gibi olur ki, bu da tekçi faşist yönetim ve yaşam demektir.
Onun içindir ki, Türkiye'de her sendika başkanı, sendika ağalığı sayesinde en kısa zamanda mevcut faşist düzenin millet vekili seçilerek büyük bir sınıf atlamaktadır.
Sadece temsil ettikleri kurumların adına demokrasiyi çağrıştıran isimler koyarak, demokrat olunduğu duygusunu yaratıp insanları uyutmaktadırlar. Böyle bir yapı ve kültür içerisinde işçi sınıfına yalnızca sendikacılık oynamak kalıyor.
Türkiye vb. ülkelerde genel anlayış bu çerçevedeyken, demokrasiye geçmiş toplumlarda sendika, siyasi parti ve sivil toplum kuruluşların düşünce ve farlılıkları ise kısaca şu şekildedir.
Gerçek sendikalcılık ve doğru teoriye sahip işçi örgütleri, insanlık, adalet, demokratik, ve özgür eğitime ulaşmanın yolunu, demokrasiyi tek ve en yüce kültür görüp, tüm inançların önüne geçirerek başarmaktalar.
Siyaset ve ekonomik doğru analizler sayesinde bu kazanımlarını, sermaye sınıfı ve devlet yönetimlerince bir daha tarihten silip unutturmamaları için, her yılın 1Mayıs'ını, Dünya Emekçiler Bayramı adıyla büyük bir anma etkinliğine dönüştürmüş oldular.
Dünya işçi sınıfının mücadelesine ışık tutan bu teori, 1848 yılında Karl Marks ve Frederick Engels tarafından yazıldığını tüm dünya bilmekte. Ancak Komünist Manifesto daha çok 1700 ve 1800'lü yıllarda, Avrupa proleteryasının beslendiği kaynaklara göre hazırlandığından, bazı ülkelerde olumlu etki yaratırken birçoğunda bunu görmek mümkün olmamıştır.
Her yapıda çeşitli olumsuzluklar olduğu gibi Avrupa ve Batılı ülkelerin işçi sınıfı da, birçok engelleri aşarak 1700 yıllarından itibaren vermiş oldukları mücadelelerle, demokrasinin yolunu açtılar.
İstenilen noktaya henüz gelinmemiş olsa da, en azından aristokrat ve sanayici burjuva sınıfının tüm hukuksuzluklarını deşifre etmeleri, kendileri ve insanlık adına en büyük devrim niteliği taşımakta.
Bunu da dünya porleteryası 14 Temmuz 1889 yılında Fransa'nın Başkenti Paris'te 1. Enternasyoalist İşçi Kongersi adıyla toplanarak gerçekleştirdiler. Ve 1 Mayıs gününü Uluslararası İşçi Sınıfının dayanışma ve demokratik hakların alınışı olarak tüm dünyaya kabul ettirmiş oldular.
1 Mayıs ve işçi sınıfının özet tarihsel gerçekliği bu şekilde olduğuna göre, Türkiye gibi ülkelerin işçi sınıfı neden doğru düzgün bir varlık gösterememekte? Bu sorunun cevabına geçmeden, canlarıyla bedel ödeyen binlerce emekçisinin anıları önünde saygıyla eğilerek, daha gerçekçi bir incelemeyi yapmak durumunda olduğumuzu da belirtmek gerekir.
Her ülkenin işçi ve emekçi sınıfı toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasi açıdan kendine has birçok farklı özellik taşır. Bu yüzden her toplumun işçi sınıfı kendi gerçeklikliklerine göre analizler yapıp, o doğrultuda bir işçi sınıfı teorisi ve mücadele biçimi geliştirmek zorundadır.
Türkiye coğrafi olarak Avrupa'ya daha yakın ve ekonomik kaynakları kendisine yeterli derecede olan bir ülke. Buna rağmen Türkiye işçi sınıfı toplumsal açıdan demokratik bir hukuk sistemini neden oluşturamadı?. Bunun nedenlerini şu şekilde izah edebiliriz.
Dünyanın her ülkesinde işçi sınıfı başta olmak üzere toplumun demokratik, çağdaş ve kültürlü olması, o ülkedeki eğitimin niteliğine ve bilimselliğe bakış açısına bağlıdır.
Türkiye devleti; yönetimi, siyaseti, bilimselliği ve eğitimi dinden arındırmadığından, demokrasi hazır olarak getirilse de yaşatılamaz. Çünkü ülkenin temel ekonomik üretim ana kaynağını tarım mı, ticaret mi, sanayi mi yoksa dine dayalı kültür mü belirlemektedir, analiz edilmiş değildir. Milyonlarca emekçi ne tür bir sermaye sınıfıyla çalıştığını bilmemekte.
Kültür, dil, din, millet, ulus ve üretim yapısı İslami devşirmeci mantığa dayalıdır. Ticari kapitalizmde aynı şekilde olup, bunu boşa çıkarak teoriler ne sendikalarda ne de sosyalist partilerin hiçbirisinde görülmüş değil.
Türkiye'de sosyalist parti ve teorisyenler hâlâ eskiden olduğu gibi bundan yüz elli, iki yüz yıl önceki emek sermaye çelişkisine dayanan teorilerle zaman öldürmekteler. Haberleri yok ki, artık günümüzde işçi ve emekçi sınıfın büyük çoğuluğu burjuva sınıfından daha özentili ve lüks araçları kullanarak yaşamakta.
Böylece Avrupa işçi sınıfını taklit ederek, demokrasi ve hak sahibi olacaklarına inanmayı sürdürmeleri, niteliksiz ve kültürsüzlüklerini ele vermekte.
Halbuki Avrupa vb. ülkelerin işçi sınıfı1500 yıllarında başlayan Reform ve Rönesansları sonuna kadar desteleyip, dinin devlet, siyaset, bilim ve toplum üzerindeki hakimiyetini kırmak için, ellerinden gelen tüm çabayı göstermişlerdir.
Türkiye'de işçi ve emekçilerde dahil halkın %90'ı İslam'da reform yapılmasına şiddetle karşı çıkan bir zihniyete sahipler. Bu mantıkla bırakalım demokrasi kültürünün gelişmesini, var olanı da bitirmek anlamına gelir.
Devlet yönetimi; eğitim başta olmak üzere tarihten kalma fen bilimleri ve montajcı teknolojiyi dinle harmanlamayı sürdürmesine rağmen, işçi sınıfı ve sendikalar bunu memnuniyetle karşılamakta. Tek uğraştıkları şey iki yılda bir cambaz tüccar misali ücret pazarlığı yapmaktır. Onu da lakıyla yerine getiremeyip işveren ve devlete, üyelerini satarak başarıyorlar.
Türkiye coğrafi olarak bir tarım ülkesi, olmasına rağmen, tarım üretimi ve burjuvazisi gelişmediği gibi olanda bitirilmekte. Montaj sanayi de aynı durumda. Tek ekonomik belirleyici güç ticaret kapitalizmdir.
Ticaret kapitalizminin egemen olduğu ülkelerde işçi ve halk kesimi kültürsüz ve kalifiyesizdir. Ticaretçi ve bürokratik burjuvazide aynı durumda olup, kendi sınıfına uygun bir ahlaki kültürel değeri geliştirememiştir. Felsefi ve bilimsel çalışmalar hep yüzeysel göstermelik kalmakta.
Burjuvazisinden işçi ve halk kesimine kadar büyük çoğunluk, yaşam, ulus, millet ve dil değerlerinin İslam Arap inanç, adet, gelenek ve düşünce kurallarına göre oluşmasında en ufak bir sakınca ve rahatsılık görmemekteler.
Halbuki İslam bir Arap din ve dil kültürüdür. Türkiye yönetimi ve sosyal kurumları Anadolu'nun özgünlüğüne ve çeşitliliğine göre, inancın dışında kendi dil, millet ulus, sınıf, ahlak ve üretim değerlerine uygun çağdaş ulus yaratabilirdi.
Tam tersine ne tarım, ne ağır yerli sanayi, ne de kendi öz kültürel dinamiklerine dayanan bir yapı mevcut değil. İthal ikame ticaretçi mantıkla günü kurtarmacı yüzeysel, kalifiye ve mesleki eğitimden çok uzaktır. Var olan montaj sanayi %25 'lerde kaldığından işçi sınıfına olumlu etkisi yok denecek durumda.
Türkiye'de nicel olarak büyük bir kalabalığı oluşturan emekçiler, ticaret kapitalizmine göre oluşmuş hamallar sınıfıdır. Ve bu yapı içerisindekiler beden gücüne dayanan inşat, tarım, taşıma ve nakliye başta olmak üzere, basit teknik montaj, memurluk, köylü, orta ve altında bulunan esnaftır. Bu kitlenin eğitim kültür seviyesi çok geri ve düşük, mesleki nitelikte zayıftır.
Böyle bir yapı ve özelliğe sahip işçi sınıfı, ne kendi hak ve hukukunu ne de ülkeye gerçek bir demokrasi getirecek düşünce, teori ve yetenekten tamamen uzak durumda.
Özetleyerek ifade edilen Türkiye işçi sınıfı, halk, siyasi parti ve sendikaların 1 Mayıs vb. gibi demokratik eylem ve gösterilere samimi, inanarak katıldıklarını söylemek insanın kendisini aldatmasıdır.
Çünkü bu kitleyi devlet yönetimi terörist ve vatan hainliğiyle suçladığında, sendika ve sosyal demokrat olduğunu söyleyen partiler, buna itiraz etmek yerine desteklemekteler.
Tüm gerçekler bu şekildeyken, mevcut teorilerle sendika ve demokrasi savunuculuğu yapan siyasi partilerin, bu ülke ve topluma bir şey kazandıracakları beklenemez.
21.yy işçi ve emekçi gerçekliğine göre yeni bir sınıf teorisi ve mücadele biçimi geliştirmek şarttır. Bu yapılmadığı sürece “Eski tas eski hamam” misali yerinde saymaya devam etmektir. Demokrasi de hep hayallerde yaşanacak.
 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...